13 Eylül 2024 Cuma

Kur'an'ı Anlama Yolunda Notları - Kuramer Konferansları 2

 Bugün Selefi-Vahhabi diye özetleyeceğimiz, Mısırlı bir düşünürün ifadesiyle "Selefabi"
hareketinin en büyük sorunu, bütün bir tarihi olmamış gibi görerek sadece Peygamber döneminden hareketle Bir Kur'an anlayışına varmak ve bugünkü dünyaya o anlayışı dayatmak istemesidir. Bu, bizim bugün girdiğimiz çıkmazın temel sebebidir. (13)

///

Yalnız şunu ifade etmem lazımdır ki, bilmek ve anlamak ile onu kutsallaştırmak farklı şeylerdir. Geleneksel birikimi mutlak doğrular olarak bilip kutsal saymak da, onları yok saymak da doğru bir yaklaşım değildir. (13)

///

Esas itibariyle tefsir bir "rivayet çabası"; te'vil ise bir "dirayet çabası" veya "akli cehd"dir. Bu sebeble te'vil statik değil, dinamiktir. (16)

///

Ne var ki, bazı çağdaş müslüman ilim ve fikir adamları dışında, eski ve yeni hemen bütün İslam alimleri Hz. Ömer'in anlayışını terk edip "Mevrid-i nasta içtihada mesağ yoktur" kuralını oluşturarak nasların maksadını araştırmayı kısıtladılar; hatta icma'ı bile nas hükmünde kabul ettiler. (17)

///

Aslında araplar daha önce kız çocuklara ve küçük erkek çocuklara miras bırakmıyorlardı. (19)

///

"Bile bile Allah'a niddler/eşler koşmayın." (Bakara:22).. Bu ayeti Sehl b. Abdillah Tusteri -meşhur Tefsiru'l Kur'an'il Azim diye bir kitabı var onun, küçük bir tefsir- şöyle tefsir ediyor: "Yani Allah'a zıtlar koşmayın. Zıtların en büyüğü kötülük emreden nefs-i emmaredir. Kendi şehvetlerini Allah'ın hidayetine tercih eden nefs-i emmaredir" diyor. Yani nefs-i emmareyi de endad'ın kapsamına koyuyor. Nidd kişiyi Allah'a ibadetten geri koyan şeydir. (36)

///

Malum olduğu üzere insanların zihinlerinde mevcut olan düşünceye "kelam" deniliyor. (66)

///

İnzal ve tenzil kavramları bağlamında -ki İmamu'l Harameyn el Cüveyni'nin Kitabul İrşadda benzer açıkmalası var- inzal kavramını ilahi kelamın beşeri kelama indirgenmesi olarak görüyor. Çünkü ilahi kelamın harfler, cümleler, kelimelerle, seslerle ifadesi mümkün değil, bu muhaldir. Ancak biz beşeri kelama muhatap olabiliriz. İşte tek olarak inzal, Cebrail'in zatında ilahi kelamın beşeri kelama indirgenmesidir. Tenzil de beşeri kelam haline indirgenmiş ve Hz. Peygamber'e 23 yıl içinde peyderpey gelmesidir. (69)

///

Te'vil, kapalı anlamları, kapalı olmayan açık bir sözde birleştirmektir. (Ebu Mansur)(81)

///

Nebimiz (sav): "Musa'ya Allah rahmet eylesin; çok isterdik ki, sabır göstersin de bize, birlikte yapacakları daha çok şey anlatılsın" (Buhari, İlim) (82)

///

Allah elçisi, bu yöntemi kullanmış ve Kur'an'daki hikmeti ümmetine öğretmiştir. Onun öğrettiği hikmete bugün sünnet denmektedir. Yöntem bilinmediği için Sünnet ile Kur'an arasındaki bütünlük görülmemekte ve yeni hikmetlere ulaşılamamaktadır. (95)

///

Bir kelimeye mecaz anlam vermek için hakiki anlamının uygun düşmemesi gerekir. (99)

