26 Aralık 2012 Çarşamba

Namaz 2 - Hasan Turabi

Dinin insan hayatının bir kısmını aydınlatıp geri kalan kısmında onları dalaletin karanlıklarına terk etmesi mümkün değildir. Yine dinin bazı emirlerine uyup, diğerlerine uymama şeklinde kabulü de geçerli sayılmamıştır. İnsanlar tarafından ihdas edilip de zamanla dini inanış haline gelmiş olan doktrinler çevrenin problemleri ve ihtiyaçlarıyla sınırlanan beşeri fikrin tabiatıyla uyumlu görünse de bu inançlar, hayatın bazı konularıyla ilgilenmiş olmaktan öteye gidememişlerdir. Vahiyden doğan dinlere gelince, bunların da asılları -İslam hariç- kaybolmuş ve sonradan konulan prensiplerle karışmıştır. Bu konudaki tarihi gerçek; dinin, cehaletlerinden dolayı dini dondurup katılaştıran veya hedefleri için istismar eden din adamlarıyla temsil edilmesiydi. Bunun neticesi olarak insanlar, dini terk ederek dünya hayatının eğlencelerine meylettiler. Siyasi ve iktisadi hakimiyet sahipleri arzularını gerçekleştirme imkanı buldular. Dinler, ayin ve şekillere hapsedildi. Nihayet bu durum hayatın mühim hadiselerinin şahsi işlere dönüşmesiyle son buldu. İnsanlar, hayatın nimetleri konusunda ölçüsüz, delilsiz ve kötü davranırken din ehli, mabedlerin duvarları arasına çekildi. Din aydınlığından mahrum kalan hüküm sahipleri, ise, bir takım beşeri prensiplerle hareket ettiklerinden cemiyetin saadetini hiçbir zaman temin edemediler. (48)
***
Yeryüzü bütünüyle Allah için bir ibadet yeri, din için bir alan olarak belirtilmiştir. (50)
***
Oruç gücü yetene farzdır. Hacc, şartlarını taşıyan kişiye gerekir. Zekatı, nisaba malik olanlar verirler. Namaza gelince, insandaki özürler bile onu düşüremez. (53)
***
Namaz kılan kişi zihnen Allah'a yönelip, kendisini Allah'ın huzurunda duran ve O'na teslim olan birisi gibi hissetmedikçe bedeniyle kıbleye yönelmenin de manası olmaz. (57)
***
Namaz, alemlerin Rabbine ihlasla ve her şeyden soyutlanarak yönelmeye sevketmektedir. (69)
***
Bir seferinde Hz. Peygamber mescide girdi. İki direk arasına bağlanmış bir ip vardı. 'Bu ip nedir?' diye sordu. 'Falanca ibadetten çok yorulduğunda kendisini ona bağlar' dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: 'Hayır, onu yok edin. Sizden biriniz güç yetirdiği kadar namaz kılsın. Çok yorulduğu zaman yatsın, dinlensin.' (73)

Namaz - Hasan Turabi

Müslümanların namaz konusundaki ihmalkar tavırlarını değiştirmeleri, onun manasını ve hikmetlerini derinlemesine bilmelerine bağlıdır. (8)
*
Namaz, her kılanın farklı lezzetler tattığı şahsi bir tecrübedir. (9)
*
Müslümanların çoğunluğu, namazın şekli yönüne önem vererek, onun umulan pek çok faidesinden mahrum kalmışlardır. (10)
*
Namaz, dindarlığın özüdür. (11)
*
Namaz, akideden sonra Peygamber'in muhatab olduğu İslam'ın ilk emridir. (18)
*
Namaz, İslam'da, İslam milletine mensup olmanın şartı ve alametidir. (27)
*
Peygamber'in müslüman olan kişiye ilk öğrettiği şey namazdır. (29)
*
İslam mensuplarını, hidayetleri için diğer insanlarla da ilgilenmeye teşvik eder, kendi durumlarını ve İslam'ın hakikatlerini açıkça ilan etmeye yönlendirir. (36)
*
Namaz, müslümanın İslam'ını ilan eden, onun dinini öğrenmek isteyen kişilere sahibi hakkında ip ucu veren bir özelliktir. (36)
*
İbadetine önem veren müslüman, namazını vaktinde kılabilmek için vakitlerini ayarlar, vaktin akışını hissederek zamanını hesap eder. (41)
*
İnsanın mübtela olduğu en kötü şey, vakitlerin elden giden fırsatlar olduğunu, bir daha ele geçemeyeceğini bilmeden onu heba etmeye, bütün hayatı ziyan etmeye sebeb olan başıboş gaflettir. (41)
*
Malı boş yere sarfedip israf eden şeytanın kardeşidir. (43)
*
Zekat da fakire yardımdan ziyade vereni temizleyen bir ibadet şeklidir. (47)
*
Dinin insan hayatının bir kısmını aydınlatıp geri kalan kısmında onları dalaletin karanlıklarına terk etmesi mümkün değildir. Yine dinin bazı emirlerine uyup, diğerlerine uymama şeklinde kabulü de geçerli sayılmamıştır. İnsanlar tarafından ihdas edilip de zamanla dini inanış haline gelmiş olan doktrinler çevrenin problemleri ve ihtiyaçlarıyla sınırlanan beşeri fikrin tabiatıyla uyumlu görünse de bu inançlar, hayatın bazı konularıyla ilgilenmiş olmaktan öteye gidememişlerdir. Vahiyden doğan dinlere gelince, bunların da asılları -İslam hariç- kaybolmuş ve sonradan konulan prensiplerle karışmıştır. Bu konudaki tarihi gerçek; dinin, cehaletlerinden dolayı dini dondurup katılaştıran veya hedefleri için istismar eden din adamlarıyla temsil edilmesiydi. Bunun neticesi olarak insanlar, dini terk ederek dünya hayatının eğlencelerine meylettiler. Siyasi ve iktisadi hakimiyet sahipleri arzularını gerçekleştirme imkanı buldular. Dinler, ayin ve şekillere hapsedildi. Nihayet bu durum hayatın mühim hadiselerinin şahsi işlere dönüşmesiyle son buldu. İnsanlar, hayatın nimetleri konusunda ölçüsüz, delilsiz ve kötü davranırken din ehli, mabedlerin duvarları arasına çekildi. Din aydınlığından mahrum kalan hüküm sahipleri, ise, bir takım beşeri prensiplerle hareket ettiklerinden cemiyetin saadetini hiçbir zaman temin edemediler. (48)
*
Yeryüzü bütünüyle Allah için bir ibadet yeri, din için bir alan olarak belirtilmiştir. (50)
*
Oruç gücü yetene farzdır. Hacc, şartlarını taşıyan kişiye gerekir. Zekatı, nisaba malik olanlar verirler. Namaza gelince, insandaki özürler bile onu düşüremez. (53)
*
Namaz kılan kişi zihnen Allah'a yönelip, kendisini Allah'ın huzurunda duran ve O'na teslim olan birisi gibi hissetmedikçe bedeniyle kıbleye yönelmenin de manası olmaz. (57)
*
Namaz, alemlerin Rabbine ihlasla ve her şeyden soyutlanarak yönelmeye sevketmektedir. (69)
*
Bir seferinde Hz. Peygamber mescide girdi. İki direk arasına bağlanmış bir ip vardı. 'Bu ip nedir?' diye sordu. 'Falanca ibadetten çok yorulduğunda kendisini ona bağlar' dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: 'Hayır, onu yok edin. Sizden biriniz güç yetirdiği kadar namaz kılsın. Çok yorulduğu zaman yatsın, dinlensin.' (73)

25 Aralık 2012 Salı

Tevhidi Gerçekliğin Işığında 9

Kalbinde ve vicdanında helal kazanma kaygısını büyütenleri kuşkusuz Allah koruyacak, gözetecektir. (86)
***
Cahili düşüncelerin şemsiyesi altında yaşamak, insanı bütünüyle dini hazlardan, coşkulardan uzaklaştırır. İlk dönemin Müslümanları, bilgiyle olduğu kadar aşkla, aşkla olduğu kadar coşkuyla da donanmış bulunuyorlardı. (87)
***
Kişiliğini Allah'ın eliyle bulmamış bir topluluğun izzetinden söz edilemez. (88)
***
İslam'In yalnızca bir mezhebin imkanlarıyla açıklanması, ya da yalnızca bir mezhebin ilkeleriyle kuşatılmak istenmesi de Müslümanlar arasındaki farklılaşmayı derinleştiren etkenler arasında bulunmaktadır. Öncelikle bilinmesi gereken husus şudur ki, her hangi bir mezhebin ilkeleri din bütünü olarak algılanamaz. (91)
***
Tekelci zihniyet, dünyasını her şey bizimle kaim, her şey bizimle mümkün anlayışı üzerine bina etmektedir. (91)
***
Psikolojik iklim şartları sürekli olarak müslümanların aleyhine işletilmektedir. (93)
***
Müslümanlar başkaları tarafından belirlenen program ve yöntemlere bu bunları uygulamaya memur ve mahkum edilemezler. (93)
***
Müslüman topluluklar için din, yani İslam, bütün unsurlarıyla yaşanılabilir bir gerçeklik olmaktan çıkmış, yalnızca ideolojik bağlamda yaşatılabilen bir kültür ilgisi haline dönüşmüştür. (94)
***
Issızlarda İslami özlemleri dile getirenler, kamuoyu önünde sağcı politikaların uygar mümesilleri olarak hayatlarını devam ettirebilmektedirler. (94)
***
Zihni düzlemlerde Rahman'ın yasaları geçerliliğini korurken, pratik hayatın içinde Şeytan'ın yasaları yürürlüğe girmektedir. (95)
***
Müslümanlar geçmişi kavmi duyarlıkla değil, tevhidi bir duyarlılıkla irdelenmelidirler. (95)
***
Bilinmelidir ki soyut tartışmalar Müslümanları birbirinden uzaklaştırmakta, bereketi ortadan kaldırmaktadır. (97)

22 Aralık 2012 Cumartesi

Müzik Üzerine

      İnsanın ruhsal istekleri bedensel isteklerinden kat kat fazladır. Ruhun yapısı, bedenle kıyaslanmayacak derecede bilgi dünyamızdan uzak ve bir o kadar önemlidir. Ancak vahiyle anlayabiliyoruz insanoğlunun yapısını bir de somut olarak insani tecrübelerle. İnsan aslında iç dünyasının/ruhunun direktifleriyle hareket ettiğini unutmamalıdır. İç dünyasındaki malzemelerin ne olduğuna dikkat etmeden hayat üzerine hesap yapmamalı aslında insanoğlu. O halde şunu diyebilir miyiz? İnsan ilk önce kendini tanımalı, çapının ne olduğunu bilmeli. Kendine bir ayna bulmalı ve o aynaya bakıp kendisini tanımalı. Ayna derken de sadece insanın saçını, kaşını, dudağını gösteren aynayı kastetmiyorum. Ruhunu gösterecek bir ayna! Bu, camdan yapılmış bir ayna değil. Bu ayna, Yüce sözlerle meydana gelmiş bir Kitap... Vahiy! Tabi ki herkes kendi için farklı aynalar bulmak isteyecektir. Dikkat ederseniz, kendi için dedim. Kendisi nereden bilecek gerçek aynanın hangisi olduğunu? En azından şunu diyebilir bir insan: 'Beni Yaratana sormalıyım kim olduğumu!' Aslında bu, yapılacak en makul eylemdir. Yapana bin selam olsun.

21 Aralık 2012 Cuma

"Evlilik Şiirle Başlar, Şuurla Devam Eder."

İnsanoğlu tam da imtihan edilecek bir formatta yaratılmıştır. 
İnsan hamken, ruhsal anlamda adeta
hayvani düzlemdedir. Basiretle bakarsak şayet Yüce Allah'ın insanın önüne çıkardığı kolaylıklar, zorluklar, engeller, rahatlıklar kısaca hayatta karşısına çıkardığı her şey hamlıktan kurtarmak içindir. Hiçbiri kalıcı değildir. Ne zorluk ne de kolaylık. Hedef insanın beşer düzeyinde kalmamasıdır.

Zorluğa düşen insan, hemen yelkenleri indirmemeli; kolaylığa eren insan "küçük dağları ben yarattım" türünden kibre kapılmamalı. Şayet olursa bunlar, işte o zaman kaybetmiştir insan, hamlıktan kurtulana kadar. Peki bu gel-gitler ne zamana kadar sürer? Tabi ki ölünceye kadar. Hamlıktan kurtulan insanca yaşamanın manevi hazzına erer ve ahirette salihlerle haşrolur, ham kalan ise dünyada da ahirette de ızdıraplar içinde kalır. 

Bu düzlemde, bu bakış açısıyla baktığımızda evlilik de hayatın önemli kavşak noktalarından biridir. Bu kavşağa geldiğinizde hangi tarafa döneceğinizi bilmiyorsanız, belirsizlik halet-i ruhiyesi peşinizi bırakmayacaktır. Ama siz, kararlılığınızı koruyabilirseniz yanlış da olsa girdiğiniz kavşakta ilerlerken elbet doğru yola döneceğiniz bir yol bulabileceksiniz, bu da işin önemli bir yönü. Buradan hareketle evlilik için bir önbilgi, ön hazırlık gerekli midir diye sorarsak, kaçınılmaz olarak 'evet' deriz. Hatta insanların evlilik ile ilgili bilgileri kulaktan duyma türünden basit ve sathi olmamalıdır. Bu bilgisizlik veya sathi bilgiler yuvanın temeline farkında olunmadan açılmış bir boşluktur ve o boşluk sürekli  yuvanın sarsılmasına sebeb olacaktır. Canım cicim ayları bitince bu boşluk etkisini daha da gösterir. Bu konuda ehil insanların kitaplarına bakılmalı ve ehil insanlara sorulmalıdır. Tecrübeler iyi okunmalıdır. 

İki özel insanın ömür boyu hayatını bir arada yaşaması basit ve sıradan bir olay değildir. Evvela bu bilinmelidir. Öyle 'battı balık yan gider' mantığıyla evlilik olmaz. İlerde severler nasıl olsa birbirlerini diyerek olmaz, çocukları olsun düzelir mantığıyla da olmaz. Sonu boşanma ile bitmeyen her evlilik mutlaka sağlıklıdır da denilemez. Evliliği taşıyacak bir şuur seviyesi oluşmazsa büyük bir acı kazanına dönüşür o yuva ve insan döner durur o kazanda.

Uyuşmayan hayaller, idealler ve istekler olduğunda bu iki füzenin çarpışması gibi bir etki yapar bazen. Bu bilinmelidir ve insan kendini buna göre hazırlamalıdır. Bu durumda "feragat ve fedakarlık" kavramını iyice bellemeli ve pratiğe dökebilmelidir. Bunu öğrenmelidir evli çiftler. Tabi ki var olan ideallerinden taviz vermeden. Ama hayatın her aşamasında idealinizin ayrıntılarına kadar icra edilmesini beklemeniz biraz da gerçekçiliğe aykırı olabilir. İdeallerinizin kesin ve kat'i olanlarını korumak şartıyla bazı zevkler ve renkler konusunda uyuşmadığınız durumlarda eşinizin isteğini tercih edebilirsiniz yahut saygı gösterebilirsiniz. Zira o sizin eşiniz ama kopyanız değil, olmamalı zaten. Bu aşamalarda "sevgi ve muhabbet" kavramlarının adeta bir itfaiye rolü vardır. Bu durumu iyi kullanmamız gerekmektedir. Şayet ihtilaflar derinleşirse ve bu konuda insani erdemler araya girmezse (anlayış, fedakarlık, feragat etme, sabır vs.) o zaman ihtilaf ateşi büyür ve belki bir süre sonra "sevgi itfaiyesi" de buna müdahale edemez. Egoların, hamlığın meydana getirdiği ihtilaf ateşini söndüremez. 

Sevgi ve saygı sürekli beslenmeli ve güçlendirilmeli. Hayatın her aşamasında gerekecektir yuvaya bu iki güç. Sevgi yürekte üretilen bir güçtür. Yüreği ham olan tipler bu gücü üretmekte zorlanırlar. Sonuç hüsran olur o zaman. En basit bir engel karşısında bile durulamaz. Yüreksiz insanlar evlilik yapamazlar sadece basit ve zorlukla dolu birliktelik icra ederler. Geminin alt katında kürek çeken köleler gibi... Hamlıktan kastım bu işte, sevememek, merhamet edememek, saygı duyamamak... 
Böyledir şuursuz evlilikler...

Temelini vahiyle atan evlilikler Allah'ın izni ile sarsılsa bile yıkılmaz. Vahiyle atmak demek öyle lafın gelişi değil, kastettiğimiz şuur halinin vahiyle oluşmasıdır insanda. Yoksa duvara Kur'an asarak olacak şey değil. Vahiyle ve Nebi'nin sünnet bilinci ile inşa olan şuurlar birbirini besler, yuvayı sağlamlaştırma konusunda destek olurlar. Şuur evliliğin mayasıdır. Evlilik tadını şuurda bulur. Şuur babalığın/anneliğin sorumluluğunu taşımaktır. Şuur, eşini kopyası olarak görmemektir. Şuur, eşinin ailesine saygı duymamaktır. Şuur, eşini köle gibi görmemektir. Şuur, eşinin de farklı huy ve mizaçlarının olabileceğini kabul etmektir.  

Bu aşamadan sonra şunu da ifade etmek gerekir ki, sevgi itfaiyesinin söndüremediği karı-koca çatışmasını sonunda "boşanma" dediğimiz negatif itfaiye söndürür. Ama bu defa ihtilaf tek sönmez, ailenin tamamı söner. Çok mecbur kalmadıkça bu duruma gelmemek gerek belki ama kaçınılmaz olunca da vaki olması engellenemez. Bu da hayatın bir gerçeği, şeriatın bir kabulü... 

Sevgili gençler... Evet şiir yazın nişanlınıza, sözlünüze... Çiçek alın... Ama bilin ki aile dediğimiz "devlet", şiir ve çiçekle ayakta durmaz sadece. Şiir ve çiçeğin yerini muhabbet, fedakarlık, saygı, anlayış, sabır, helal lokma, kıymet bilme, anne babaların değerini bilme, çocuğu hayırla yetiştirme gibi şuur hamleleri almazsa yuvanız sıkıntıya girer. Zira bu hayat zorlu bir hayat ve tek boyutlu değil. Bizden söylemesi... 

Selam ve dua ile... /Mustafa TOSUN

ELBET - Şiir



Sancılı zamanlar insana uzun gelir,
Sancıların sonu da hayır olur elbet.
Sancılar nur topu gibi bir sabır doğurunca,
O sabır cennete götürür insanı elbet.

Muhabbet nefrete galebe çalar,
Şeytan umduğunu bulamadan döner elbet.
"Güzel sonuç muttakilerindir" der Kur'an.
Ve daima iyiler kazanır elbet.

Gören göz, basiretle görür
Duyan kulak, hayrı duyar bir gün elbet.
Yüreğini şeytandan koruyan mü'min,
Toplumu cennetin bir şubesi yapar elbet.

Kanayan yaramızdır insanın hamlığı.
Dahası, hamlıkla gelen bir bilgiçlik.
Ne zaman tevazu ahlak edinilirse,
İşte o gün insan dünyaya cennetlik tat bırakır,
İşte o gün insan cennete gider elbet.

21.11.2012
Mustafa TOSUN

20 Aralık 2012 Perşembe

Acılara Farklı Bir Bakış

        Su sert kayalara hırçın bir şekilde çarparak tatlılaşır.
        Sevgiler de hayatın zor zamanlarını sabır ve dirençle yaşayarak olgunlaşırlar.

        Bu önemli bir gerçektir. 

        Kur'an ayetlerinin birinde:
        "Hoşunuza gitmese de savaşmak size farz kılındı; mümkündür ki nefret ettiğiniz bir şey sizin için iyi olabilir ve yine mümkündür ki hoşlandığınız bir şey de sizin için kötü olabilir: Allah bilir, ama siz bilmezsiniz." (Bakara:216)

        Yeter ki insan basiretle/derin bakışla olaylara bakabilsin. Ama şu da bir gerçek ki hayatın bu zor anları kişiye basiret kazandırmadığı zaman bilinmelidir ki karşısına daha zor zamanlar çıkabilir. Çünkü insan ilerlemeye/gelişmeye matuf olarak yaratılmıştır. Kişi kendini olduğu gibi bırakmamalıdır. Hayat okulunun yazılı/yazısız materyallerinden kendine ders almalıdır. Bu konuda Mustafa İslamoğlu şöyle der: "Basiretle bakarsanız acılarınız hocanız olur." Evet, bu basireti kazanıncaya kadar zorluklar/acılar canımızı yakacak. Kazandıktan sonra kişi hayatla dost olacak ve barışık olacaktır. Olaylar kişiyi yıpratmayacaktır.

        İnsanımız modern yaşamın sentetik yönüyle hemhal olduğu için bakışı da duruşu da sentetik hale gelmiştir. Tasavvurlar değişmiş, başlar ayak, ayaklar baş olmuş. "Bu devirde babana bile güvenme" herzeliği nakış nakış işlenmiştir modern insanın zihnine. Halbuki vakıayı hakikatmiş gibi dile getirmek de nerden çıktı. 

        Evet, toplum güvensiz bir hale gelmişse bile sen buna direnç göster ve bunu hayatında hissettir. Modern yaşamın bu tür dezenformasyonları insanı zehirlemiştir. Dolayısıyla hayata basiretle bakma yeteneği epeyce donuklaşacak ve insan acılar içinde kıvranacak ve yeni acılar ortaya çıkaracak eylemler üretmeye devam edecek. Kendi elleriyle kıyametini hazırlamış olacaktır insanoğlu...

        Bu halde 21. yy küstahlığına kapılmadan çağlar üstü mesajı taşıyan ve çağlara hayat veren vahiyle tanışmaktan başka kurtuluş yolu görünmemektedir. İnsanımız bunu anlamalıdır. Kendi kökenine inen insanın, karşılaşacağı tek şey acziyettir, aciz olanın üreteceği eylem kibir olmamalıdır.
 
        Hayatı inşa malzemesini iyi seçmeli insan. Hayat şeytani depremlerle sarsılmalara sürekli maruz kalmaktadır . O halde hayat için en sağlam malzeme VAHİYDİR.

Günlüğümde "Bir Gün"

11.11.2012

    
Bu akşam Hakka Suresi'nin 25-52. ayetlerine çalışmaya başladım. Salı günü yapacağımız sohbette anla(t)mak için. Bana denk gelen ayetler amel defterini sol tarafından alacak olan bedbahtlarla ilgili olan ayetlerdi. Çok ürpertici bir üslupla anlatıyordu Kur'an. 

     Kur'an'ı Kerim'in konu ettiği meseleler bizlerin sürekli iç içe olduğu meselelerdir. Yani Kur'an'ı Kerim toplumsal meseleleri sistematik bir şekilde işliyor, yüzeysel bir temas yapmıyor. Bunların en önemlilerinden bazıları mal/para/servet...

     Okuduğum sure cehennemliklerin yoksulları doyurmayı teşvik bile etmediklerini söylüyor. İnsandaki bu merhametsizliğin sebebi maddeye/mala olan bağımlılıktır. Başka bir ayette şöyle diyorlar: " Allah'ın, eğer dilemiş olsaydı yedireceği kimseyi biz mi yedirecek mişiz?" (Yasin:47) Buradan anlıyoruz ki şahsiyetsiz kişilerin parası, malı çoğaldığında küstahlaşmaları da kaçınılmaz oluyor. Ruhunun hamurunu mana mayasıyla yoğurmayanlar en ufak bir sorumluluk gerektiren müdahaleden rahatsızlık duyarlar. Hayatın sonlu olduğunu unutmak veya ölümle her şeyin biteceğini sanmak bu çağda yaşayanların tipik bir özelliğidir. İnsanı cehenneme götürecek düzeyde olan ameller de bu özellikten neşet etmektedir. İnsanı tatsız yapan şey, ölümü unutması değil midir?

     Yaşadığımız şu hayatta tekamüle ulaşmak hep sıkıntılarla gerçekleşmektedir. Bundan dolayı hayat yolculuğunda heybenizde sürekli sabır azığı olmalıdır.

Sabır nedir peki?

Sabır şahısların, olayların, nesnelerin karşısında güçsüz kalıp tükenmemektir.

Sabır tüm olumsuzluklara rağmen hakikat kelebeğini yürekten uçurmamaktır.

Sabırlı olan kişi olayların ve şahısların karşısında yüce olmayı başarmış kişidir. Nice insanlar sabrı kuşanmadıkları için geleceğe dair tüm planlarını geçmiş kilerine atmışlardır. Vahiy bizlere Yüce Allah'ın sabredenlerle beraber olduğunu söylüyor. O halde bu hal, şerefli bir haldir.
İnsanı tatlı yapan şey Allah'lı bir yüreğe sahip olmasıdır. Rabbani öğretileri hayatına yansıtmayan insanların oluşturduğu bir toplumda yaşıyorum ve yüreğimin tadı sürekli kirletilmeye maruz kalıyor. 
Vahyin yüreğimdeki hakimiyetine darbe vuruyor bu toplum.

Evet, Hakka Suresi demiştim. Allah'a güvenmeyen ve yoksulla ilgilenmeyenler, zincirlerle bağlanıp ateşe yaslanacaklardır. Bunu bilmek ve buna inanmak ve ürpermek insana adeta sabrı öğretiyor. Küçük belalara ve sıkıntılara katlanmayanlar, bundan güç toplamayanlar zorlu bir sürecin eşiğine yaklaşıyorlar demektir. Dünyada yaşayan cehennem adayları, aslında bir bakıma insanı olgunlaştıran, geliştiren dünyevi sıkıntılardan kaçtıkları için azab yurdu dediğimiz sonsuz sıkıntıyı barındıran cehenneme giriyorlar. Peşin gelen sıkıntı aslında sana ileride verilecek bir ücretin habercisidir. Tabi ki bu sıkıntıyı Musa'ca karşılamışssan...

Mustafa TOSUN
     

19 Aralık 2012 Çarşamba

Tevhidi Gerçekliğin Işığında 8

İslami kişiliğini yitiemiş ya da kazanamamış bir toplumda Müslümanlar, siyasal, kültürel ve sosyal baskılar sonucu, bu baskıların yoğunlaştığı noktaların dışında, baskı unsurlarının gözüne batmayacak zeminler üzerinde çalışmalar yapmayı alışkanlık haline getirmişlerdir. (81)
***
İslam şu  veya bu sistemin yaralarını sarmak, şu ya da bu sistemi ıslah etmek için kullanılamaz. İslam şurada veya burada ortaya çıkmış kimi boşlukları doldurmaya memur edilemez. Dünyevi her hangi bir model'de İslam bir katkı maddesi olarak kullanılmaya elverişli değildir. İslam'a ait her ilke ve değer ancak kendi sistemi içinde bir aktivite belirtir. (81)
***
Sentez fikri de ne kadar iyi niyetlerle getirilmiş olursa olsun, sonuçları itibariyle bir güvensizliğin ve umutsuzluğun nişanesidir. (82)
***
İslamı, tevhidi bir görüş manzumesi içerisinde kabul edenler için tavırlarını Doğu'ya ya da Batı'ya göre belirlemek değil, Allah'a göre belirlemek vardır. (82)
***
İman ve İslam'ı tevhidi bir sevda haline getirenlerin önünde hiç bir kuşkunun ve kuruntunun bir yeri bulunamaz. (82)
***
Gerek geleneksel olanın ve gerekse modern olanın tevhidi bağlamda sorgulanmamış olması, giderek bunlarla uzlaşma sorununu gündeme getirmektedir. (83)
***
Rahmani gerçeklik kendi sistematiği içinde bir varlık belirtmekte, şeytani gerçeklik de kendi sistematiği içinde bir varlık belirtmektedir. İki gerçekliğin birbirleriyle yardımlaşması söz konusu olamaz. (83)
***
Allah'a itaatın vücut bulmadığı her ortamda anarşi vücut bulur. (84)
***
İslam yazdıklarımızla ve söylediklerimizle olmaktan çok yaptıklarımızla vücut bulacaktır. (85)

Tevhidi Gerçekliğin Işığında 7

Çağdaş ilişkiler, İslam'da Müslüman arasına aşılması güç barikatlar koymuş bulunmaktadır. (76)
***
Muvahhidlerin Rabbani ve Rahmani tüm melekelerini bir ahlak haline getirerek karşı karşıya bulunduklarını kişilik zaaflarını gidermeleri tevhidi bir ibadettir. (76)
***
İslam kendisini seçen herkesten, her durumda bu seçimini en önde ve en başta tutmasını istemektedir. (76)
***
Ulusal ve laik ideolojilere dayalı düzenlerin gündeminde iki tür İslam bulunmaktadır. Bunlardan birincisi dost bir İslam, ikincisi ise düşman bir İslam'dır. Dost İslam ilgili düzenlerin her alandaki uygulamasını büyük bir teslimiyetle kabul eden, düşman İslam ise bu uygulamalara karşı çıkması ihtimali düşünülerek sürekli olarak baskı altında tutulan ve resmi dilde 'irtica' olarak yaftalanan bir İslam'dır. (77)
***
İslam dünyasından askeri varlıklarını geri çeken sömürgeciler, kültürel varlıklarıyla bu ruhu canlı ve etkin kılmaya devam etmektedirler. (77)
***
Sağcılık, solculuk, muhafazakarlık ve devrimcilik her hangi bir batı toplumunda o toplumun kendi sisteminin mantığı içerisinde bir değer ifade edebilir. (79)
***
Biz burada, tevhidi gerçekliğin bilincine varmış her  müslümanı sağcılığın ve muhafazakarlığın her türlüsünden tenzih ederiz. (79)
***
Tevhidi bilincin ve tavrın bütün boyutlarıyla yaşatılamadığı toplumlarda sapma daha geniş ve daha derin boyutlara ulaşmaktadır. (80)

18 Aralık 2012 Salı

Tevhidi Gerçekliğin Işığında 5

İslam'ın geçmişteki başarılarını konuşmak gelenek haline gelmiştir. (38)
***
Yığınlar nazarında İslam yalnızca ahiret hayatıyla ilgili kıymetler manzumesi olarak hatırlanmaktadır. (38)
***
Bir yandan siyasal düzenlerin fiili baskısı, diğer yandan modernizmin psikolojik baskısı sonucu Müslüman topluluklar, bu baskıları tümüyle ortadan kaldırmayı amaçlayan tavırlar ortaya koymak yerin, bu baskı unsurlarıyla uzlaşarak baskıları hiç değilse asgari sınırlar içerisinde tutabilecek tavırlar geliştirmişlerdir. (39)
***
Hayatın içindeki rolünü tevhidi duyarlılığa göre belirleyen Müslümanlar için, ne doğuculuğun, ne batıcılığın, ne sağcılığın, ne solculuğun bir değeri yoktur. (39)
***
Bir insan hem müslüman, hem laik, hem liberal, hem demokrat, hem kapitalist, hem marksist olamaz. İnsan bunlardan ancak biri olur ya da olmaz. (41)
***
Müminler namazla bütün putları ve putçu eğilimleri ayakları altına alır. (44)
***
Zekat, insanı eşyaya ve mala kulluktan, bireycilikten ve cimrilikten kurtaran, toplumla ilişkimizi kardeşlik hukuku içinde tanzim etmemizi sağlayan, müslümanların birbirlerini bütün yönleriyle paylaşmasını temin eden kutlu bir vecibedir. (44)
***
Beşeri yasalar kötülükleri ortadan kaldırmak yerine, onları sosyal realiteler olarak kabul ediyor. (44)
***
Sinenizde maraz yoksa her türlü kimlik sorunuyla başa çıkabilirsiniz. (45)
***
Allah'la ilişkileri dürüst ve düzenli olan, Allah'la ilişkileri sürekli ve içtenlikli olan Allah'ın himayesine mazhar olmuş demektir. (45)
***
Müslümanlar şu ya da bu kabileye, sınıfa ve renge, şu veya bu mezhebe ve ulusa bağlı bulunmakla değil, sadece İslam'a bağlı bulunmakla şöhret kazanır. (45)
***

9 Aralık 2012 Pazar

Namaz Nedir?

Namazsız olmuyor..
Namaz, ahiret dikişidir.
Namaz, zaman yönetimidir.
Namaz, dikbaşlılığın ilacıdır.
Namaz, Kur'anı etüt etmektir.
Namaz, bedeni ataletten korumaktır.
Namaz, Allah'a zaman ayırmaktır..

NEREDE

Dünya bana sesleniyor
Hani nerede, nerede İslam
Teslim olduğun nedir?
Söyle bana ey Müslüman.

Söyle bana
Nerede Rasul, nerede hayat.
Söyle bana
Nerede Asr-ı Saadet

Hangimiz Mus'ab olacak
Hangimiz Ammer olacak
Ebu Cehiller oldu bak
Hangimiz Hamza olacak

Söyle bana nerede İslam.
Söyle bana neredesin sen.

Hayatın hiç bitmeyecek mi?
Sen hiç ölmeyecek misin?
İslam'ı yaşayıp yaşatmadan,
Müslümanım diyebilecek misin?

CAHİLİYE TOPLUMU/İNSANI ÜZERİNE

Cahiliye insanının ruh haritasını çizmek teşhislerimizi ve tedavilerimizi kolaylaştıracaktır. Çünkü adeta sorunlar toplumu olan cahiliye toplumunun iyileştirilmesi dünya ve insanlık adına iyi olacaktır. Cahiliye toplumun şu şekilde tanımlayabiliriz: "Kendine bomba bağlamış bir toplum." İşte böyle bir toplumun içinde yaşıyorsanız aslında bir cehennem hayatı yaşıyorsunuz demektir. Cahiliye toplumunun insana verdiği zarar bedene değil direkt yüreğedir. Bu ise insanın bitikliği demektir.

Cahiliye toplumuna, vahiyle inşa edilmemiş bir toplum da diyebiliriz. Yani hamlığı aktif olan ve aynı zamanda kendini pişmiş sanan bir toplum. Bu tarz zıtlıklar fazlasıyla mevcuttu bu toplumda. Örneğin, sevimli olmadığı halde kendini sürekli sempatik gören, doğru olmadığı halde sözlerinin hala doğru olduğunu delilsiz bir şekilde savunan. Böyle bir toplum vahyin terbiyesinden mutlaka geçmeli. Çünkü kişi yemeğin tadına nasıl kaliteli yiyeceklerle ulaşabiliyorsa hayatın tadına da kaliteli insanlarla ulaşabilir. Bunun mücadelesini vermeyenler bedelini hayatlarını heba etmekle öderler. Hayat ise çaba ile anlam kazanır. Bu çaba ise insanı kaliteli bir yaşam götürür. Zaten toplumun kalitesi şahsın kaliteli olmasıyla başlar.

Cahiliye toplumunun bireyleri hayatlarından memnun bir görüntü arzederler. Ama iç dünyaları darmadağınıktır. Bu hastalığa karşı kibir gösteren şuursuz bir hastanın düştüğü bedbahtlığa benzer. Hasta olanın yapacağı en doğal şey tedavi olmaktır. Ama 'ben hasta değilim, turp gibiyim' demek hastalığa karşı kibirli olmaktır. Adeta buna benzer cahiliye bireyinin durumu. İç dünyasını inşa etmenin yolunu giyim mağazalarında, kuaförlerde, stadlarda arayan bireydir, cahiliye bireyi. Toplumda var olan yaralar da bu sebebten dolayı meydana gelmektedir. Şuursuz, ruhsuz bireyler karşılarına çıkan sosyal sorunlarla baş edememekte ve bundan dolayı daha büyük sorunları doğurtmaktadırlar. İnsani erdemlerden uzak birey, hayatı tabi ki mağazalarda, avm'lerde, stadlarda aramaya başlayacaktır. Bunun sonucu ise kendine bomba bağlayan toplumun patlaması demektir.


5 Aralık 2012 Çarşamba

Kibirli kandırılmıştır.

İnsandaki kibir, yürekleri donduracak derecede bir 
şaşkınlık meydana getiren ucube bir özelliktir.

İnsan kibirli olamaz aslında. Burası kesin.
Bu konuda insanın kandırılmış olduğu muhakkak..
Duyguların vahiyle terbiye edilmemesi, bu kandırılmanın önünü açıyor.

Allah'a Kul Olmanın Kazandırdığı İki Özellik

Allah'a gerçek anlamda kul olanların kazandığı iki özellik var.

1) İnsanoğlunun manipüle edici etkilerinden korunabilecek mekanizmaya kavuşması,
2) insanların kınamalarının etki alanından kurtulabilmesi.. 


 İşte bu iki özellik özgürlüğünde bir anlamda tanımıdır.
Siz imanınızla var olursanız kınayıcı ve manipüle edici etkilerden korunabilirsiniz.
Aksi halde halk diliyle "şamaroğlanına" dönüşebilirsiniz..

3 Aralık 2012 Pazartesi

Rızka Nasıl Bakmalıyız?

Rızkın bölündüğü şu hayatta, çabamız rızkı nicelik olarak çoğaltmak değil 
nitelik olarak çoğaltmaktır.
Niteliksiz rızık bedeni doyurur ama ruhu boğar. 
Niteliksiz rızık infaka pay ayırmayan rızıktır.
Niteliksiz rızık enfüse harcanan rızıktır..
Niteliksiz rızık karavana olmuş, boşluğa atılmış bir oktur.


Kainat Ayetleri Bizi Nereye Götürür?

Kainat ayetleri hakkıyla okunmadığında, Kur'an'daki ayetlerin kalbe te'siri zorlaşır. Çünkü Allah'ın yüceliğini ve büyüklüğünü kainat ayetlerine tefekkürle bakarak kavrayabiliriz. O halde bizler yanından geçip gittiğimiz kainat ayetlerini okuma gayreti göstermeliyiz.
Kitaptaki ayetler ondan sonra bizlere ışık olacaktır.
Allah'ın yüceliğini kavramadan okunan ayetler insana sadece edebi zevk verir.
İnsana istikamet vermez.

Kainat Ayetleri bizi Allah'ın yüceliğine götürür.
Yüceyi kavrayan gönül, O'nun mesajını dikkate alır.

28 Kasım 2012 Çarşamba

Tevhidi Gerçekliğin Işığında - Atasoy Müftüoğlu

- Batı Bloku sadece Doğu Bloku ile olan ilişkilerinin gerginleştiği dönemlerde kullanmak üzere İslam unsurunu yedekte bir araç olarak değerlendirmektedir. (31)

- Gerek Batı'lı ve gerekse Doğu'lu müstekbirler şemsiyeleri altına alınmış bulundukları Müslüman toplulukları, Allah'ın dini İslam'ın bütün dinamikleriyle ortaya çıkması ihtimaline karşı sürekli olarak uyarıyorlar. (31)

- İstiyorlar ki bu İslam, krallara, emirlere, başkanlara ve bunların her tür uygulamalarına karşı sesini yükseltmesin. Yine bu çevreler istiyorlar ki krallı, kraliçeli, emirli, şeyhli, şahlı İslamlar olsun, ancak İmamlı bir toplum örneği vücut bulmasın. (31)

- Emperyalistler için dünyada İslam'ın geri dönmesinden başka korku yoktur. (31)

- Kafirlerin sürüp giden saldırılarından ciddi bir şekilde etkilenen kimi çevreler İslam'ı bir sözcük olarak bile kullanmaya cesaret edememekte, sağcılığın, muhafazakarlığın, gelenekçiliğin, görenekçiliğin, milliyetçiliğin ve mukaddesatçılığın şemsiyesi altına sığınma ihtiyacı duymaktadırlar. (32)

- Mekke'li hanifler içinde iman şahsi ve özel bir durumun ifadesiydi. Bu bakımdan Haniflerle müşrikler arasında ciddi bir sorun çıkmıyordu. (34)

- Bugün de, kimi Müslüman topluluklar, kendi zihinlerinden düzmece mazeretler nedeniyle imanlarını saklı tutmakta, tevhidi bir tavır sergileyememekte, imanın kendilerine yüklenmiş bulunduğu sorumlulukları açıklamak üzere daha müsait mevsimler beklemektedirler. (34)
- Her mü'minin asli görevi hayatın içinde her olguyu tevhidi perspektifle değerlendirmektir. (34)
-Realitelerin baskısına karşı duramayanlar, tevhidi mücadelenin günümüzdeki yansımasını ya hayalcilikle ya da romantizmle suçlamaktadırlar. (35)

- Allah'a kulluğu çok soyut bir ilgi halinde, kullara kulluğu ise çok somut bir ilgi halinde yaşayarak tevhidin rahmet ve bereketine ulaşılamaz. (35)

Allah'ın velisi ve dostu olmak, Allah'ın hukukunu korumakla kabildir. Allah'ın velisi ve dostu olmak, Allah'ın ve O'nun yasalarının düşmanlarına düşman olmakla kabildir. (36)

- Belirsiz tavırlar kaçınılmaz bir azabı haber verirken, belirgin tevhidi tavırlar bir kurtuluşu haber vermektedir. (37)
- İslam'ın geçmişteki başarılarını konuşmak gelenek haline gelmiştir. (38)
Yığınlar nazarında İslam yalnızca ahiret hayatıyla ilgili kıymetler manzumesi olarak hatırlanmaktadır. (38)
Bir yandan siyasal düzenlerin fiili baskısı, diğer yandan modernizmin psikolojik baskısı sonucu Müslüman topluluklar, bu baskıları tümüyle ortadan kaldırmayı amaçlayan tavırlar ortaya koymak yerin, bu baskı unsurlarıyla uzlaşarak baskıları hiç değilse asgari sınırlar içerisinde tutabilecek tavırlar geliştirmişlerdir. (39)
Hayatın içindeki rolünü tevhidi duyarlılığa göre belirleyen Müslümanlar için, ne doğuculuğun, ne batıcılığın, ne sağcılığın, ne solculuğun bir değeri yoktur. (39)
Bir insan hem müslüman, hem laik, hem liberal, hem demokrat, hem kapitalist, hem marksist olamaz. İnsan bunlardan ancak biri olur ya da olmaz. (41)
Müminler namazla bütün putları ve putçu eğilimleri ayakları altına alır. (44)
Zekat, insanı eşyaya ve mala kulluktan, bireycilikten ve cimrilikten kurtaran, toplumla ilişkimizi kardeşlik hukuku içinde tanzim etmemizi sağlayan, müslümanların birbirlerini bütün yönleriyle paylaşmasını temin eden kutlu bir vecibedir. (44)
Beşeri yasalar kötülükleri ortadan kaldırmak yerine, onları sosyal realiteler olarak kabul ediyor. (44)
Sinenizde maraz yoksa her türlü kimlik sorunuyla başa çıkabilirsiniz. (45)
Allah'la ilişkileri dürüst ve düzenli olan, Allah'la ilişkileri sürekli ve içtenlikli olan Allah'ın himayesine mazhar olmuş demektir. (45)
Müslümanlar şu ya da bu kabileye, sınıfa ve renge, şu veya bu mezhebe ve ulusa bağlı bulunmakla değil, sadece İslam'a bağlı bulunmakla şöhret kazanır. (45)
- Kitabı Kerim zulme, isyan ve tuğyana başkaldırmayı emrederken, saltanat kültürü müslüman yaftasını taşıdıkça zalim, asi ve baği de olsa sultanlara itaat edilmesi gerektiğini uyulması zorunlu bir disiplin haline getirmiştir. (52)
- Tavrımız geçmişten gelen bütün köprüleri atmak olmadığı gibi, geçmişten gelen bütün köprüleri asabiyetle korumak da olmamalıdır. (53)
Geçmişten bize intikal etmiş bir eserin mutlaklaştırılması, bir alimin ya da fakihin mutlaklaştırılması, bir şeyhin ya da müçtehidin mutlaklaştırılması, atalar mirasına bağlı ve ancak onunla kayıtlı bir dini hayatın ortaya çıkmasına neden olmaktadır. (53)
Hiç bir muvahhidin modern hayat hayat tarzının getirdiklerinden olumsuz bir yönde etkilenmesi düşünülemez. (56)
Günümüzde insan, modern teknolojinin ürettiği aygıtlar eliyle bilgilendiriliyor. Bu aygıtlar paketlenmiş bilgiler üretiyorlar. Paketlenmiş bilgiler de paketlenmiş çağdaş insanlar üretiyorlar. (57)
Her hangi bir sorunu çıktığında Kitabın hükmü budur, Resul'ün buyruğu budur tarzında bir tavır seçmek yerine, filan veya falan alimin ve de fakihin tavrı budur gibi bir yol seçiliyor. (58)
Dinini aslına ilişkin, tevhidin aslına ilişkin bir hassasiyeti canlı tutmak yerine, biçimsel kimi tezahürler yaşatılmak istenmektedir. (58)
Hicret, müşrik bir toplumda müslümanların karşılıklı ödünler almak ve vermek suretiyle içiçe yaşayamayacaklarının en açık kanıtıdır. (59)
- Allah'ın müdahalesine izin ve imkan verilmeyen bir ortamda yaşamaya yol bulanlar için hicret bir uyarı ve bir modeldir. (60)
Hicret, müşriklerin egemenliklerine razı olmamanın, onların egemenliklerini paylaşmamanın ilk göstergesidir. (61)
Bilindiği gibi Peygamberimiz Efendimizle hicret etmeyip Mekke'de kalan, imanlarını açıkça izhar etmedikleri için müşriklerle bir arada görünen müslümanlar Kuran'ı Kerim tarafından takbih edilmişler ve nefislerine yazık eden müslümanlar olarak anılmışlardır. (62)
Cahili hayat tarzı içinde ve bu hayat tarzına bağlı olarak yürütülen bütün arayışlar beyhudedir. (63)
Çağdaş ilişkiler, İslam'da Müslüman arasına aşılması güç barikatlar koymuş bulunmaktadır. (76)
- Muvahhidlerin Rabbani ve Rahmani tüm melekelerini bir ahlak haline getirerek karşı karşıya bulunduklarını kişilik zaaflarını gidermeleri tevhidi bir ibadettir. (76)
İslam kendisini seçen herkesten, her durumda bu seçimini en önde ve en başta tutmasını istemektedir. (76)
Ulusal ve laik ideolojilere dayalı düzenlerin gündeminde iki tür İslam bulunmaktadır. Bunlardan birincisi dost bir İslam, ikincisi ise düşman bir İslam'dır. Dost İslam ilgili düzenlerin her alandaki uygulamasını büyük bir teslimiyetle kabul eden, düşman İslam ise bu uygulamalara karşı çıkması ihtimali düşünülerek sürekli olarak baskı altında tutulan ve resmi dilde 'irtica' olarak yaftalanan bir İslam'dır. (77)
İslam dünyasından askeri varlıklarını geri çeken sömürgeciler, kültürel varlıklarıyla bu ruhu canlı ve etkin kılmaya devam etmektedirler. (77)
Sağcılık, solculuk, muhafazakarlık ve devrimcilik her hangi bir batı toplumunda o toplumun kendi sisteminin mantığı içerisinde bir değer ifade edebilir. (79)
Biz burada, tevhidi gerçekliğin bilincine varmış her  müslümanı sağcılığın ve muhafazakarlığın her türlüsünden tenzih ederiz. (79)
Tevhidi bilincin ve tavrın bütün boyutlarıyla yaşatılamadığı toplumlarda sapma daha geniş ve daha derin boyutlara ulaşmaktadır. (80)
- İslami kişiliğini yitirmemiş ya da kazanamamış bir toplumda Müslümanlar, siyasal, kültürel ve sosyal baskılar sonucu, bu baskıların yoğunlaştığı noktaların dışında, baskı unsurlarının gözüne batmayacak zeminler üzerinde çalışmalar yapmayı alışkanlık haline getirmişlerdir. (81)
- İslam şu  veya bu sistemin yaralarını sarmak, şu ya da bu sistemi ıslah etmek için kullanılamaz. İslam şurada veya burada ortaya çıkmış kimi boşlukları doldurmaya memur edilemez. Dünyevi her hangi bir modelde İslam bir katkı maddesi olarak kullanılmaya elverişli değildir. İslam'a ait her ilke ve değer ancak kendi sistemi içinde bir aktivite belirtir. (81)
Sentez fikri de ne kadar iyi niyetlerle getirilmiş olursa olsun, sonuçları itibariyle bir güvensizliğin ve umutsuzluğun nişanesidir. (82)
İslamı, tevhidi bir görüş manzumesi içerisinde kabul edenler için tavırlarını Doğu'ya ya da Batı'ya göre belirlemek değil, Allah'a göre belirlemek vardır. (82)
İman ve İslam'ı tevhidi bir sevda haline getirenlerin önünde hiç bir kuşkunun ve kuruntunun bir yeri bulunamaz. (82)
Gerek geleneksel olanın ve gerekse modern olanın tevhidi bağlamda sorgulanmamış olması, giderek bunlarla uzlaşma sorununu gündeme getirmektedir. (83)
Rahmani gerçeklik kendi sistematiği içinde bir varlık belirtmekte, şeytani gerçeklik de kendi sistematiği içinde bir varlık belirtmektedir. İki gerçekliğin birbirleriyle yardımlaşması söz konusu olamaz. (83)
Allah'a itaatın vücut bulmadığı her ortamda anarşi vücut bulur. (84)
İslam yazdıklarımızla ve söylediklerimizle olmaktan çok yaptıklarımızla vücut bulacaktır. (85)
- Kalbinde ve vicdanında helal kazanma kaygısını büyütenleri kuşkusuz Allah koruyacak, gözetecektir. (86)
- Cahili düşüncelerin şemsiyesi altında yaşamak, insanı bütünüyle dini hazlardan, coşkulardan uzaklaştırır. İlk dönemin Müslümanları, bilgiyle olduğu kadar aşkla, aşkla olduğu kadar coşkuyla da donanmış bulunuyorlardı. (87)
Kişiliğini Allah'ın eliyle bulmamış bir topluluğun izzetinden söz edilemez. (88)
İslam'ın yalnızca bir mezhebin imkanlarıyla açıklanması, ya da yalnızca bir mezhebin ilkeleriyle kuşatılmak istenmesi de Müslümanlar arasındaki farklılaşmayı derinleştiren etkenler arasında bulunmaktadır. Öncelikle bilinmesi gereken husus şudur ki, her hangi bir mezhebin ilkeleri din bütünü olarak algılanamaz. (91)
Tekelci zihniyet, dünyasını her şey bizimle kaim, her şey bizimle mümkün anlayışı üzerine bina etmektedir. (91)
Psikolojik iklim şartları sürekli olarak müslümanların aleyhine işletilmektedir. (93)
Müslümanlar başkaları tarafından belirlenen program ve yöntemlere bu bunları uygulamaya memur ve mahkum edilemezler. (93)
Müslüman topluluklar için din, yani İslam, bütün unsurlarıyla yaşanılabilir bir gerçeklik olmaktan çıkmış, yalnızca ideolojik bağlamda yaşatılabilen bir kültür ilgisi haline dönüşmüştür. (94)
Issızlarda İslami özlemleri dile getirenler, kamuoyu önünde sağcı politikaların uygar mümesilleri olarak hayatlarını devam ettirebilmektedirler. (94)
Zihni düzlemlerde Rahman'ın yasaları geçerliliğini korurken, pratik hayatın içinde Şeytan'ın yasaları yürürlüğe girmektedir. (95)
Müslümanlar geçmişi kavmi duyarlıkla değil, tevhidi bir duyarlılıkla irdelemelidirler. (95)
Bilinmelidir ki soyut tartışmalar Müslümanları birbirinden uzaklaştırmakta, bereketi ortadan kaldırmaktadır. (97)
Tevhidin ruhunu kavramak demek, kainatta her şeyin varlığının ancak Allah'ın iradesi eliyle mümkün olacağını kavramak demektir. (101)
- Tevhidi gerçekliği ruhunda bütünüyle yaşatamayan insanın bütün ibadetleri boşa çıkabilir. (101)
Tevhidi düşünceyi sadece soyut bir gerçeklik halinde tutan toplumlarla, onu bir harekete dönüştürmüş toplumlar arasında büyük farklar vardır. (103)
Modern kültür değerleriyle yoğrulmuş bir çevrede de İslami değerler ve davranış biçimleri bütünüyle yadırganmakta ve hayret nazarlarıyla karşılanmaktadır. (104)
Vahye dayalı bir sistemle, insan zihninin ürünü bir sistem arasında bir yakınlık kurulamaz. Bu iki sistemden de birbirleriyle uyuşmaları beklenemez. (104)
Bir düşünce ancak fonksiyonlarının tezahürleriyle hayatını sürdürebilir. Fonksiyonlarını yerine getirme imkanı bulamayan bir düşünce zamanla taşlaşma durumunda kalacaktır. (105)
Allah bir topluma neye layık bulunuyorsa onu veriyor ama sürekli olarak da her toplumu uyararak asıl layık olduğu şeyi hatırlatıyor. (106)
Taklit olgusu neredeyse bütün Müslüman halkların ayırd edici özelliği haline gelmiş bulunmaktadır. (106)
Din'i yalnızca toplumsal kültürün bir parçası olarak alan toplumlarda da müzmin bir durgunluk ve umursamazlık gözlemlenmektedir. (107)
Yığınların ruhi ve zihni melekeleri, uluslararası siyasetin en etkin aracı, haberleşme aygıtlarıyla iptal edilmektedir. (107)
Fikri temellerden yoksun her davranış yok olmaya mahkumdur. Fikri dayanaktan yoksun heyecanlar anlık hassasiyetlerin yansıması olacak kalacaktır. (109)
Pek çok ilke gibi İslam kardeşliği ilkesi de sözde yaşatılan ilkeler arasında girmiştir. Öteden beri Müslüman halklar üzerinde uygulanan ulusalcı politikalar nedeniyle İslam kardeşliği ilkesi bütünüyle tahrip edilmiş bulunmaktadır. (109)

27 Kasım 2012 Salı

KADINA SAYGI

Kadınlar, modern çağın sentetik saygılarına tamah etmemeliler.
Bu, kadını kişiliksizleştirmekten öteye gitmez.
Kadın, naifliğinden ötürü anne, bacı ve teyze muamelesi görür.
Bunun haricinde kadının kibrini arttıracak söylemler ve eylemler ona değer vermek değil bilakis onu 'şey'leştirmektir./nesneleştirmektir...

24 Kasım 2012 Cumartesi

23 Kasım 2012 Cuma

Tevhidi Gerçekliğin Işığında 3

Modern değer sistemleri eliyle sorunlarını çözümlemiş tek bir modern toplum örneği gösterilemez. (22)
***
Zihni ve ruhi değerlerden soyutlanmış bir toplumun zenginliği hiçbir şey ifade etmemektedir. (23)
***
Bir muvahhidin iki dünyayı birbirinden tamamen farklı iki dünyayı birlikte yaşaması ve bunları bütünleştirmeye çalışması düşünelemez. Cahili her tür değer sistemine karşı onurlu bir savaşım verilmek isteniyorsa, bunun için İslam'ın gerçeğine dönmek ve onunla buluşmak gerekmektedir. (23)
***
Amentüyü yalnızca dillerde tekrar edilmek üzere değil, zihinlerde gönüllerde ve davranışlarda tekrar edilmek üzere kuşanmamız üzerimize yüklenen bir vecibedir. (24)
***
İman dairesi dışında kalan her şey koyu bir belirsizliğe mahkumdur. (25)
***
İman, insanda her şeyi yalnızca Allah'a bağlayan nihai bir emniyet duygusudur. (25)
***
...bir şükran borcudur, insanın kendisine hayat veren Rabbine bir cevabıdır iman. (26)
***
İnsanın insan olması nedeniyle sahip bulunduğu bütün yetileri kendi işlevleri doğrultusunda bir düzene koyan iman keyfiyetidir. (27)
***
Bütün bilimlerin, düşüncelerin ve sanatların en zengin tezahürleriyle vücut bulduğu günümüzde, bütün bu disiplinlerin insana ve insani değerlere katkısı ne ölçüdedir, bunlar objektif bir zemin üzerinde tartışılabilmelidir. (27)
***
Seçme bilincinin bulunmadığı bir bünyede iyilikle kötülüğü, helalle haramı bütünleşmiş görürsünüz. (27)
***
Şirkin, ilhadın, fesadın, tuğyanın, nifak ve şikakın bütün boyutlarıyla bağlıları tarafından açıklandığı bir dünyada, iman sahiplerinin imanlarının icaplarını saklı tutmaları hiç bir mazeretle açıklanamaz. (29)
***
Tevhidi imanın bireysel boyutları olduğu gibi toplumsal boyutları, toplumsal boyutları olduğu gibi evrensel boyutları da vardır. (29)
***
Bugün geçmiş kavimleri helake sürükleyen nedenler modern toplumlar için bir iftihar vesilesi sayılmaktadır. (30)
***

Tevhidi Gerçekliğin Işığında 2

İslam, zamanın ve şartların insafına terkedilmemelidir. Din'i zamanın ve şartların rengine bürünmek suretiyle sunmaya çalışmak İslam'a yalan söyletmeye çalışmaktan farksızdır. (18)
***
Çağdaş değer sistemlerinin yardımıyla Allah'a ve İslam'a yol aramak, Allah'ın ve İslam'ın bütün zamanlar için indirdiği bütün araçların bugün geçersiz olduğuna itikad etmek anlamına gelebilir. Allah'ın dininin modern değer sistemleri tarafından aklanmaya ihtiyacı bulunmamaktadır. (18)
***
Küfrün itibar ettiği yollarla iman savunulamaz. (18)
***
Modern değer sistemlerini tevhidi bilincin rehberliği altında sürekli olarak sorgulamak gibi tevhidi bir sorumluluk dururken, bunun tam tersi bir tavrı seçerek, modern disiplinler tarafından yargılanmamak için bu sistemlere ait yöntemleri benimsemek tevhidi ahlakla bağdaştırılması mümkün olmayan bir tutumdur. (19)
***
Çağdaş propaganda kurumları da bu hayat tarzının mutlak anlamda paylaşılması gerektiğini vurgulamaktadırlar. Müslümanlar da çoğunlukla bu propagandaların etkisi altında kalıyor olmalılar ki, İslami bir hayat tarzının vücut bulması doğrultusunda köktenci bir tavır sergileyemiyorlar. (19)
***
İnsanın modern yaşam biçimi dışında da yaşanabilir bir hayatın varlığından sonuna kadar emin olabilmesi için imanını yeterli marifet bilgileriyle techiz etmesi gerekecektir. (20)
***
Modern ve ulusal standartlara uygun bir tür Müslümanlık geliştirilmiş ve bu Müslümanlık yığınlara kabul ettirilmiştir. (20)
***
Her muvahhidin bugün karşı karşıya bulunulan tehdidi bertaraf etmesi için yalnızca Allah'ın rengine bürünmesi yeterli olacaktır. (20)
***
Kendisini Allah'a adayanlar için bütün bir yeryüzünde asla bir tehdit ve baskıdan söz edilemez. (21)
***
Müslümanların bulunduğu her yerde emperyalist propaganda merkezleri geleneksel dini duyarlığı ayakta tutmak için büyük çabalar harcarken, köktenci tevhidi duyarlığı yığınlar katında karalamakta, tevhidi duyarlığı seslendirme ve yaşatma savaşımı veren Müslümanlar çeşitli alçaltıcı yaftalarla yaftalanmaktadırlar. (21)
***
İslam bütün zamanların, bütün bir kainatın ve bütün bir insanlığın kurtuluşu için indirilmiş yegane eksiksiz bir iman manzumesidir. (21)
***
Egemenlerin yöntemlerini kullanmak, egemenlerin gönlünü kazanmak içindir. Allah'ın takdirini kazanmak için Allah'ın koymuş bulunduğu yol ve yöntemlere başvurmak vardır. (22)
***
İslam'ın her zaman bütün bütün beşeri olguları ve disiplinleri yargılamaya güç yetireceğini bilmek bir iman borcudur. (22)
***

18 Kasım 2012 Pazar

Tevhidi Gerçekliğin Işığında 1

Müslümanlar, niteliği ilahi kudret eliyle belirlenmiş bir düşüncenin varisleridirler. (9)
***
Kitabı kerim nihai bilginin yollarını ısrarla vurguluyor. Nihai bilgiye götüren araçlar arasında da, bir ilişki ve bütünlük var. Ne yalnız başına okumak, ne yalnız başına düşünmek, ne yalnız başına tefekkür etmek, ne yalnız başına aklı kullanmak, ne yalnız başına basireti kullanmak, ne de yalnız başına kalbi kullanmak nihai gerçeklik için yetmiyor. Nihai bilginin yolları, bütün bu imkanları birbirleriyle ilişkilerini kollayıp gözeterek açılabiliyor. (10)
***
Akidemizin her türlü kirden arınmasıyladır ki, yeniden hayat dönmemiz söz konusu olabilir. (11)
***
Bilindiği gibi, bir toplumun islam toplumu olarak nitelendirilebilmesi için bu toplumun İslam'dan kimi izler ve biçimler taşıması yeterli olmamaktadır. (13)
***
İslam yalnızca yığınların ruhsuz gövdelerine yakıştırılan bir etiket olmuştur. bugün nerede olursa olsun Müslümanları yargılayanlar işte bu etiketlere göre hükümler vermektedirler. (14)
***
Allah'ın aziz dininin hiçbir durumda statükoya tabi kılınamayacağı gerçeği bütünüyle unutulmuş ve unutturulmuştur. (15)
***
... şartlara boyun eğmeyi şiar edinmiş bir adin anlayışı bu durumda gelene ağam, gidene paşam zihniyetini bayraklaştırmaktadır. (15)
***
Teslimiyetçi zihniyet her yerde din'in mantığına göre değil, zamanın mantığına göre işlemektedir. (15)
***
Müslümanların yaşamakta bulunduğu pek çok toplumda islam kendi asli kimliğiyle olmaktan çok, tarihi kimliğiyle tanınmaktadır. (16)
***
Bugün müslümanlar ya din dışı bir hayatın ya da hayatın dışında bir dinin kurbanları haline gelmişlerdir. (17)

3 Kasım 2012 Cumartesi

Savaş, Barış, İktidar Kitabından Kesitler - Abdurrahman Dilipak

İnsanlık değerinin, tüketilen ürünlerinin markaları ile ölçüldüğü, her şeyin parasal karşılıklarının ödenerek satın alınabildiği bir dünya. (12)
***
Bir soygunun, insanlığın tarihi mirasının soygunları ile zenginleşen muhteşem batı. Kızılderili , kara derili ve sarı derili insanların kan, gözyaşı ve alınterileri üzerine dikilen özgürlük anıtları! Barış sloganları arkasına saklanan savaş kışkırtıcıları... (13)
***
Gelişmiş ülkelerin zenginlikleri, biraz da geri kalmış ülkelerin fakirlikleri açıklanamaz mı? (13)
***
İlkel Kızılderili vahşi kabile reisi Seattle, uygar beyaz derili baylar için şöyle diyordu: "Beyaz adam toprağı çocuğundan çalmaktadır. Açlığın dünyayı saracak beyaz adam. Ve ardında koca bir çöl bırakacaksın. Biz gidiyoruz. Ama beyazlar da birgün bu topraklardan gidecektir. Belki bütün ırklardan daha çabuk. Yataklarınızı zehirlemeye devam edin ve bir gece kendi çöplerinizde boğulacaksınız." (14)
***
Makine karşısında yalnızlaşan insan, hükmetme gayretlerine rağmen doğa ve makine karşısında yenik düşmüştür. (15)
***
Bugünkü insanın talihsizliği, Allah'la savaşın prarik sonucu olan kendi kendi ile savaşa tutuşması, insanlarla ve doğa ile savaşa tutuşmasıdır. (15)
***
İdeolojiler modern tanrıların şeriatı idi. Bu şeriat uğruna savaşlar çıkartıldı, devrimler gerçekleştirildi. Yüz milyonlarca insan hayatını kaybetti, sakat kaldı, umudunu yitirdi. Mutluluğunu yitirdi. (15)
*
Müslümanların temelde bir iktidar sorunlarının olduğunu sanmıyorum. Onlar Allah'ın ezeli ve ebedi iktidarının, yeryüzündeki temsilcileridir. (17)
***
Hz. Nuh'u demokratik bir seçimde aday gösterseniz, halk Nuh kavmi ise, kaç oy alacağını sanıyorsunuz.? (17)
***
Allah bizi mallarımızla, canlarımızla, sevdiklerimizle, sahip olduğumuz her şeyle, elbette iktidar nimeti ile de, kimi zaman azaltarak, kimi zaman artırarak imtihan edecektir. (22)
***
İslam toplumu dinamik, ahlaklı, faziletli, evrensel sorumluluk bilincine sahip ve bu dünya hayatının bir imtihan olduğunun idrakinde olan bireylerden oluşur. (38)
***
İslam Allah'ın hükmüne tam bir teslimiyettir. Hayatın ebediliğine inanmaktır. (44)
***
Cihad sadece düşmana karşı verilen savaş değil, insanın kendi içindeki kötülük duyguları ile savaşı da içine alan geniş bir kavramdır. (45)
***
Akıl, hakikatin kaynağı ve ölçüsü değil ama, insanlar ancak akılları kadar iman edebilir ve akılları kadar amel işleyebilirler. (59)
***
Cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşeli değil mi? (59)
***
Nefsinin esiri olanlar da aslında kaybedilmiş bir savaşın kurbanıdırlar. Barış, bir esaret stratejisi değildir. (59)
*
Kur'an'ı Kerim bizi Allah'a, Resul'üne ve bizim içimizden çıkan ulu'l emre itaata davet etmektedir. Kendi nefsi arzuları ile emreden, hüküm koyan bir emir'e değil, Allah'ın emrettiğini emreden, nehyettiğinden sakındıran bir emir'e! (93)
***
Televizyonlarda, Fransız askerlerinin Çad'da siyah insanı avladıkları gün, bir Fransız artistin magazin haberleri süsler gazetemizi... (110)
***
Amerikan askerleri, ülkelerinden 20.000 km uzakta insan avını sürdürürken, Amerikan polisinin bir gökdelenin asansör boşluğuna sıkışan bir kediyi kurtarmak için başlattığı büyük operasyonu gösterir. Beyaz, siyah, sarı ve kırmızı ırktan oluşan insan neslinin bir türünü tümden yokeden, kalan bir kaç bin kişiyi kelaynaklar gibi nesli tükenen hayvanlar cinsinden korumaya alan Amerikan kovboylarının cinayetlerini unutturmak için kovboy filmleri icad ederler. Barışçı yerlilerinin hesabını soracak kimseyi bırakmazlar, ama basın, nazi dönemi son yahudi avcısının yargılanışını, Babi yar cinayetlerini kendine konu edinir. (110)
***
Refah toplumu olalım derken, ahlaki değerlerimizden olabiliriz, ya da sanayileşelim derken, belki binbir türlü bülbül ötüşünü çiplerinde gizleyen efekt cihazlarına sahip olabiliriz ama bülbülsüz bir dünyada yaşamak zorunda kalabiliriz. Aile parçalanabilir, parçalanmayabilir de, bu olumsuzlukların ağına düşmeyebiliriz de tabii. Ama batı toplumu giderek bir açmaza sürükleniyor. Bu anlamda medeniyeti yargılamak zorundayız. (117)
***
Maddi ve manevi değerler arasındaki uyumsuzluk, bugün tek tek fertleri mahkum etmektedir. Daha fazla tüketebilmek için daha fazla çalışma arzusu sonuçta, bu günki şekli ile, emeğin daha da ucuzlamasına, otomasyonun gelişmesi ile işsizliğin artmasına ve işçilerin, giderek tüm halkın köleleşmesine yol açmaktadır. (121)
***
Şu açık bir gerçek ki, madde kültürü ile manevi değerler arasındaki uyumsuzluk bunalıma neden oluyor. (122)
Batı'daki tüm kavram ve kurumlar, öncelikle Batı toplumunun refah ve gelişmesi için uygundur ve evrensel nitelikli değildir. Yani mutlak hakikatin kaynağı Batı düşüncesi değildir. (122)
***
Luis Masignon bizim için bakın ne diyor: "Onların herşeylerinitahrip ettik felsefeleri, dinleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye inanmıyorlar. Derin bir boşluğa düştüler, anarşi veya intihar için olgun hale geldiler. (122)
***
İslam'da "cemaat" sosyal bir sözleşmenin ürünü değildir. Menfaat bağını aşan bir inanç sistemine dayanır. (123)

*
Hükümetler, bireylerin mutluluğunu, toplumun sözde çıkarlarını öne sürerek ayaklar altına almaya alışmışlardır. Ama bunu yaptıkları zaman unuttukları şey, toplumun amacının bireylerin mutluluğunu sağlamak olduğudur. Sanırım politik toplumun asıl yanlışı burada yatıyor. (123)
***
İnsanlar servet sahibi olmayı, şöhrete kavuşmayı ve iktidarı ele geçirmeyi çok isterler. Başkalarına hükmetmek ve onlara boyun eğdirmek. Kuşkusuz İslam'da böyle bir iktidar yok.(124)
***
İktidar imkanını zalimlere vermek toplumun bahtsızlığıdır. (124)
***
İnsanı birey olmaktan çıkarıp ona toplumsal bir kimlik ve statü kazandıran olgu ise ailedir. (127)
***
İnanç toplumunda ışığın kaynağı vahiydir. Fazilet ve ahlaktır. İnsanların gönüllerinde tutuşturduğu sevgi, barış ve özgürlük tutkusudur.  (127)
***
Sivil toplum ve demokratik sistemlerde ışığın kaynağı tek başına birey ve toplumdur. Diktatörülerde ışığın kaynağı iktidar gücü ve onun ideolojisidir. (127)
***
Herkes aynadaki görüntüye bakıp aynadaki görüntüyü düzeltmek yerine kendine çeki düzen vermelidir. (128)
***
Kendini düzeltmeyen kavimlere Allah'ın hidayeti nasib olmaz. (130)
***
Biz bu dünyada imtihan oluyoruz. Biz temel hak ve hürriyetlerin korunduğu bir düzen için mücadele etmek zorundayız. Bizim için asıl olan bu mücadelenin kendisidir. Yoksa bizler Moskova'da cennete, Mekke'de cehenneme gidebiliriz. (130)
***
Biz vahyin ışığında, zamanı ve mekanı, umutlarımızı ve korkularımızı, geçmişi, bugünü ve geleceğimizi, kafamızdaki bilgileri, günümüz gerçeğini, kavramları ve kurumları sorgulayarak Allah'a verecek hesabımıza göre sorumluluk alanımızı genişletmek zorundayız. (130)
***

Hükümetler, bireylerin mutluluğunu, toplumun sözde çıkarlarını öne sürerek ayaklar altına almaya alışmışlardır. Ama bunu yaptıkları zaman unuttukları şey, toplumun amacının bireylerin mutluluğunu sağlamak olduğudur. Sanırım politik toplumun asıl yanlışı burada yatıyor. (123)
***
İnsanlar servet sahibi olmayı, şöhrete kavuşmayı ve iktidarı ele geçirmeyi çok isterler. Başkalarına hükmetmek ve onlara boyun eğdirmek. Kuşkusuz İslam'da böyle bir iktidar yok.(124)
***
İktidar imkanını zalimlere vermek toplumun bahtsızlığıdır. (124)
***
İnsanı birey olmaktan çıkarıp ona toplumsal bir kimlik ve statü kazandıran olgu ise ailedir. (127)
***
İnanç toplumunda ışığın kaynağı vahiydir. Fazilet ve ahlaktır. İnsanların gönüllerinde tutuşturduğu sevgi, barış ve özgürlük tutkusudur.  (127)
***
Sivil toplum ve demokratik sistemlerde ışığın kaynağı tek başına birey ve toplumdur. Diktatörülerde ışığın kaynağı iktidar gücü ve onun ideolojisidir. (127)
***
Herkes aynadaki görüntüye bakıp aynadaki görüntüyü düzeltmek yerine kendine çeki düzen vermelidir. (128)
***
Kendini düzeltmeyen kavimlere Allah'ın hidayeti nasib olmaz. (130)
***
Biz bu dünyada imtihan oluyoruz. Biz temel hak ve hürriyetlerin korunduğu bir düzen için mücadele etmek zorundayız. Bizim için asıl olan bu mücadelenin kendisidir. Yoksa bizler Moskova'da cennete, Mekke'de cehenneme gidebiliriz. (130)
***
Biz vahyin ışığında, zamanı ve mekanı, umutlarımızı ve korkularımızı, geçmişi, bugünü ve geleceğimizi, kafamızdaki bilgileri, günümüz gerçeğini, kavramları ve kurumları sorgulayarak Allah'a verecek hesabımıza göre sorumluluk alanımızı genişletmek zorundayız. (130)





Öne Çıkan Yayın

RAB NE DEMEKTİR? MUSA PEYGAMBER CEVAPLIYOR:

__ Kimmiş bakayım sizin Rabbiniz ey Musa? __ Bizim Rabbimiz her şeyin YARATIŞINI (helqehu) takdir edip, sonra da yaratılış AMACINA (heda) y...