31 Aralık 2014 Çarşamba

İMANIN ŞARTLARI TARTIŞMASI -I (Ahmet Ay)

Resul-i Ekrem’in (SAV) vefatından kısa bir süre sonra “Kur’an karşısında hadislerin konumu” ve“hadislerin sıhhati” meselesinden kaynaklandığına inandığım İMANIN ŞARTLARI ile ilgili tartışmaların hayırlara vesile olacağını ümid ediyorum.
Kur'an'ın, Yahudi ve Hıristiyan teolojisindeki çarpıtma, tahrif, reform gibi handikapları yaşamamış olması ciddi bir avantaj olsa da Müslüman âlimlerin özellikle kelami konularda anlaşamayacakları 14 asırlık tecrübeyle sabittir.
İslam dünyası dini pek çok konuda Resul-i Ekrem’in (SAV) vefatından hemen sonra“metinlerin doğası gereği” yorumlama farklılıklarından kaynaklanan tartışmalara sahne olmuştur. Ama metinlerden kaynaklanmayan tartışmalar çok daha hararetliydi. Uzun süre Kur’an’ın Mushaf halinde çoğaltılamayışı, dolayısıyla “din”i bilgi ile iştigal edenlerin ayetler üzerinde derin tefekküre imkân bulamayışı, insanların her türlü inanç ve alışkanlıklarıyla birlikte kitleler halinde Müslümanlığı kabul etmesi ve bunlar için dinin kolaylaştırılmasından dolayı oluşan dualite, okur-yazar sayısının azlığı, kültürel farklılıklar, diğer din ve kültürlerden etkilenme gibi değişkenler dini tartışmalara çeşitlilik kazandırdığı gibi sertlik de katmıştır.*
Öteden beri hayatın içinde hadislerin Kur’an’dan daha çok ön plana çık(artıl)ması sorunsalının yaşandığı bir gerçek. Bunun çeşitli sebepleri var.

18 Aralık 2014 Perşembe

Boşluğa Ağıt

Gözlerim asılı kaldı
Yüreğim büzüldü
Düşüncem dondu
İnsandan koptum
Canlı olan tek şey hüzünlerim
Ağıdımı yakıyorum
Yangınım içimde
Oysa bir çıksa aleme
Güneşten beter yakar
***
Duyan olmaz sesimi
Zamane insanı sadece gözle bakar çünki
Yakınlık ve uzaklık bu kadar nifak ehli olmamıştı
Ağıdımın sesi bile duyulmasın istedim
Son saate kadar
***
Durmasın zaman
Hiç durmadan aksın
Bir saniye bile uzamasın
Dünyadaki zamanım
Aksi halde yüreğimi küle çevirecek
Boşluğa söylediğim ağıt
***
Karanlıklarda kaybolmak gibidir
İnsanın anlamdan uzak dünyasında yaşamak
Öteye olan özlemim
Ağıdımı daha da harlar
Meleğin geleceği zamanı beklemek zorundayım

16 Aralık 2014 Salı

Bir ‘Alfabe İnqılabı’na Değil, Bir ‘İnkilabın Alfabesi’ne İhtiyaç Vardı - Selahaddin Eş Çakırgil

Bugünlerde ‘osmanlıca’ denilen bir yazı üzerinde tartışılıyor, ülkede..
Japonların alfabesinde 400’den fazla harf veya şekil vardı.. Bunları şimdi 100’den aşağılara çekmişler, biraz azaltmışlar.. Yine de, alel-acele dikilen gecekondu barakalarını andıran o acaib şekillerin altına, üstüne, yan taraflarına, içindeki boşluklara atılan bir çentik veya çiziklerle yığınla mânâ değişiklikleri oluyormuş.. Bir de o şekilleri japon gazetelerinde yanyana değil de, yukarıdan aşağıya dizilmiş olarak görünce, dışardan bakanlar için daha bir zor gözükür.
Çin’deki 1,5 milyara yakın insanın kullandığı ‘mandarin’ dili alfabesi de ondan farklı değil.. Kezâ, Kore dillerinin alfabeleri de..
Hindistan’da onlarca etnik unsurdan oluşan bir milyardan fazla insanın kullandığı alfabede de harfler, kasab çengeline asılmış etleri andırır..  O şekillere de atılan bir-iki çizikle bambaşka mânâlar ortaya çıkar.
43 yıl öncelerde (coğrafî olarak zâten 2 bin km. batıdaki Pencab vadisinde bulunan Batı Pakistan’dan ayrı olan Bengal Körgezi’ndeki Doğu Pakistan’da) korkunç bir iç savaşla kopup, Bangladeş adıyla kurulan yeni ülkedeki, nüfusu 200 milyona yaklaşan Bangladeş müslümanları da ‘bengali’ dilini Hind alfabesindeki benzer harflerle yazıyorlar.
Seylan adasında 50 yıl öncelerde adanın ismiyle anılan şimdiki Srilanka ülkesinde kullanılan alfabenin harfleri ise, daha bir ilginç.. ‘Uğur böcekleri’ni andıran yuvarlak şekiller üzerinde bir takım çentik veya çiziklerle yazılan bir dil..
Tailand’da da, thai dili, Srilanka alfabesindekine biraz benzeyen bir alfabeyle yazılır.
Rusça başta olmak üzere, slav kavimlerinin dillerinin yazılmasında genelde kullanılan ‘kril’denilen alfabenin harfleri de bazan latin alfabesindekilere benzese bile, onlara benzemeyen başka harfler olduğu gibi, benzeyenlere de farklı sesler yüklenmiştir. Sözgelimi, P harfi ‘re’ sesi için kullanılır; N, H ve sola dönük olarak ters R gibi yazılan (я)  harfi de daha başka sesler için.. Bir ‘ı’ sesi için iki harf, bir ‘i’ sesi için, N ile H arası değişik bir harf şekli.. Daha ismini ve sesini bilmediğim başka harfler de..
Bir de bu harflerin türk dilinin farklı lehçelerini konuşan Orta Asya ve Kafkas halklarına birbirinin yazılarını  okuyup anlayamıyacak şekildeki ses yüklemeleriyle dayatıldığını düşünelim. (Farsça ve türkçe yazdığı şiirleriyle İran edebiyatında fevkalade bir yeri olan merhûm şair Şehriyâr, 40 sene öncelerde, sadece Anadolu, Kafkas ve İran coğrafyasındaki türkçe konuşan halkların durumuna bakıp, Kafkas’lardakilerin kril alfabesiyle, Anadolu’dakilerin latin alfabesiyle, İran’dakilerin arab alfabesiyle yazdıklarına işaretle, halkın kendi inancıyla zıdlık arzeden kril ve latin alfabesinin şeytan alfabeleri olarak  nitelerdi.)
*
Emperyalist oyunlar elbette köklere darbe vurucu derinlikte olacaktı..
Sovyetler Birliği dağıldığında, Kafkas ve Orta Asya müslümanlarının, 75 yıldır sandıklarda gizledikleri arab harflerinin kurşun kalıplarını çıkarıp, dergilerini, gazetelerini o harflerle yazmaya başlamalarını hatırlayalım. Hatırlıyorum, o komunist imparatorluğunun çöküşü sırasında, 25 sene öncelerde, Özbekistan müslümanları, ‘Mavera-un’nehr Muselmanlarının Sadâsı’ adıyla bir gazete çıkarmaya başlamışlardı, arab harfleriyle.. Müslümanlar, kendi kültürlerine tekrar döneceklerinin heyecanını yaşıyorlardı.
Azerbaycan Cumhuriyeti’nde de ‘Odlar (Ateşler) Yurdu’, ‘Seher’ gibi isimler taşıyan dergiler yayımlanmaya başlamıştı.
Ama, insanlar o çöküş, çözülüş ve yeniden kuruluş demlerinde parasız oldukları gibi, paraları olsa bile bu kez de kağıt bulamıyorlardı.. Komünist diktatörlüğün şerrinden, zulmünden dolayı 75 senedir sakladıkları harfleri yeniden gün ışığına çıkarmanın heyecanını yaşıyorlardı. Amma, o sırada F.G.’nin Zaman gazetesi, Azerbaycan, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan’da, o yörelerin türkçe lehçe ve şivelerine uygun bir-kaç ek harfle o dillerin latin harfleriyle yazıldığı gazeteleri, ileri teknikle ve bol mikdarda basmaya başlamıştı bile.. Kağıd ve para problemleri yoktu. Diğer yeni ve yerli yayınlar muntazaman çıkamazken, bu gazete her gün muntazam çıkıyordu.
Amerikan gizli servisi CIA’in maruf akıl hocalarından Graham Fuller’in 1992’lerde, Turgut Özal’a, ‘Sovyetler’in çökmesinden sonraki dönemde, meydana gelecek boşluğu, siyasî hedefler olmaksızın, dolduracak kültürel çabalara ağırlık vermelisiniz..’  gibi görüşlerin de bulunduğu raporunu sunduğu ve F.G.’nin de gidip Ecevit’e Ortaasyada’daki çalışmaları hakkında bilgi verdiği ve Ecevit’in de -o zamanlar medyaya yansıdığı şekliyle-  ‘Rahşaaan, bak, biz burada iç siyasî mücadelelerle uğraşırken, F.G. Bey, Orta Asya’da Devlet’in yapması gerekenleri yapıyor..’ diye takdirlerini belirttiği  dönemler..
Daha sonralarda ise, F. G, bu konuyu, verdiği röportajlarda, ‘Biz olmasaydık, Orta Asya ve Kafkasya İran veya Suûdî etkisine girecekti, biz onu önledik..’ diye gururla itiraf edecekti.. Halbuki, oralarda İran veya Suûdî etkisini kırmak adına engellenen ve emperyalistlerin korktuğu, -komünizmden çökmesinden dolaayı meydana gelen- ideolojik boşluğu İslam’ın doldurması ihtimali idi.
Ve hatırlayalım, o günlerde, İslam tehlikesinden söz edildiğinde, Demirel de, ‘merak etmeyiniz, oraları komünizm ezip geçmiş ve İslam tehlikesini bertaraf etmiştir’ diye şükranla anıyordu.
*
Afrika’daki, çoğunluğu müslüman olan ülkelerde genelde, arab alfabesi hâkim idi. Ama, kıt’anın diğer bölümlerinde Batı Avrupa ülkelerinin kendi aralarında paylaştıkları coğrafyaların herbirisinde ‘efendi-ülke’nin, emperyalist dünyanın zevk ve kültürleri dili ve alfabesi esas alınıyordu..
*
Hangi alfabe eğri-bürgü harflerden oluşmaz ki..
Avrupa, Amerika ve Avustralya kıt’alarında ise, latin alfabesi kullanılır.
Ancak, bu coğrafyalardaki alfabelerde de farklı dillere göre aynı harflere değişik sesler verildiği veya bazı harflerin üstüne veya altına konulan bir takım nokta veya başka  eklerle, dillerin seslerinin teferruatıyla yansıtılmasına çalışıldığı görülür.
Sözgelimi, ‘I, i’ harfi, ingilizcede bazan ‘i’ sesi verir, bazan ‘ay’ sesi.. Bazı kelimelerin okunuşunda ingilizler bile yanlışa veya tereddüde düşerler. Bir Şekspir diyebilmek için,ShakespeareÇorçil için Churchill.. yazmak gerekir.
Fransızcada da Jan Jak Ruso  diyebilmek için, Jean Jacques Rousseau yazılması gerekir.
Bu örneklerin daha da karmaşık olanları vardır. Bir Niçe adını telaffuz edebilmek içinNietzsche yazmak gerek..
J harfi bazı dillerde ‘y’ yerine kullanılır, bazılarında j, bazılarında c, ispanyolca gibi bazı dillerde ise, h sesi için.. Ch harfleri ingilizcede ‘çe’ sesi verirken, fransızcada ‘şe’ sesi verir.
Fransızcada sadece e harfinin 4 ayrı sesi vardır, üzerine konulan işaretlerle..
Almancada  ‘şe’ sesi için, ‘sch’ harfleri de kullanılır, ‘ch’ harfleri de.. Ya da, s harfiyle başlayan kelimeler, daha sonraki harfler sessiz ise, ‘ş’ şeklinde okunur.. Strasse (ştrase), spiegel(şpigel), stern (ştern) gibi.. Kelime başındaki ‘s’ harfinin devamındaki harf sesli ise,  S harfi o zaman, ‘z’ olarak telaffuz edilir, saturn (zaturn) gibi.. Ya da z harfiyle başlayan kelimenin devamındaki harf sesli ise, ‘z’  harfi ‘s’ olarak telaffuz edilir, sigara için, zigaretten (sigarettın)denilmesinde olduğu gibi.. Böyle daha pek çok örnekler.. Vurgulu iki ‘s’ sesini vermek için almancada kullanılan ve bazan B harfi ile karıştırılan sanılan ‘ß’ (duppel es) harfinin kaldırılması bir ara tartışıldı, ama, o bile kabul görmedi. 
Doğu Avrupa’daki slav kavimlerinin bir kısmı da kril ile yazsalar da, latin alfabesini kullananlar da vardır.
Yunanistan ise, kendine özgü bir grek alfabesine sahibdir.
İskandinav dillerinde ise, harflerin eklenen değişik işaretler daha bir fazladır..
Bütün bunlar seslerin harflere göre şekillenmesi için değil, harflerin tabiî sesi yansıtması içindir. Latin alfabesinde bazı dillerde, tabiî sesin verilebilmesi için, o kadar farklı harfler geliştirilmiştir ki, birkaç örneğini buraya koyalım: (ẅ, ả, ẫ, ẹ, ặ, ẵ, ậ, ẅ, ẃ, ồ, ẽ, ề, ế, ệ, Ị-ị, ữ, ờ, ủ, ố, ạ, ẁ, ў, ї, ё, ǽ, ǚ, ǿ, œ, ů,...)
*
Arab harfleriyle yazılırken de bir takım ekler, noktalamalar getirilmiştir, çeşitli dillerde..
Hatta arab lehççeleri arasındaki farkın yansıtılması için bile..
Pakistan’da, urduca yazılarda kullanılan arab harflerini okumak bayağı bir maharet ister.. Afganistan’da da, aynı şekilde.. Peştuca bir yazıyı o harflere bakarak okumak kolay değildir.
Farsça da, arabçada olmayan ‘p, j, ç’ gibi sesler için ek harfler icad olunmuştur.
80 yıl öncelerde, türkçedeki bazı sesler için de ek harfler vardı.. ‘Nunlatan kef’, veya ‘g’ gibi harfler için.. Hele İslamî ıstılahların, terimlerin yazılması açısından, bir çok sesi yansıtamıyordu, bu latin alfabesi.. K-q,  sesleri bir yana, ve bir tek ‘s’ harfiyle, üç ayrı ‘se’ sesinin, bir tek ‘z’ harfinin üç ayrı ‘z’ sesi için kullanılması, üç ayrı ‘h’ sesinin bir ‘h’ harfiyle, karşılanmaya kalkışılması gibi..
*
Alfabe değişikliği, gerçekte bir aşağılık duygusunun dışa yansımasıydı
1870’lerden itibaren arab harflerinin türkçe ve farsçayı seslendirmeye yetmediği iddiası İran’lıFethali Akhundof  adında ve o dönemde güçlü bir bürokrat olan azerî bir kişi eliyle gündeme getirilmeye başlanmıştır.
Bunu Cafer Bağçeban isimli bir eğitimci daha ileri noktaya getirmeye çalışmıştır.
Osmanlı’da da, aynı dönemde teknolojik açıdan ileri Batı Avrupa ülkelerinin alfabelerine özenmeler başlamıştır, Akhundof’un İstanbul’daki çabalarıyla da...
İsimlerin ‘filan ....Pasha/ falan ...Pascha’ şeklinde yazıldığı kartvizitler bastırılmasından gurur duyulan bir yeni dönem.. Bunlar, bir aşağılık kompleksine, duygusuna kapılmışlığı yansıtır.
Bu yöndeki tartışmaların karşılanması için, 1875’lerde Cemiyet-i Hars-i Osmanî (Osmanlı Kültür Cemiyeti) bu konuların ilmî şekilde tartışılmasını için vazifelendirilir.
Tartışmalar daha sonra, 2. Meşrutiyet’ten sonra, İttihad - Terakkî döneminde Enver Paşa’nın adıyla anılan Enverî’ yazısına kadar varır.. Harflerin ayrı ayrı yazılmasından oluştuğu için  ‘Hutût-u munfasıla’  denilen ve arab harflerinin ayrı ayrı yazılmasını esas alır bu yazı tarzı.. Halbuki, arab harflerinin bazıları kesinlikle ayrı yazılmayı gerektirir, bazıları da bitişik..
Bu öylesine bir karmaşa meydana getirir ki; o dönemden bazıları, 1. Balkan Savaşı’ndaki yenilginin, o ‘Enverî’ alfabesiyle yazım mecburiyetinden ve yanlış anlamalardan kaynaklandığını bile yazmışlardır. Sonra, o dayatmadan vazgeçilir. Ama, kendilerini ‘münevver, aydın..’  vs., şimdi de ‘entellektuel’  filan diye isimlendiren kesimler, tartışmaları sürdürür.
İttihad-Terakkî’nin önde gelen fikir adamlarından katı laik Abdullah Cevdet’in çıkardığıİctihad isimli dergide devamlı işlediği konulardan birisi de alfabe değişikliğinin gerekliliği konusudur.
I. Dünya Savaşı’nda ağır şekilde yenilen Osmanlı Devleti’nin sahne dışına sürülmesinden sonra ise, onun enkazının bir kısmı üzerinde ve onun uluslararası hukuk açısından temsilcisi olarak Ankara’da kurulan yeni rejim, arab alfabesini kaldırmak için çalışmalara başlar.
Çünkü, müslüman halkın, modern diye yaldızlanarak anılan emperyalist dünyaya karşı tehdid oluşturmasında etkili olan İslam inanç ve kültürüyle güçlü irtibatın kesilmesi de bir çare olarak bu yol düşünülür.
Farz-ı muhal, Japonya’yı işgal eden bir güç, orada kendilerine bir daha mukavemet edemiyecek bir durum meydana getirmek istediğinde, düşüneceği tedbirlerden birisi de,  o halkın geçmişiyle irtibatını koparmak olacaktır.
Bizde yapılan da budur.
*
‘Enverî elifba’dan İsmet Paşa’nın itirafındaki mânâya uzanan çizgi..
Nitekim, ‘enverî alfabesi’ gibi yarım oluşlar ve arayışlar yerine, bütünüyle latin alfabesine geçilir, 1928 tarihinde.. Ve latin alfabesine türk alfabesi denilerek türkleştirildiği sanılır.
Halbuki, ülkenin etrafındaki eskisiyle-yenisiyle diğer bütün ülkelerin, Rusya’nın, Yunanistan,  Bulgaristan, İran, Irak ve Suriye’nin kültürlerini asırlarca yazdıkları kendilerine aid alfabeleri vardı. Daha sonra da, Filistin topraklarında işgal yoluyla, zorla kurulan sionist İsrail rejimi de kendisine aid, 2000 yıllık geçmişte resmî bir alfabe olmayan ve sadece yahudi din kitablarında kullanılan hebrî/ ibrî- ibrani alfabesini diriltmişti.
Sovyet Rusya’nın dağılmasından sonra ortaya çıkan Gürcistan ve Ermenistan da kendilerine aid özel alfabelerini resmî alfabe yaptılar.. Bu ülkelerden  hiçbirisinin alfabesi latin alfabesi değildir. Sadece Türkiye’dir ki, latin alfabesine türk alfabesi demekle onu türkleştirdiğini sanmıştır. Üstelik, türkçenin halkımızın konuştuğu dilin inceliklerini bu alfabe seslendirmeye yetmemektedir. Sesleri temsil eden ifadeler yerine, seslerin, harflere göre şekillenmesini isteyen bir dayatmacı mantık yüzünden, dilimizdeki bazı seslerin yazılması mümkün olmamakta..
Ve daha acısı, zorla kabul ettirilen bu alfabeye karşı çıkanlar dârağaçlarında sallandırılmıştır. Gazete binaları önünde onlarca kişinin sallandırılması ise, daha bir çarpıcı yöntem olarak icad olunmuştu.
Böyle olunca, insanlar evlerindeki kütübhanelerde bulunan kitabları, denizlere, ırmaklara veya ateşe atarak ya da başka ülkelerden gelip almak isteyenlere bir de taşıma paralarını da kendileri ödemek sûretiyle vermişler, yok etmek zorunda kalmışlardır. (Bugün Irak-Necef’de bulunan şiî medreselerindeki yüzbinlerce-milyonlarca kitabın bir kısmı da bu yolla toplanmıştır. Diğer ülkelerde de durum aynıdır.)
Ve sanki -çivi yazısı dışında- düz çizgilerden oluşan alfabeler varmış gibi, yeni rejimin kalemşörleri, arab alfabesinin kargacık-burgacık olduğunu iddia eden korkunç bir tahrib ve propaganda savaşına girişmişlerdir.
İsmet İnönü’nün, ‘Biz harf inkılabı yapmadık, belki inkilabımızın alfabesini bulduk..’şeklindeki ifadesi gerçeği net olarak ortaya koymaktadır.
Gerçekten de yapılan devrimler için, yeni bir alfabe, yeni bir harf gerekiyordu; müslüman kültürel ve itikadî açıdan silahsız bırakılması, -eski deyimle- hal-i silah edilmesisilahtan arındırılması gerekiyordu. Ve o hal-i silah epeyce işlerine de yaramıştır, ama, müslüman halkımız, bu yeni silahı da onların üzerine çevirmek dikkat ve maharetini göstermiştir. Çekilen birçok acılara ve kaybedilen nice nesillere rağmen..
Yine aynı İsmet Paşa’nın, Meşrutiyet yıllarından itibaren ünlü bir laik gazeteci olan Huseyn Cahid Yalçın’ı M. Kemal’e takdim ederken, ‘Paşam, biz bu Huseyn Cahid’i Meşrutiyet yıllarında alfabe inkilabını istediği ve kadınların örtüsünün açılması gerektiği yolunda yayınlar yaptığı için vatan haini olarak suçlamıştık..’ deyişi de ilginçtir.
Daha da  ilginç olanını, Bitlis Valisi iken Erzurum Kongresi’ne katılan ve orada M. Kemal’in özel kâtibliğini üstlenen Mazhar Mufid (Kansu) hâtırâtında yazmıştır.  Özetle: ‘7-8 Temmuz 1919 gecesi sabaha karşı bir sofra etrafında uzuuun sohbetler sırasında, M. Kemal Paşa ileride zafer kazanılacak olursa neler yapılacağını sıralamaya başlar.
‘Saltanat kaldırılacak.. Kadınlar örtüsü kaldırılacak, Hılafet kaldırılacak.. Arab alfabesi kaldırılacak, latin alfabesi kabul edilecek.., vs..’
Mazhar Mufid, bile şaşırır.. ‘Paşam, her halde içki başınıza vurdu.’ der.
O da der ki..
‘Mazhar Mufid bir gün gelecek, bunları bir gün, gündemin kaçıncı maddesine geldik diye soracağım..’
*
Müslüman halkımız, ancak, kendi tarihî köklerinden beslenerek uzanacaktır, geleceğe..
Şimdi..
Sanki ayrı bir dil ve ayrı bir alfabe imiş gibi sanılan Osmanlıca metinlerin okunabilmesi, ve kezâ yazılabilmesi için, yeni bir proğram başlatılmış bulunuyor, Tayyîb Erdoğan tarafından..
Kemalist-laik cenah, kendilerinin, müslüman halkımızın Anadolu’daki 1000 yılı bulan geçmişine kurdukları tuzakların ağırlığını görmezlikten gelerek, yapılmak istenenin son 100 yıllık inkilablara bir meydan okuma olduğunu ileri sürerek feryad ediyor.
*
O yapılanlar tesadüfen değilse, bir kararlılık ve planla yapıldıysa; bu yapılmak istenenler de elbette tesadüfen değil, bir plan çerçevesinde yapılıyor.
Tayyîb Erdoğan, 12 Aralık 2014 günü Üsküdar Belediyesi'nce düzenlenen "Hattat Hasan Çelebi'ye Saygı Gecesi"nde yaptığı konuşmada, ‘Dünyada hangi millet vardır ki, medeniyetinin üzerine inşa edildiği yazıyı okuyamaz? Var mı böyle bir millet? Dünyada hangi millet vardır ki dedesinin mezar taşını okuyamaz? Dünyada hangi millet vardır ki, iftihar ettiği şairleri, yazarları, münevverleri, âlimleri ilk kaynağından öğrenemez?’diyordu.
Erdoğan, ’Hat, sadece güzel yazı değildir. Hat, coğrafyadır. Hat, haritadır. Hat, büyük bir medeniyetin, kadîm bir medeniyetin, sınırları olmayan bir coğrafyanın ortak dilidir.’derken  doğru bir tesbit yapıyordu.
Evet, yazı ve dil bir kültür ve medeniyettir ve bir toplumun ortak hâfızâsıdır.
Hele osmanlıca.. Onlarca etnik unsurun ve nice din ve mezheblere  mensub milyonların ortak dil ve alfabesinin adıydı ve o türkçeydi, arabçaydı, farsçaydı, kürdçeydi, rumca ve italyancaydı, rusça, sırbça, arnavudça, bulgarca, romance,  ermenice, süryanice, çerkezce, tatarca vs. idi. Asırlardır bir arada yaşayan bütün toplumların dilinden kelimeler vardı. Geniiiş bir coğrafyada asırlarca bir arada yaşayan toplumların dilinin başka türlü olması da düşünülemezdi, esasen.. Bir dile asıl özelliğini veren fiiller olduğundan, vagonları arkasından sürükleyen lokomotif durumunda olan da türkçe idi.. Ve bu dil genel olarak, asırlardır, arab alfabesiyle yazılıyordu.
O halde, bu derin tarihî kökleri olan kaynak kurutulmalıydı. Yani, inkılab diye yapılanlar, (son günlerde yeniden gündeme gelen tartışmadaki şekliyle bir inkilab diye de okunabilir) tesadüfen veya basit bir zann veya heyecanla yapılmış değildi, bir proğramın neticesiydi.
Bugün yapılmak istenen de tesadüfen değildir, bir restorasyon çabasının ürünüdür.
Zâten tepkiler de, laik- jakobenlerin, emperyalizmin zevklerine göre yaşamayı esas alanların ve onların isteğine göre yaşamayı medeniyet ve kültür zannedenlerin, 100 yıl öncelerdeki dünyada yaşanan nice toplum mühendisliği heveslerinden de etkilenerek son 1 asırlık tahakkümlerinin tehlikeye düşeceği korkusunu yansıtmıyor mu?
NOT:
’Bizim için İslâm’dan başka sınır da yoktur, vatan da..’ diyerek, arz-ı hal:
1972-80 arasındaki zaman diliminde, gazetelerdeki günlük makalelerle, arkadaşlarımızla birlikte çıkardığımız dergilerle yazdıklarım yüzünden, ’devletin kısmen de olsa dinî esaslara göre yönetilmesini istemek’ gibi ağır suçlamalar yüzünden o zamanki ünlü 163. maddeden mâruz kaldığım mahkûmiyetler ve yargılamalar devam ederken..
Ülkemizin kurtarılması iddiası adına önceki nice askerî darbeler gibi ’12 Eylûl 1980’ tarihinde de bir kez daha gerçekleştirilen ’Askerî Darbe’ sonrasında, ihtilalcilerin pençesine kendi rızâmla düşmemek için yurt dışına çıkmak zorunda kalmış ve arkasından General Kenan Evren’in diktatörlük rejimi tarafından vatandaşlıktan çıkarılmıştım. Bu durumum 10 yıl kadar sürdükten sonra vatandaşlık sıfatım 1993’lerde iade edilmişti. Ama, yığınla dâvâlar ve cezai tehdidler yine sürüyordu. Bu yüzden, yine dönemiyordum doğduğum topraklara.. Here tarafı Rabbimizin olan geniş yeryüzünde on yıllarım geçti, böylece..
Üstelik,  önceki suçlamalarla yetinmeyen kemalist-laikler, 28 Şubat 1997 Darbesi ortamında, yeni suçlamaları da yüklemişlerdi, sırtımıza.. ’Kudüs Kurtuluş Ordusu’ ve benzeri gibi bir takım örgütler kurmakla ve onların yöneticiliğini üstlenmekle suçlanmıştım. Yalanı ve hayali güzel olsa bile, sahib olmadığımız meziyetleri sahiblenmemiz elbette düşünülemezdi. Ancak, laikliğin bin yıl süreceğini iddia eden kemalist generallerin elinde bir cendereye dönüşen laik yargı sistemi, hakkımda, bir terör örgütü yöneticisi suçlaması yaptı, interpol aracılığıyla yakalanıp iadem için hakkımda kırmızı bülten bile çıkardı..
İki sene kadar önce, o günlerin Hükûmet Başkanı’na, ’tutuksuz yargılamam için hukukî bir imkan varsa, gelip yargılanmak istendiğimi’ duyurmuştum. Ama, bir takım acaib eller devrede olduğundan, bu imkân bulunamadı.
Ama, o odakların gücü bugünlerde kısmen de olsa, zayıflatılır gibi.. Bu cümleden olmak üzere, 12 Aralık 2014 günü, Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi, ’ülkeye dönüp ifade vermem halinde, tutuksuz yargılanacağıma dair bir güvence belgesi verilmesi’ne karar vermiş..
Bu durumda, dönüşüm için gerekli olan işlemlerin yapılmasından sonra, doğduğum topraklara, ayrılışımdan 34 sene sonra, önümüzdeki günlerde dönmüş olacağım, inşaallah..
Ancak, bu kararın meydaya yansıtılması benim bilgim dışında olmuştur ve gürültülü ve gösterişli hareket etmek, uslûbuma da uygun değildir.
Yurt dışında da olsa, bulunulan her meşrû imkanla yerine getirmeye çalıştığım, kalem ve söz söyleme siperlerindeki vazifelerimi, doğru olduğuna inandıklarımı, bundan sonra, doğduğum topraklarda, cismen de hazır bulunarak tekrar dile getirmeye devam edeceğim, inşaallah..
Merhûm Muhammed İqbâl’in diliyle:
’Bizim için İslam’dan başka sınır da yoktur, vatan da..’ 

Bir ‘Alfabe İnqılabı’na Değil, Bir ‘İnkilabın Alfabesi’ne İhtiyaç Vardı - Selahaddin Eş Çakırgil

Bugünlerde ‘osmanlıca’ denilen bir yazı üzerinde tartışılıyor, ülkede..
Japonların alfabesinde 400’den fazla harf veya şekil vardı.. Bunları şimdi 100’den aşağılara çekmişler, biraz azaltmışlar.. Yine de, alel-acele dikilen gecekondu barakalarını andıran o acaib şekillerin altına, üstüne, yan taraflarına, içindeki boşluklara atılan bir çentik veya çiziklerle yığınla mânâ değişiklikleri oluyormuş.. Bir de o şekilleri japon gazetelerinde yanyana değil de, yukarıdan aşağıya dizilmiş olarak görünce, dışardan bakanlar için daha bir zor gözükür.

6 Aralık 2014 Cumartesi

Pastahaneci ve Yaşlı Teyze

Pastahaneci iki hırsızlık olayını anlattıktan sonra herkesin morali bozuldu. Biri şehri şu iki kelime ile özetledi: Hırsızlık ve Yalan... 
Ancak hemen ardından pastahaneci şu olayı anlattı: Geçen haftaların birinde cuma namazına gitmiştim. Telefonumu dışarıdaki masanın üstüne unutmuş bırakmışım. Bunun da farkında değildim. Namaz dönüşü geldim baktım ki yaşlı teyzenin biri masada oturmuş ve öylece bekliyor. Beni görünce: "Evladım telefon sizden birinindir diye düşündüm ve birileri çalmasın diye bekledim!"
(bu olayı anlatınca herkeste bir rahatlama meydana geldi. 
İyiler hep insanın yüzünü gülümsetirler. Allah da onların yüzlerini ak etsin.)

Pastahaneci ve Hırsızlar


Pastahane aranıyor ve sipariş veriliyor. Motorla siparişi götüren elemana siparişin kendilerine ait olmadığı söyleniyor. Eleman aşağı bi iniyor: MOTOR YOK! Sonradan anlaşılıyor ki bir tuzak hazırlanıyor. Telefon eden kişi aranıyor. Cevap şu: Biri sipariş vermek için telefonumu istedi bende insanlık namına verdim.
(kendisinden telefon isteyen müşteriye telefon yok deyip geri çeviren pastahanenin sahibi bana anlatıyor olayı. bundan sonra iki hırsızlık olayı daha anlatıyor)

06.12.2014

1 Aralık 2014 Pazartesi

'Mushaf’a Abdestli Dokunmak' Meselesi



‘Ona ancak temizler dokunabilir’ manasındaki Vakı’a suresinin 79. Ayetinin Mushaf’a abdestli

1) Bu ayet indiğinde elde henüz kitap denilecek bir ‘Mushaf’ bulunmamaktadır.

2) O dönemde henüz abdesti farz kılan Maide Suresi 6. Ayeti inmemişti.

3) Ayetin hitap bağlamı mü’minler değil kafirlerdir.

4) Ayetin konusu insanlar değil cin ve melek gibi görünmeyen varlıklardır.

5) Ayetteki temizlik maddi değil, Al-i İmran Suresi 55, Enfal 11, Tevbe 103 gibi bir çok ayette kullanıldığı üzere manevi temizliktir ki, vahyin sayfaları da ‘temiz sayfalar’ (Beyyine 2) olarak anılır.

6) Ayette geçen cümle inşa değil haber cümlesidir. Yani ‘dokunmasın’ değil istese de ‘dokunamaz’ denilmektedir.

7) Ayet ahkam ayeti değildir. Çünkü Mekke’de inmiştir.

8) Vakı’a suresi 78. Ayette ki Meknun kitap, yani ‘saklanmış kitap’ elle tutulup gözle görülemez olan Kur’an’ın da içinde yer aldığı ‘Ana Kitap’tır..
dokunmakla hiçbir alakası yoktur. 

Zira:
Sadece Kur'an'a değil hiç bir kitaba abdestsiz dokunmamaya çalışalım. Abdest bizim manevi zırhımız olsun. Ancak bunu Haram konusu yaparsak Allah'ın hududuna girmiş oluruz. Bir şeyi yap güzel yada yapma iyi değil demek ayrıdır Helal - Haram saymak ayrıdır. Helal ve Haram koyma yetkisi sadece Allah'a aittir. Yasak koyma yetkisi ise Peygamberimize ve onun takipçisi olan İslam liderlerine aittir. Bu da kalıcı değil yasağın sebebi geçene kadardır.

17 Kasım 2014 Pazartesi

Kızıl Gök, Yağmur ve İnsan

kızıl gök
ve gecenin sessizligi
yagmur konuşacak birazdan
susun şimdi
onun sözleşmesi henüz yeni
dosttur o
tıpkı agaçlar gibi
insan gitsin
biz kalalım
ben yagmur ve agac
sen orda kal
ama korkma
gök kızıl
konuşan dost yagmur
yagmur kibirsiz ve harbi
insanlar gibi degil
sesi cok cıksa da fiskosları yok
korkacaksan kendinden kork
kibrinden, egondan, bakışlarından
sen orda kal
dostum yagmur gelsin
sabah da agacla konuşacagım
ben kainat korosundayım
biz dostuz
sacidleriz, kaimleriz..
ama sen anlamadın beni/bizi
kibir yazacagım mezar taşına
yalnız o tanıtır seni bana
**
gök kızıl
yagmur konuşacak

Kızıl Gök, Yağmur ve İnsan

kızıl gök
ve gecenin sessizligi
yagmur konuşacak birazdan
susun şimdi
onun sözleşmesi henüz yeni
dosttur o
tıpkı agaçlar gibi
insan gitsin
biz kalalım
ben yagmur ve agac
sen orda kal
ama korkma
gök kızıl
konuşan dost yagmur
yagmur kibirsiz ve harbi
insanlar gibi degil
sesi cok cıksa da fiskosları yok bari
korkacaksan kendinden kork
kibrinden, egondan, bakışlarından
sen orda kal
dostum yagmur gelsin
sabah da agacla konuşacagım
ben kainat korosundayım
biz dostuz
sacidleriz, kaimleriz..
ama sen anlamadın beni/bizi
kibir yazacagım mezar taşına
yalnız o tanıtır seni bana
**
gök kızıl
yagmur konuşacak

Güneş ve Vahiy İklimi - Şiir




semboldür güneş bu topraklarda
sabaha uyanan insan ilk onu görür karşısında
bulutsuz bir hava
sarı sarı tebessümlerle dogar güneş
insandaki umut tohumları o tebessümle yeşerir

vahyin ikliminde nefes alanlar
güven içinde yaşarlar bu alemde
'lehul mulk' hakikatine sırtını dayayan,
kurtarmıştır kendini mülke köle olmaktan
bu topraklarda öyleydi bir zamanlar
ama şimdi mal-mülk gerçek,
insan ise gölge

14 Kasım 2014 Cuma

Reddediyoruz Sahte İlahları

Reddediyoruz tüm putları
Allah'tır bizim İlahımız
O yeri ve göğü yaratandır.
O bizi ve atalarımızı yaratandır.
Olacaksa bir kanun bir yasa
Allah'ın kitabına göre olmalıdır.
Çünki Allah hem yaratandır
Hem emredendir/emirleri olandır.
Özgürlük budur.
Yatağında akan suyun akışı gibidir bu hal
Fıtratımızın rahat akacağı yataktır Allahın şeriatı/kitabı
***
İnsanları putlaştırmak
Tarihten gelen bir hastalık ve bir zaaf
Hayran olunacaksa bir zata
Bu her daim Allah'tır ve Allah olmalıdır.
Seni yaratan ve yaşatan
Annen değil baban değil atan değil liderin değil
İdeolojin değil ırkın değil bayrağın ve toprağın değil
Allah'tır Allah...

9 Kasım 2014 Pazar

Ehli Sünnet Müdaafacıları Üzerine - Bülent Şahin ERDEĞER

Ebubekir Sifil, İhsan Şenocak gibi popüler isimlerle gündeme gelen Ehl-i
Sünnet Korumacılığı ve saldırganlığı ne zaman başladı
İlk dalga, Cemalettin Afgani  EBU'L A'LA EL MEVDUDİ,Seyyid Kutub Nebhani, İbni Teymiye gibi öncülerin 60'lı yıllarda çeviri eserlerle muhafazakar düşünceye alternatif olarak Türkiye İslamcılığı'nı mayalamaya başlamasına tepki olarak ortaya çıkmıştı. Tarikat-Tasavvuf-4 mehzeb taklidi'ni savunmak için "mezhepsizler" "müçtehid taslakları" gibi söylemlerle saldırılmıştı... Başını da Ali Nar, Mehmed Şevket Eygi, Necip Fazıl ve Mısıroğlu gibi isimler çekiyordu...

2. Dalga ise 90'larda yükselen İlahiyat fakültelerine karşı başladı. İşte Sifiller o dalganın temsilcileri. Özellikle bir yandan Ankaraokulu ve İslami Araştırmalar/İslamiyat dergilerinin öte yandan Haksöz Okulu, Akabe, İktibas, Çekmegil'in Nida gibi Kur'an merkezli dergilerin başlattığı sorgulama ortamına karşı Ehl-i Sünnet Müdafaası'nın akademik dolulukla tekrarlanması ve Akademik bir Cevap verilmesi kompleksinden kaynaklanıyordu. Önce İnkişaf ile başlayıp Rıhle ile devam eden serüvenin kısa özgeçmişi bu...

Sifil ve Şenocak bir "Ehl-i Sünnet" savunuyor. Bunun resmi tarihini de şöyle özetliyorlar:

1-Sahabe "fitne döneminde" içtihad ettiler Hz. Ali de Muaviye de haklıdır.

2-Selef diye blok bir nesil vardır. Selef temel konularda akaid ve fıkıhta ortak bir görüşü savunur. Örneğin Kader vb. konularda...

3-Halef de 4 Hak Mezheptir ve bu 4 Hak Mezhep=İslam'ın kendisidir.

4-Osmanlı dönemi yaşanan İslam meşrudur tasavvuf ve tarikatlar=İslamdır.

5-Bu İslam olduğu için farklı her görüş bidattir, sapıklıktır vs...

Ben bu algıya kökten karşı çıkıyorum. Kısaca şöyle cevaplayabiliriz:

C-1-Sahabe içtihad etmedi arasında Kur'an ve Sünnete sadık kalanlar ve kalmayanlar vardı ve bir iktidar savaşında önemli bir kriz yaşandı. Bugün yaşadığımız bölünmenin kökenlerinde Muaviye'nin darbesi var... "Muaviyeci İslam" var...

C-2-Selef diye blok bir nesil yok. Selef döneminde de bugün olduğu gibi akaid ve fıkıhta çok farklı eğilimler ve ekoller vardı. örneğin Kader vb. konularında...

C-3: Hak mezheb kavramı da İslam'ın Sünnilikten ibaret olduğu anlayışı da batıldır mezhebi din edinmektir.Ehl-i Kıble olan diğer görüşleri aforoz etmektir...

C-4: Osmanlı da blok bir yapı değildir resmi ideolojisi Kur'an ve Sünnet açısından çok ama çok sorunludur...

Sifil bu konuşmasında Ayetleri ancak "Selef onayından" geçerse kabul edin diyor... Kim Selef? Ehl-i beyt imamları mesela İmam Kasım Ressi selef mi? Hasan Basri Gaylan Dımeşki, Cad bin Dirhem vb. niye selef değil? Kim belirliyor bunu? Onlar değil "Selefi Salihin" Seleftir deniyor bu sefer...

Kur'an mı Selef'e Selef mi Kur'an'a uyacak?

Selefiler de sizi Selef'e davet etmiyorlar mı? Selef'te tevessül vb. konular nasıldı siz gerçekten selef'e mi tabisiniz? Bu sorular uzar gider...

29 Ekim 2014 Çarşamba

İnanç Psikolojisi 1 - Nevzat TARHAN

İnsanca yaşamak, kendini gerçekleştirmek ve hayatını yeniden inşa etmek yeni uygarlık arayışının
çabalarıdır. (14)
//
İnanç denildiğinde dogmatik olan, mitolojik yönleri ağır basan, sorgulanamayan inancı anlamak yeterli değildir. Sorgulanamayan, bilimsel yöntemlerle test edilmeyen, üzerinde çalışma yapılmamış, akıl yürütme yöntemleri ile incelenmeyen hiçbir inanç sağlam değildir. Sağlam olmayan bir inanç temeline oturmuş din ise, insanın psikolojik sağlığında kalıcı bir etki bırakamaz ve iyi bir yol gösterici olamaz. (14)
//
En yakın yıldızın 4 bin ışık yılı mesafede olduğunu evrenimizde, insanın ne kadar küçük olduğu aşikar. (15)
//
Akıl insana, tapınmaya değer bir yaratıcının olması gerektiğini söylerken; DNA'da insanın kader programını göstermektedir. (15)7
//
Özgür düşünen, sağlıklı fikir üretmek isteyen modern insanın, sağlam inanç ve dinin getirdiği güzelliklerden mahrum kalmaması gerekir. Dindar insan da yeni uygarlık anlayışında pozitif bilimin getirdiği tasavvurdan, metodolojiden ve bireysel mutluluk araçlarından yararlanmalıdır. (16)
//
Mantık yürütme sonunda onaylanıp, gönülden doğrulanan fikirler, inanca dönüştüklerinde daha kalıcı bir temel dayanağa sahip olurlar. (19)
//
Özgür irade ile onaylanmayan inanışlar çoğu zaman geçicidirler. (19)
//
Marsel Mesulam insan beyninin %90'ının duygu, düşünce ve davranış işlemdiğini, beş duyu ile ilgili işlemlerin ise sadece %10'unu kapladığını söylüyor. (21)
//
Beş duyumuz yemek, içmek, barınmak ve üremek için yeterli iken; medeniyet üretmek, akıl yürütmek, muhakeme yapmak, evrene hakim olmak, insani değerleri geliştirmek, felsefi arayış içinde olmak, kutsala inanmak bu sınırlı duyularla yeterince açıklanamaz. (21)
//
Hayatı anlamsız gören kişinin yaşamak için sebebi kalmadığında, toplumsal katılıma sırtını döner. (23)
//
Maddenin arka planı, onun anlam boyutudur. Soyut kavramlar somut olgulara anlam katar. Bildiğimiz her şeyi, her cismi soyut kavramlarla oluştururuz. Soyut ve sembolik düşünce, her şeyin "doğa"sını ortaya çıkarır. (23)
//
Somut yani maddesel evrenle, soyut diye adlandırdığımız anlamsal evren arasındaki dengeyi fark
eden ve korumaya çalışan insan hakikate ulaşacaktır. Somut evren bitkisel ve hayvansal düzey evrenidir. Soyut evren insani boyuttaki evrendir. (24)
//
Darwin ve Freud'a göre insan ile böcek aynıdır. (24)
//
Nasıl ki kitabı kitap yapan mürekkep ve kağıt değil de içindeki mana, bilgi ve geleceği aydınlatabilme kapasitesi ise, insanın değeri de onun gayesinde gizlidir. (25)
//
Antika bir eserin kıymeti demirciler çarşısında bir lira, antikacılar çarşısında bin liradır. (25)
//
İşte insanı da kıymetli kılan evrenin yaratıcısıyla olan bağı, mensubiyeti ve taşıdığı anlam boyutudur. (25)
//
Hayali güzelliğe aşık olanlara, platonik aşk denilmiştir. Eflatuncu bakış, evrenin manevi yapısı ile ilahi düzenin tapınmaya değer olduğu kanısını taşımaktadır. (25)
//
Günümüzde tapınmaya değer bir düzenin inkar edilmesi sonucu Tanrı'sı olmayan kiliseleri görmekteyiz. (25)
//
Şizofreni gibi akıl hastalıklarında hayal ile gerçek arasındaki sınırları algılama bozulduğu için kişi halisünasyonlara inanır ve yanılsamalar oluşturur. (27)
//
Kilise Galileo'ya karşı çıktığı zaman, o kendisini şöyle savunuyordu: "Tanrı insanların doğayı incelemesini istemeseydi, onlara beyin gibi bir organı vermezdi." (30)
//
Einstein ise Tanrı'ya inandığı halde ama dinler hakkında bilinmezci olduğu söylenmektedir. O da "Ben evrenin nasıl yaratıldığı ile ilgileniyorum; neden yaratıldığı ilgi alanım değildir" demiştir. (31)
//
İnana bir insan, inandığı şeyin gerçekliğini merak etmiyor ve araştırmıyorsa, bu inancı temel bilimsel ilkelere uymayacaktır. Zira inancın hakikatine dair sorgulama olmadan o bilginin yaşamı şekillendirmesi çok zordur. (31)
//
İnanma, sorgulayarak gerçekleştiğinde kalıcı olur. (31)
//
Diğer yandan kendi inancının sağlamasını yapan ve buna güvenen insan, inancını başkalarıyla tartışmaktan kaçınmaz. (31)
//
İnançlara güvenen kişiler teslimiyetle inanmanın hoşnutluğunu terk etmeden, teemmülle yani derin düşünce ile inanmanın sağlamlığını da yaşayan çağdaş dindarlardır. (32)
//
Yaratıcının kontrolünde olan bir evrim, dini öğretileriyle örtüşür. Doğal seleksiyonda türler arası geçiş yapan bir ayıklanma kanıtlanmamıştır. (34)
//
İlahi kontrolün hakim olduğu bir evrimin olması, ilahi hedefe aykırı düşmez. (34)
//
Tanrı'ya ihtiyacı olmadığını söyleyenlerin her şeyden önce evrim hipotezinin kanıtlanmış bir bilgi olmadığını kabul etmeleri gerekir. (35)
//
DNA zincirimizde Tolemer adında bir protein molekülü vardır. Tolemer, DNA'nın ömrünü yani kaç defa bölünebileceğini belirler. Matematikte olasılık hesaplarına göre 10^50 imkansız kabul edilir. Tolemerin kendi kendine rüzgar ve şimşeklerle dizilme olasılığı 10^625'dir. Yani olasılık hesaplarına göre 10^50'nin çok üstündedir. ve bu da tesadüfi varoluşun imkansız olduğunu göstermektedir. DNA'nın tek bir protein molekülünün bile bu derece ince bir hesaba dayanması, evreni de tesadüfi varoluşla açıklamanın imkan dışı olduğunu gösterir. (36)
//

Cumhuriyet Üzerine Notlar

2014'e geldik.. Hala tek adam fetişizmi sürüyor..
Üstelik Allah'ı bir gram dikkate almayan..
Allah'ı dışlayan, reddeden bu sisteme ve tek adamına asla gönlümüzde yer vermiyoruz..
Şu ayete bakın:
"Deki: Emretmekte, yaratmakta Allah'a aittir." A'raf Suresi 
Biz işlerimizi de Allah'ın emirlerine göre yapmalıyız.
Aksi halde O'nu hayattan dışlamış oluruz.
Söyler misiniz ey okumuşlar!
Müslümanlığımızı 'battı balık yan gider' mantığıyla mı sürdüreceğiz?
İmanımızı tazelemek demek sadece hergün Kuran okumak değil,
İmanımızı tazelemek her gün red bilincini tazelemekle olmalı...
La... La... La... La... La... La... La... Önce La...
sonra da İllallah...
*
Cumhuriyet rejimi laik/seküler/baskıcı kesimlerin elinden çıktıkça biraz kendi öz ruhuna dönmüş oluyor. Aksi halde bir zulüm düzeni olarak devam ediyor olacaktır. Nitekim 90 yılı ortadadır.
Bununla birlikte ciddi ve gerçek bir şekilde İslam'la aziz ederse kendini halkın gönlünde daha da yer eder....
İnsanlık tarihi ile yaşıt aziz İslam'ın siyasal etkinliğini Kitaba ve Elçi'ye göre ortaya koyarsa o zaman değerini bulmuş olur Cumhuriyet...
Cumhur, kendisini yaratanın yasalarına aykırı yönetildiği zaman kendisine zulmedilmiş olur. (2020)
*
Biz bunları yaşadık ve gördük. Bize birçok cumhuriyet neslinin köksüz insanı, idareci ve öğretmen olarak gelip, "Sizin yüksek öğrenimde ne işiniz var? Şimdi gidin, köylerde, şehirlerde imam olun. Laik ve demokratik cumhuriyetin, eşi bulunmaz bir sistem olduğunu, ayetler, hadisler okuyarak bu millete anlatın." dediler. (26)
-Hayrettin Karaman-
*
Laik kesim ne kadar da küstah?
Hem sözde laikler hem de hutbemize karışıyorlar.
Halkın aklıyla oynuyorlar.

Cumhuriyeti ise utanmadan istismar ediyorlar.
Pişkince yazıp çiziyorlar.
Ceberrut rejimi bize cumhuriyet diye yutturacaklar. Şimdilerde az biraz gücü kırıldı diye unutmaya hazırız biz de(!)...
Ama kendi Kitab'ını bilinç düzeyinde içselleştirememiş müslümanlar bir bir yutuyor zokaları. Samiri'nin tuzağına düşen bilinçsiz İsrailoğulları gibi..

1923'teki Cumhuriyetten önce 6 defa mebusan seçimleri yapılmış. 23'ten sonra tek adam+tek adam rejimi yeniden başlatılmış. Hem de çok acımasız ve sert bir şekilde... Savaş yorgunu halkın inanç ve kültür kodları ile oynayarak..(2022)
**
Cumhuriyet..

Anahtar kelimeler: tek parti, parti kapatma, ulu önder, türkün amentüsü, kuran öğrenimi yasağı, Milli şef, harf düşmanlığı, şapka zorbalığı, ne mutlu.....
Bir de Müslüman muhafazakar olup bu anahtar kelimeleri kanıksayanlar...

Not: Bizim için asıl cumhuriyet meşrutiyet-i meşru'a'dır. Şer'i meşrutiyet.. Şer'i cumhuriyet..
Yoksa biz ne saltanatçıyız ne de istibdatçı...(2021)
*
Cumhuriyet rejimi laik/seküler/baskıcı kesimlerin elinden çıktıkça biraz kendi öz ruhuna dönmüş oluyor. Aksi halde bir zulüm düzeni olarak devam ediyor olacaktır. Nitekim 90 yılı ortadadır.

Bununla birlikte ciddi ve gerçek bir şekilde İslam'la aziz ederse kendini halkın gönlünde daha da yer eder....

İnsanlık tarihi ile yaşıt aziz İslam'ın siyasal etkinliğini Kitaba ve Elçi'ye göre ortaya koyarsa o zaman değerini bulmuş olur Cumhuriyet...
Cumhur, kendisini yaratanın yasalarına aykırı yönetildiği zaman kendisine zulmedilmiş olur.(2018)
**
Cumhurıyet ülkeyi düşmandan kurtarmanın adı degil yeni rejimin adı.Sankı ülkenın kurtuluş bayramıymış gibi anlatıyorlar.
İşin dahada acısı Cumhurıyetın(tek parti saltanatı) yok saydıgı, ezdigi, mağdur ettigi ,ötekileştirdigi müslümanlara, Kürdlere, alevilere, yoksullara ,ezilenlere bunu kutlatırıyorlar.
Örgütlü mutlu azınlık iyi sihirbazlık yapıyor, şapkadan tavşan cıkarıyor..
(Ramazan Yılmaz)





Öne Çıkan Yayın

RAB NE DEMEKTİR? MUSA PEYGAMBER CEVAPLIYOR:

__ Kimmiş bakayım sizin Rabbiniz ey Musa? __ Bizim Rabbimiz her şeyin YARATIŞINI (helqehu) takdir edip, sonra da yaratılış AMACINA (heda) y...