Zanzibar havaalanına indik. 2 dil ile karşılaştık. Biri ingilizce biri de yerli dilleri (svahili). svahili dili eskiden Kur'an harfleri ile yazılıyormuş.
Arabalarda direksiyon sağda. Yolun gidiş gelişi bizimkinin tersi.
Zanzibar adasının yüzde 99’u müslüman. Tüm Tanzanya’nın ise yüzde 50’si müslüman.
Ummanlıların yaptırdığı büyük bir cami var havaalanına yakın.
Zanzibar adası zencilerin toplanıp köle olarak götürüldüğü adaymış. (Araplar zencibar diyormuş.)Oradan da Avrupa’ya…
Cami mimarisi kubbesiz, düz. Minareler kısa.
Tanzanya'da galiba meşhur bir slogan olmuş, turistik malzemelerin üstünde de yazıyor:
Hakuna Matata…
Yani sorun yok, problem yok anlamında. Bizdeki
canın sağolsun’adenk geliyor sanki. Ama orda ülkeyi tanıtan bir slogana
dönüşmüş. Bir yük taşıyıcısı illaki valizlerimizi taşımak istiyor. Yok dedik istemiyoruz
dedik, o da sonunda hakuna matata dedi.
Cuma namazını Zanzibar’da bir camide kıldık. Hutbe yerel dilde okundu. Şafi mezhebi hakim. Farzdan hemen sonra tesbihata geçildi. Kadınlar da üst katta kıldı. Müslümanlar için
ortak buluşma zemini olan ezan, cami, arapça Kuran okunması güzel bir his
veriyor.
Zanzibar’ın tarihi Urfa sokakları gibi dar sokakları var. Aileler yaşıyor. Kapılar ahşap ve
işlemeli. Kaldığımız otelde de merdiven basamağı, korkulukları, yemek masası,
yatak bazası hepsi ahşap ve işlemeli.
Yolda bir adam keçi boynuzu meyvesine benzer vanilya satıyordu. Bizdeki toz gibi değil. Ağaçtankoparılmış haliyle. Kahverengi. Tanzanya dünyanın baharat ihtiyacının büyük bir kısmını karşılıyormuş.
Naylon poşet yasak. Bu çok dikkatimizi çekti, ilkin dedik yasak ama yine de vardır naylon poşet, inanın hiçbir yerde karşımıza çıkmadı. Sağlam kumaş bez poşet ve kese kağıdı
kullanılıyor.
Bisiklet ve motorsiklet yaygın. Camilerde namaz kılma bilinci var. Cami çok var. Yemyeşil
ağaçlarla kaplı bir ada Zanzibar adası. Dünyanın turistik merkezi. Tabi bizim
asıl gideceğimiz yerler Tanzanya’nın muhtaç yerleri.
Baharat bahçeleri
var. Envai çeşit baharat ağaçları var. Hayranlık uyandırıcı.. Ruj ağacı,
karabiber, zencefil, kahva, kakao, değişik tatta ekşimsi meyveler, hindistan
cevizi ve başka bitkiler.. subhanallah dedik. Hayranlık içinde dolaştık baharat
bahçesini. Sahibi Türkçe karşılıklarını biliyordu, bu vesileyle daha iyi
algıladık. Erik tadı ama eriğe benzemeyen bir meyve gördük, yıldız şeklinde
portakal limon arası tadı olan bir meyve yedik. Bir de bize Hindistan cevizi
verdiler, içinde suyu var, tadı hoş gelmedi ama sağlık niyetiyle içtik ama
dibini kaşıkla kazıdık bildiğimiz Hindistan cevizi tozunun tadı geldi. Burda
yeşil renkli muzu haşlayıp patates gibi yiyorlar.
Aman Allahım hayretler içindeyiz.
Ülkemizde benzeri olan bir ağaç görmedim desem yeridir. Bu da Rabbimizin
muhteşem kudretini gösteriyor.
En merkezi yerler
hariç sokak lambaları yok denecek kadar az yaygın değil. Elektrik var.
Şehir içi
otobüslerine "dala dala" diyorlar. Otobüs dediğim bizdeki
minibüs olanlar. Tabi daha çok diğer Afrika ülkelerinde olan üç tekerlekli motosikletler
mevcut, ismini unuttum şimdi.
Zanzibar adasının
karşısında Kaplumbağa adası var. Asıl adı prison island yani hapishane adası,
Avrupa'ya götürülen sağlam bedenli köleler burada hapsedilip öyle götürülüyormuş.
Slave (köle) müzesini de gezdik aman Allahım.. Şimdi de beyaz Avrupalılar
gidiyor siyah rehberlerden dinliyor atalarının yaptığı zulümleri… Ne acı
verici. Müzenin bodrum katına indik. Kölelerin adeta depoya mal yığma misali
yığıldığı bodrum katı var. Onları bağlayan zincirler hala duruyor. Üst katta
satış olunca alt katta olanlardan getiriyorlar. Öylece iki büklüm halde
bekliyorlarmış. Afrika’nın köleleştirilme tarihini iyi bilmeliyiz. Büyük
zulümler olmuş.