///

Bizim bilhassa son devir alimlerimiz mezhep büyüklerinin dediklerini aynen aktarmayı ilim zannetmişler, onları tenkide tabi tutmayı edeb dışı görmüşler ve ilmimiz bu hale gelmiş. İşte İslam dünyasını fikri atalete sevkeden en mühim amillerden birisi bence, işbu tenkit noksanlığıdır. (127)

///

İbni Kuteybe, mezkur eserinde Ebu Hureyre'nin Peygamberimizden sonra elli sene kadar yaşadığından bahsediyordu. (134)

///

Biz, gayri müslim dünyanın bu faaliyetlerini niçin tanımak zorundayız. Bence sebebi şu: Garb dünyası İslam'ın ilk beş asrında bizlere pek problem çıkarmamış kendi dertleriyle meşgul olmuşlar. Fakat Selçuklu'ların onların mukaddes saydıkları makamlara sahip olmalarını takiben Haçlı Seferleri'ni başlattıklarını biliyoruz. İki yüz seneye yakın süren bu seferlerin sonunda anlamışlar ki müslüman dünyasını silah zoruyla ele geçirmeleri mümkin değil. Şahsen bir misyoner kitabında okuduğum şeyi kısaca size naklediyorum. Yazan adam diyor ki "O zaman Vatikan başta olmak üzere ilgililer yeni bir plan uygulamaya geçtiler. Bu plan: müslümanı kendi ilmiyle mahkum etmek. Müslümanlığı en azından müslümanlar kadar bilerek, kültürel cepheden bizi yok etmek." Bu karara varmışlar. O andan itibaren Avrupa'nın en büyük merkezlerinde Arapça öğretim yerleri açıyorlar. Kur'an'ı kendi dillerine tercüme ediyorlar. Daha sonraki asırlarda bizlerin bilmediği en değerli İslami kaynakları terceme ederek yayınlamaya başlıyorlar. (Said Hatiboğlu)-135

///

Türlü zahmetlerle eserin eksik ciltlerini Vatikan Kütüphanesi'nden tamamlamış bulunuyorum. Yazarın bu muazzam cildi kaleme almasındaki hedefi, İslamiyet'in bir yahudi kültürü mahsulü olduğunu isbat etmek. Okuyabildiğim kadarıyla adam edepsizlikte hudud tanımıyor. Vatikan'dan ödül almış bu eserden haberdar olan bir Türk(iyeli) ilahiyatçımız var mıdır diye düşünmeden edemiyorum. Bizim cevabsız bıraktığımız bu nevi eserlerin verdiği mazarratın günahı acaba kime yazılıyor dersiniz! (Eserin adı: De Moise a Mohammed) (136) - Said Hatiploğlu

///

Bir panel vesilesiyle daha sonra da gittiğim Roma'da Vatikan kütüphanesini ziyaret ettik. Bizi gezdiren zat  bana "bu kütüphanede İslam dünyasında nüshası olmayan İslami eserler var" dedi. (137) Said Hatipoğlu

///

 Goldziher'in kendisinden üç beş yaş genç Hollanda asıllı çok değer verdiği muasırı bir adam vardır: C. Snouck Hurgronje (1857-1936). Bu zat Hicaz'da kıyafet değiştirerek kendisini müslüman göstermiş, Mekke'de kalmıştır. Hatta Mekke'nin ilk fotoğraflarını bu adam borçluyuz. (139)- Said Hatipoğlu

///

Biz, Kur'an'a inanmadan önce peygambere inanmak durumundayız. Sahabe, O'nun peygamber olduğuna inandıkları için O'nun getirdiği surelerin, ayetlerin vahiy olduğuna inandılar; o surelerin haber verdiği ahirete inandılar. Dolayısıyla bu noktada peygamberin önceliği Kur'an'dan daha öncedir. Ve bu ifrat-tefrit konusunda da biz maalesef sıkıntı yaşadık. (154)-Bünyamin Erul

///

Rasulullah zamanında ashabın peygamberlerini anarken salat getirme uygulaması yok. Bununla birlikte, dua olarak yapılmasında bir beis görmüyorum.Ayrıca ümmet bunu içselleştirip benimsemiş. Bu nedenle korunması gerekiyor. Artık bizim şiarlarımızdan biri olmuş. Bir şiarın şiar olması için de mutlaka Hz. Peygamber döneminde olmasının zorunluluğu yok. Bizi biz yapan değerlerden biri olmuş. (174) - Enbiya Yıldırım

///

Müşrikler diyorlar ki "Seninki bir gecede İlya'ya varıp gelmiş, ne diyorsun?" O da "Siz yalan söylüyorsunuz, ona iftira atıyorsunuz" diyor. İnanmmıyor yani! Bu benim için o kadar önemli bir bilgi ki; çünkü Hz. Ebubekir'in zihninde bile peygamberimizin bir gecede bir aylık mesafeye gidip gelmesi mümkün değildi. Buna inanmıyor. Gel gidelim yüzleştirelim diyor; karşılaştıklarında kendisinden bizzat duyunca "Tamam, O'nun gökten getirdiğine inandım, buna da elbet inanıyorum" diyor. Ama "innekum tekzibune aleyhi" kısmını bizim yazarlarımızın nedense dikkatini çekmiyor. Bunun yerine "Sıddık" denilmesi hep vaizlerimizin gündeme getirdikleri şeylerdir. (180)-Bünyamin Erul

///

Re'sen bir şari olarak mı hüküm vermiştir yoksa Kur'an'daki herhangi bir hükme istinaden kıyasla mı hüküm vermiştir.? Mesela kişinin hanımının halası-teyzesiyle evlenmesi meselesindeki nehiy nisa:23'ten  ayeti kerimesine kıyasla söylenmiştir, deniliyor. (181)-Bünyamin Erul

///

Elini öpenlere izin vermeyen, "İranlılar bunu krallarına yapar ben bir kral değilim" diyen bir peygamber var. Peygamberin dilinden peygamber tasavvurunun nasıl olması gerektiğinin ipuçlarını çıkarabiliriz. (184)-Kadir Demirci

///

Hakikaten Kur'an-ı Azimüşşan'da bazı ayetlerde delalet problemi var. Mesela Tevbe 21'de Hz Peygamberi sevmeye vurgu var. Hz. Peygamber'i "Allah'tan sonra en çok sevmek" söz konusu ediliyor. Bu sevgi nasıl pratize edilecek? (185) Kadir Demirci

///

İmam Şafi'ye nispet edilen bir söz var, diyor ki: "Şayet Asr suresinden başka bir şey nazil olmasaydı, bu kısa sure bile insanlara yeterdi. Bu sure Kur'an'ın bütün ilimlerini içine alıyor." s.186-Zekeriya Güler

///

Salatın bir açılımı: Allah'ım Muhammed'e bereket ihsan eyle, cümlesinin şu manaya geldiğini ifade eder, Firuzabadi: "Allah'ım, Muhammed'in zikrini (gündeme gelişini), davetini (evrensel çağrısını ve şeriatını (dinini ve ahlakını) mütemadi ve payidar eyle. Onun yolunu takip edenlerin ve ona taraf olanların sayısını çoğalt! s.187-Zekeriya Güler

///

Elmalılı Muhammed Hamdi, az önceki hadis ile şu ayet arasında dikkat çekici bir irtibat kurar: İbrahim (as) ve İsmail (as) Kabe'nin temellerini yükseltirlerken, "Rabbimiz! Soyumuz içinden onlara senin mesajlarını iletecek, vahyi ve hikmeti öğretecek ve onları arındırıp temiz kılacak bir elçi gönder. Zira kudret ve hikmet sahibi yalnız Sensin!"(bakara:129)

Bu ayetin tefsirinde Elmalılı, Muhammed'in (as) zuhuru için baba-oğul her iki peygamberin yaptıkları dua ve niyaza bir vefa ve şükran borcu olmak üzere Resulullah, "Allahumme salli" ve "Allahumme barik" dualaruyla onları yad edip unutmadığı ve ümmetine unutturmadığına işaret eder. s.187-zekeriya güler

///

Basralı muhaddis bir tabii olan Ebu Nadre diyor ki: "Resulullah'ın ashabı toplanıp bir araya geldikleri zaman hadis müzakere ederler ve Kur'an'dan bir sure okurlardı" s.188-zekeriya güler

///

Yakın tarihte de benzer bir tartışma konusu medyaya aksetmişti. Tasavvuf erbabından medyatik bir hoca, senedi  "zayıf" bir hadisi "sahih" diye naklederek istiğase konusu için kullandı. Nevevi'nin el-Ezkar adlı kitabından nakledilen hadis şudur: "Sizden birinizin hayvanı ıssız bir yerde/çölde aniden boşanıp gittiği zaman, 'Ey Allah'ın kulları, (hayvanımı) tutunuz!' diye nida etsin. Çünkü yeryüzünde Allah'ın hazır kulu vardır, onu sizin için tutacaktır. 

Halbuki bir defa bu hadis "sahih" değil, senedi itibariyle  "zayıf" idi. Ayrıca "istiğase" değil, belki "nida suretinde tevessül" için kullanılabilecek bu haberin daha sağlam tarikinde "kul" yerine "melek" geçiyor olması, önemli bir ayrıntıdır: "Allah'ın, hafaza melekleri dışında yeryüzünde melekleri vardır. Onlar, düşen ağaç yapraklarını (da) yazarlar. Sizden biriniz ıssız bir yerde yolunu kaybederse, 'Ey Allah'ıın kulları, bana yardım edin' diye nida etsin!" (s.189) - zekeriya güler

///

Söylemek istediğim şey şu: öyle bir nesil özlüyorum ki Kur'an'dan Tevbe suresi 40. ayeti öğrensin; görünmez ordularlaSevr Mağarası'nda Allah Resulü'nün ve Hz. Ebu Bekir'in korunduğunu öğrensin. Günün birinde bir vaizimiz kürsüden yılan hikayesini anlattığında kalkıp "Hocam biz Kur'an'ı, sünneti ve sireti okuduk; bu yılanı-yalanı nerden buldun sen?" diyerek onu hesaba çeksin. Ama öyle bir ortamdayız ki tam tersi bir eğitim veriliyor. İlahiyat Fakültesi'nde ben sınıfta "bu rivayetler uydurmadır" dediğimde öğrenci "gitti bir hadis daha" dercesine bana itiraz ediyor. s.191-bünyamin erul

///

İbn Mesud, Kufe'de bir bakmış ki mescide biri çıkmış: "Kebbiru mie! Hellilu mie" diye zikir yaptırıyor insanlara. Buna karşı "Fesubhanallah, Resulullah'ın kokusu daha aranızdan kaybolmadı; ne çabuk değiştirdiniz. Siz sayacaksınız günahlarınızı sayın, hasenatınızı Allah sayar" diyor. Yani bu noktada sahabeden bazılarını seçmek zorundayız. (s.192)-bünyamin erul

///

Yeniden salatu selam... Mesela Ahzab56 ve Nisa65'te "O'na hakkıyla teslim olun" demektir. Kanaatimce mana şöyledir: "Allah ve melekleri, Hz. Peygamber ile sürekli irtibat halindedir. Ey mü'minler siz de o peygamberle sürekli irtibat halinde olun ve O'na tam teslim olun" ayet budur. ama buradan çıkartılan salavat şekli "sallallahu aleyhi ve sellem"dir. Peki "vesellem" ne demek? Bunun faili kim? "Selleme" eğer selam vermek ise mesela Allah mı selam verdi? Bu, bizim kültürümüzün bize armağan ettiği bir şeydir; bir hocamızdan istifadeyle bunu söylüyorum, erken dönem klasik kaynaklarımızda "sallallahu aleyhi vesellem" deniliyor. Mesela İmam Şafii'nin Risalesi'nin Ahmed Muhammed Şakir baskısındaki dipnotlarda belirtildiğine göre bazı yazma nüshalarda "ve selleme" ibaresi yoktur. Onun için bunu bana öğreten hoca sürekli "salevatullahi aleyhi" diye kullanır "ve selleme" kullanmazdı. (s.193)-bünyamin erul

///

İlahi vahiy (Kitab), Peygamberi Uygulama (Sünnet). Bu iki kaynağın birbirinin lazımı ve melzumu olması (birinin varlığının diğerini gerekli kılması) kaçınılmazdır. Zira uygulama alanı bulmamış bir vahye de, vahye dayanmayan bir uygulamaya da -gerçek anlamıyla din denilemez. (s.203) Hikmet Zeyveli

///

Hz. Peygmber Medine'ye hicret ettiğinde 53 yaşındaydı. Hurma aşılama işi de değerli hocalarım şöyle yapılıyor: Hurma ağacı çiçekleri alınıyor ve başka bir hurma ağacının hurma vereceği kısmın içine konuluyor veyahut da silkelemek suretiyle yapılıyor. Sormak istediği soru şu: 53 yaşında bütün coğrafyayı gezmiş olan, devamlı hurma yiyen Hz. Peygamber'in hurma aşılama işini bilmediği bilgisi ne derece sağlıklı ve doğru olabilir? Bu soruyu zihin dünyamızda canlandırmanızı istirham ediyorum. (s.198) - Enbiya Yıldırım

///

Bu anlamda, Hz. Peygamber'in Sireti ve sünneti, Kur'an'ın gerçek tevili demek olur. s.204

///

Kur'an ve siret ve sünnet ilişkisini şöyle bir benzetmeyle de izah edebiliriz: Bir tiyatro eserinin bizzat kendisini okumakla, sahneye konmuş halini seyretmek arasında bir far -en azından bir etki farkı- vardır. Yazılı eser, canlı bir gösteri haline getirilirken bazı özel tasarruflara da yer verilir. Bununla beraber sahnelenmiş eser gene yazarına izafe edilir. s. 204 - Hikmet Zeyveli

///

Müslümanlarca 'sübutu' kat'i olan Kur'an-ı Kerim'in birçok ayetinin delaleti günümüzde de hala tartışılmaktadır. s.205 - Hikmet Zeyveli

///

Hz. Peygamber döneminin arka planını ve onun hayatının ana hatlarını gözardı eden bir kimsenin, Kur'an'ın birçok ayetini doğru anlamakta başarısız olacağı kanaatindeyiz. s.206 - Hikmet Zeyveli

///

Kur'an'ın bu ayetinde genel anlamda, ne 'dört kadınla evlenme cevazı', ne de 'evlenmelerin dörtle tahdidi' söz konusudur. Sadece olağanüstü bir durum için, 'birden fazla evlenmeye teşvik' vardır. Bu olağanüstü durum, Uhud Savaşı sonrasındaki durumdur. Bilindiği gibi, Uhud Savaşı'nda yetmiş kadar müslüman şehit düşmüştü. Bunlardan geriye kalan dul eşlerinin ve yetişkin kızlarının, o günün küçük müslüman cemaati tarafından himayeye alınması için, birden fazla evlenmeyi teşvik etmekten başka insani bir çözüm söz konusu olamazdı. Kur'an'ın yaptığı bu da olmuştur: Kadın erkek arasında sayısal dengenin bozulmuş bulunduğu bu savaş sonrası ortamda birden fazla evliliği teşvik etmiş, erkek ve kadın evli çiftlerden bu konuda fedakarlık istemiştir. Bu teşvikin hemen ardından, normal ahvalde ideal evliliğin 'tek eşlilik' olduğu vurgulanmıştır. Ayette 'yetimler hakkında adil davranamamak' ve 'haksızlığa düşmek' endişesi var. s.213 Hikmet Zeyveli

///

Roger Garaudy: Atalar ocağından günümüze kül değil, kor taşımak... s.215

///

mevkuf hadis: sahabe kavli... maktu hadis: tabiin fetvası... s.229

///

Özet olarak söylemem gerekirse, Ehl-i Rey, Kur'an ve sünnet merkezli bir sıhhat tespitini esas almış; konu esaslı bir yorumu tercih etmiştir. Yani hadisi önüne koyarak "Bu hadis ne söylüyor?" tarzında değil; önünde olan konuyla alakalı "Kur'an ne diyor", "Sahabe ne diyor", "tabiin ne diyor", "Bunların bütününden çıkan sonuç nedir" tarzında yorumu tercih etmiştir. s.242-Yavuz Ünal

///

Abdullah b. Mesud şöyle der: "Kur'an hayata geçirilmek için indirildi. Yazık ki insanlar tilavetini amel edindiler." s.254

///

İmam Gazali El Mustasfa adlı muhteşem eserinin Sünnet bölümünde der ki: "Bir hadis onu bizzat Peygamberimiz'den dinleyenler için bir hüccettir. Ama sonraki nesiller için, nesilden nesile aktarılagelen bir rivayettir." s. 257- bünyamin erul

///

Öbür taraftan, az önce İlyas Çelebi hocam biraz bahsetti, bu mezhepler arası çatışmalarda bu rivayetler adeta bir silaha da dönüşüyor. El isnad-u silahu'l mü'min diyen bir geleneğimiz var. Ve buralarda uydurmalar, çarpıtmalar ve çok farklı mezhepleri, kültürleri, meşrepleri destekleyen birçok rivayetlere dönüşüyor. Tasavvuf deseniz farklı bir tarafa kayıyor. Dün bir tarikat mensubunun bir videosunu seyrettim. Bizim hadis derslerinde kesinlikle uydurma olarak söylediğimiz 'ulema'i ümmeti ke enbiyai beni israil rivayeti ve bunun teyidi sayesinde, Hz. Musa ile Gazzali'nin semada buluşma şeklindeki uydurma rivayeti sanki Buhari'den bir hadis anlatır gibi anlatıyor ve "Ben bunları yazdım. Hadislere iman diye bir kitap olarak bastırdık" diyor. Bu sefer böyle bir adamın elinde bizim bu yalan yanlış, uydurma rivayetlerimiz Hadislere İman kitabı olabiliyor. Böylece hadisler artık iman konusu haline geliyor. s.258 - Bünyamin Erul

///

Şimdi bütün bu algıları dikkate aldığımızda, tekrar konuşmanıza dönersem, evet bütün bunlar bizim mirasımız. Yıllar önce İsmail Lütfi Çakan ile İsmail Hakkı Ünal hocalar arasında bir tartışma olmuştu. Çakan hoca diyor ki, "Hadisler bu ümmetin arşividir. Yalanıyla, sahihiyle, sahtesiyle bunları korumamız lazım." İsmail Hakkı hoca da diyor ki: "Burası arşiv ise arşivde sahte belgelere yer yok. Sahte belgeleri arşivden çıkarmamız lazım." s.259 - Bünyamin Erul

///

Din dediğimiz olay en temelde, bugün seküler mantıkta olduğu gibi hayattan ayrılmış, sadece insanın vicdanına veya uhreviyata taalluk eden bir şey değil. Hayatın bütününü içeren, yani yaşamın bütün alanlarında gerçekleşen bir şey olduğu için, bu peygamberlerde buraları da içeriyor. s.305 - İlhami Güler

///

Şu anda Avrupa'da hakikatsiz, ilimsiz bir düşünce egemen. Heidegger'in şu cümlesi çok önemlidir: "Bilim düşünmez, bilim sadece hesap eder." s.313 - İlhami Güler

///

Oradaki dönüşümü biliyorsunuz; son gelinen kapitalist aşamada artık sosyal bilimler de kendi içine alarak tamamen dinsiz bir hayat orada kurulmuş durumda. Yani Tanrı'ya, onun varlığına-yokluğuna çok fazla itibar edilmeyen, daha doğrusu kaale alınmayan, aynı şekilde ahiretin hiç dikkate alınmadığı; adına Hümanizm veya insan hakları dediğimiz, kendi içinde seküler bir ahlak geliştirmiş durumda. Demokrasi var evet, ancak demokrasi veya insanlık Tanrı'nın yerine ikame olmuş durumda. Tanrı demiyor artık hiç kimse, bahsetmiyor, insan haklarından bahsediyor. Artık herkes haklarının peşinde, herkes özgürlüklerinin peşinde, herkes zevkinin peşinde, herkes cenneti burada yaşamaya çalışıyor. Böyle bir dünya... s.314 - İlhami Güler

///

Osmanlı'da ciddi bir teolojik düşünce faaliyet yoktur. İlk Türkçe teolojik düşünce faaliyeti, bana öyle geliyor ki, Said Nursi'nin risaleleridir. s.318 - İlhami Güler

///

Hani peygamberimiz aşılama olayında demiş ya "Siz dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz" diye. Şimdi bu hadisi kullanarak bazıları "dini" ile "dünyevi" arasında bir ayrım yapmaya çalışıyor. Ama bu İslam'da biraz zordur. s.325 - ilhami güler

///

Niçe, sekülerizmi kastederek demişti ya "Çöl büyüyor, vay haline gizleyenlerin". Sekülerizmi kastediyor. Yani çölleşme; salt akıl, duygulardan bağımsız şey bu. Duyguların dogmaya egemen olduğu zaman da orada bataklık ve sel oluyor. s.327 ilhami güler

///

Bana Kur'an nedir? derseniz, yani "Kur'an nasıl bir söylemdir?" derseniz, her sayfasına baktığım zaman "vicdanla aklın, nedensellikle kalbin karşılıklı dansı ve yaşamın somut problemlerine meydan okuma ve çözme çabasıdır" derim. Ne tür problem olursan olsun! Siyasal olan savaştan tutun da zıhar yapmış kocasını şikayet eden kadının şikayetine varıncaya kadar, her türlü sorunu kendisine mesele edinip çözen bir şey. s.327 - ilhami güler.

///

Mesela, bir musevi musevi olmayana Musevilik öğretemez; öğretmemesi gerekir. Bu haramdır. s.350 (Haham Yusuf Altuntaş)

///

Çokça siyasallaştırılan "Vaadedilmiş Topraklar" konusunda siyasi mülahazalardan uzak ve salt Musevi dini açısından söyleyebileceğim; Tora metinlerinde ilahi iradenin Hz. İbrahim'e gözünün alabildiği tüm coğrafyayı kendisine ve kendisini izleyecek nesillere vaat ettiğine ilişkin çok açık ifadeler vardır. Bunun bugünkü siyasal mülahazalara nasıl yansıyacağı benim dışımda bir olgu. s.355 Yusuf Altıntaş Musevi cemaati genel sekreteri.

///

İbni Haldun der ki: Asabiyet fıtri bir özelliktir. İnsanın içinde olan, Allah tarafından verilmiş kendi yakınına karşı bir merhamet, onun yanında olma ve onu destekleme duygusudur. s.360 Adem Apak

///

Hatta denilir ki, "Bir kabilenin kahraman bir askerinin olmasındansa dili kılıçtan keskin şairinin olması daha evladır." s.364 - Adem Apak

///

İslam cömertliği, israf boyutuna ulaşan kısmıyla ortadan kaldırdı. Mesela, bir arap kabile reisi, bir sabah kalktığında sahip olduğu bütün develeri insanlara dağıtmakla övünür. Ertesi gün de kapılarda dilenci haline gelmek onun için bir şereftir. Fakat İslam'la birlikte malının tamamını "ve la tubezziru tebzira" ayet-i kerimesinde de ifade edildiği gibi "Dağıtmayacak, çoluk çocuğunu da başkasına muhtaç kılmayacaktır." s.367 - Adem Apak

///


1 yorum:

  1. Said Hatipoğlu'nun bahsettiği
    Vatikandaki kütüphanede bulunan İslami birikimin özel eserler nüshalarına yönelmelerinin sebebi
    Haçlı seferleri sırasında İslam dünyası ile tanışan Batılı Aristokrasinin
    Onlardan etkilenmesidir .

    O kadar etkilenmişler ki
    Özellikle Tapınak şövalyeleri
    Fransa'da hedefe koyulmuş . Birileri bunu Onların zenginliklerine konmak için yapıldı
    Dese de
    ORADA kaldıkları sürede bazılarının
    Kur'an'a ve MUHAMMED A.S'a indirilene inanmış olması mümkün

    YanıtlaSil

Öne Çıkan Yayın

RAB NE DEMEKTİR? MUSA PEYGAMBER CEVAPLIYOR:

__ Kimmiş bakayım sizin Rabbiniz ey Musa? __ Bizim Rabbimiz her şeyin YARATIŞINI (helqehu) takdir edip, sonra da yaratılış AMACINA (heda) y...