200-300 yaşında olan kaplumbağalar var.
İri iri kocaman. Subhanallah diyor insan.. ayrıca tavus kuşları da var. Svahili
dilinde de tavus deniyor bu kuşa..
Darusselam İstanbul gibi büyükşehir desem
de kaldırımlar da 5 ton su alan büyük depolar görüyoruz. Bunlar nedir diye
sorunca, su şebesi olmadığından su ihtiyacı bu depolardan karşılanıyor dendi.
Darusselamdan sonra
Tanzanya'nın Moro Goro şehrine doğru gidiyoruz. 200 km ötesinde. Darusselam
trafiği çok yoğun olduğu için yol süresi uzun oldu. Trafik tek yol gidiş-geliş
şeklinde ve tehlikeli. Ancak Tanzanya’nın gördüğümüz bu şehirleri Uganda,
Moritanya şehirlerine nazaran bir tık gelişmiş durumda. Ancak biz kurbanlarımızı
Moro Goro şehrinde keseceğiz. Orada muhtaç aileler varmış.
Şu var kirehberimizin dediğine göre büyük şehirlerin bu gelişimi son 5-6 yılda böyle
olmuş.
Gördüğümüz şehirlerde yer altından su şebekesi yok denecek kadar az. Bu nedenle çevremizde sık sık büyük siyah depolar görüyorduk. Sorduğumuz zaman su için olduğunu
söyledi rehberimiz. Evlerde şebeke olmadığından..
Bayram namazını
yine geniş ve açık alanda kıldık. Kadınlar da arkada saf tuttu. Tam bayram
havası. İmam hutbeyi svahili dilinde irad etti. Buradaki müslümanlar Şafii
mezhebinden...
Kurbanlarımızı kestik isimleri okuduk. Yorucu bir süreç… Etrafı tuğla taşlarla çevrili bir mekânda kesim yaptık. Yakıcı güneş vardı kış mevsimi olduğu halde. Kadınlar, çocuklar, adamlar dışarıda birikmeye başladı. Mecburen yereldeki rehberimizin planlamasına uymak zorundayız. Birkaç polisin olması da işi kolaylaştırıyor. Nihayet içeri aldık ve sıra yaptık. Sırayla kadınlara çocuklara et ve para verdik. Bize emanet edilenleri..
Kırsal bölgede arabamızla ilerliyoruz yol çöl kumu. Büyük çukurlar var. Ancak başka ülkelere göre evler biraz daha yapılı. Büyük çatı katılı evler gördük. Muhtemelen sıcaktan korunmak için çatı kısmı uzun yapılmış. Bu yerlerde evlerin içine çekilmiş su şebekeleri yok. Muhtemelen çoğunda buzdolabı yok. Bu gibi yerleri görünce kendi ülkemizdeki gelişmişliği daha iyi hissediyoruz.
Yolda kadınlara, çocuklara verdiğimiz takılar ve infak karşısında sevinçlerini belli ediyorlar ve “assante” diyerek teşekkür ediyorlardı. Muhtemelen bu gibi eşyalara sürekli ulaşamıyorlar. Bu gibi manzaraları gören ancak anlar.
Masayi kabilesi var burada kırmızı siyah renkli yöresel kıyafetleri ile geziyorlar. Bu bölgede çobanlık yapıyorlar daha çok.
Moro Goro'ya giderken "dikkat zebra çıkar" tabelasını gördük. Özel safari turları var. Oralara gidemedik. Avrupalıların yazlık olarak kullandığı evleri varmış bir şehirde. 1 dolar 2675 şiling. Örneğin feribotla karşıya gidiş 30 dolar idi. Bir şişe 0,5lt su 1000 şiling idi veya başka yerlerde 2500 şiling (1 dolara yakın)…
Havaalanındaki güvenlik görevlisi ile
biraz konuştum. Baktım elinde Türkçe İngilizce kitapçık var ve de bir defteri.
Türkçe öğrenmeye çalışıyor. Sebebini sorduğumda Türkiye’den gelenler çok oluyor
onlarla iletişim için, dedi.
Şeker kamışı ağacından harika tadıyla şeker
kamışı suyu içtik. Dönen iki silindirin arasına parçalanmış şeker kamışı ağacı
konuluyor, böylece ezilerek suyu çıkarılıyor. Buz gibi tadı da harikaydı.
Muz bizdeki karpuz gibi çok fazla. Ananas
da öyle. Türkiyede olmayan farklı meyveler de vardı. Rabbimizin nimetleri o
kadar çeşitli ki…
Türk hava yollarıyla gidiş ve dönüş
yaptık. Hava yollarımızın kalitesini söylemeye gerek yok. Ayrıca Siyonistlere destek
veren ürünleri boykot ettiklerini farkettim. Daha önce cappy meyve suyu varken
şimdi dimes’i gördüm. Ayrıca İstanbul havalimanında ücretsiz su içme imkanının
olması ve alaturka tuvaletlerin olması da hoşuma gitti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder