26 Mayıs 2014 Pazartesi

Kabukları Kim Yiyor? - Gökhan ÖZCAN

Dünyaya kibir dağının tepelerinden bakan, elbette
herkesi küçük görür.
İnsan azala azala büyüyor.
Farkına vardığımız yanılgılar kadar hiçbir şey büyütmüyor aslında bizi!
Zaman o kadar hızlı akıyor ve bizler o kadar hızlı ihtiyarlıyoruz ki, iddialarımızın çoğu bu hıza yetişemeyip geride kalıyor.
Kim olursak olalım, nasıl yaşarsak yaşayalım, biriktirmeyi başardığımız tek şey var: Geçmiş zaman!
Gözünün feri azaldıkça, zihninin aydınlığı artıyor insanın.
Ayrılıklar hakkında ağıtlar yakıp duruyoruz ya, bu dünya aslında ayrılığın ta kendisi!
Yiyecek çok şeyi olanların açlığı, yiyecek hiçbir şeyi olmayanlardan çok daha büyük!
Doymayı bilebilmek... İnsan olmaya giriş için en uygun eşik...
Bugünün insanlarına angarya gibi görünen bütün o zihin meşgaleleri var ya; insan kendini tam da onlarla çatıyordu işte!
Egosu dünyayı kaplayan insanlar, dönüp bir de yalnızlıktan şikayet ediyor. Hayatınızda bir başkasına yer mi bıraktınız?
Tek kullanımlık ihtiyaçlar listesine 'insan' da eklenecek yakında!
İnsanın kendini bozdura bozdura harcadığı bir laf ebeliği borsası, iki nokta üst üste, kapa parantez!
Sadece televizyonun gösterdiklerini izlediğimize göre kumanda neden bizim elimizde?
Uydu sistemleri seyretmeye imkan ve ihtimalimiz olmayan yüzlerce kanalı evimize getiriyor. Peki ama neden?
Depremi bizzat yaşayan binlerce insan, televizyon canlı yayınında depreme yakalanan sunucunun görüntülerini merakla izliyor. Peki ama neden?
Nefret etmek, hayranlık salgılamak ya da bedavadan gurur duymak dışında pek bir sosyal faaliyetimiz yok. Peki ama neden?
Evet, yeryüzünü delik deşik eden bu canavar makineler arasında iğneyle kuyu kazmak gerçekten sanatkârane bir fikir!
Güzel bir şey üretebilmek için fazladan bir gayret göstermek, bir çile çekmek, bir derinlik aramak, hiç kimseye uymayacak bir elbiseyi yeniden yeniden yeniden dikip durmak gibi artık. Konfeksiyon diye bir şey var!
Nuri Bilge Ceylan'ın Cannes'dan yine önemli bir ödülle dönen bir önceki filmi 'Bir Zamanlar Anadolu'da' gelmiş geçmiş gişe sıralamasında 527. sırada. Sadece 161.181 kişi tarafından bilet alınarak izlenmiş ve bu rakam sadece 'Recep İvedik 4'ün gişesinin 45'te biri... Altın Palmiye'yi alınca etrafa gurur tweetleri attıran milyonlar hangi ülkeden acaba?
Beleş gurur, gün gelir paçalardan akar!
Çekirdek ne güne duruyor, hayatı çitlemeyin!
Marifet yüzünü boyadığında soytarı olmakta değil, yüzünü yıkadığında yeniden adam olmakta...

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/GokhanOzcan/kabuklari-kim-yiyor/53655

25 Mayıs 2014 Pazar

Başarı... Markar ESAYAN

Başarı...

Geçmiş pazar yazılarımdan birinde, 'Her insan mutlaka tüm dünyanın takdir ettiği biri olmak zorunda değildir, ama her insan kendi hayatının şampiyonu olmak zorundadır' gibi bir söz söylemiştim.
Tabii dünyanın takdir ettiği bir insan olmayı küçümsediğimden değil, vurgum cümlenin diğer kısmına...
Malum, herkesin böyle küresel bir başarı yakalaması o kadar kolay değil.
Ama farz edelim ki, bu mümkün olsun. Acaba bu başarı o insanın hayatının neresine tekabül eder, o kişiyi ne denli mutlu eder?
Allah'ın unutulduğu, materyalizmin iliklerimize işlediği modern çağlarda, insanın başarısı tamamen kariyerinin parlaklığına endekslendi. Yani bir insana ve tabii ki kendimize baktığımızda, başarıyı kariyerde aramak gibi bir hatanın içindeyiz.
İnsanların başarıyı eşini mutlu etmede, iyi bir anne, baba, dost, kardeş olmada aradığına şahit olmuyoruz pek. Sevgi, sadakat, iyilikseverlik gibi olgular küçümsenen pembe dizilerin değersiz klişelerine dönüşmüş durumda. Ya da en iyi ihtimalle, o kişi eğer işinde başarılı ve zengin ise bu özellikler de değer kazanıyor; değilse, aşağılanacak birer meziyet bile olabiliyor.
Doğru ya, eğer paran veya prestijli bir ismin yoksa, hangi cüretle iyilik yapmaya kalkışırsın ki, 'Önce kendi aç karnını doyur' derler insana...
Bu bakışın, 300 ailenin dünyanın yarısına yakın nüfusu kadar servete sahip olduğu bir dünyada ne kadar trajik kaçtığını söylemeye gerek var mı?
Oysa bu zor dünya isimsiz, yoksul birçok başarılı insan sayesinde de ayakta duruyor. İnsanlar dayanışma gösteriyor, bir dilim ekmeğini aç komşusu ile paylaşan o kişi, komşusuna sadece rızk değil, sevgi, güven ve ümit de vermiş oluyor. Ayakta kalmak için...
Yoksulluk yüceltmesi, zenginlik düşmanlığı değil ima ettiğim, anlamışsınızdır. Zengin, itibarlı bir insanın mütevazı ve yardımsever olması pastanın çileği gibidir.
Annemin kanser ameliyatı için lüks muayenehanesinde pazarlık ederken, o ünlü doktor Tam Gün yasası için bana köpürmekten de geri durmuyordu: 'Düşün' dedi bana, 'Şu ameliyatı Şırnak'tan elini kolunu sallayarak gelen birisi bana bedava yaptırabilecek artık, olur mu böyle rezalet!'
Annemin acilen bu büyük ameliyatı olması gerekiyordu; o nedenle öfkemi içime atmıştım.
Bu doktor mesleğinde çok başarılıydı. Annemi de bir günde ayağa kaldırdı. Onun sayesinde annem son 10 ayını acısız ve mutlu geçirdi. Aldığı para helal olsun, Allah da razı olsun.
Ama bu adam benim gözümde başarılı değildi. Onun evladı veya bir akrabası olmak istemezdim.
Yine aynı lüks semtte bir başka doktora yolum düştü. Astronomik bir vizite ücreti vardı. İçeride kalınan süreyi tutuyor, ona göre dakika hesabı üzerinden ücret alıyorlardı. Acayip sinir olmuştum.
Birkaç ay sonra yolda işsiz bir arkadaşımla karşılaştım. Nereden açıldıysa laf o doktora geldi. Arkadaşım da onun hastasıymış. 'Paran yetiyor mu tedavi için' diye merakla sordum. Kendisini ücretsiz ameliyat etmiş, ilaçları çok pahalı olduğu için kendisi sağlıyormuş, kontrolleri de bedava yapıyormuş. Ağzım açık kaldı. 'Helal olsun benden aldığı paralar' diye düşündüm.
Bu adam da bana göre başarılı bir insandı...
Aradaki fark nedir diye düşündüm. İkisi de alanlarında ünlü ve gerçekten yetenekli hekimlerdi.
Aralarındaki fark, gerçek başarının sırrını veriyordu. Birisi bencil, diğeri değildi. Birisi insanları insan gibi görüyor, onlara sevgi besliyor, merhamet duyuyor, diğeri insanlara bir meta gibi yaklaşıyordu. Her başarılı ameliyat bir insanın mutluluğunu değil, kariyerindeki yeni bir zafer halkasını ima ediyordu.
Biz yazarlar artık yazarken bile tedirginlik duyuyoruz; sevgiden bahsedene uzaylı gören saf köylü muamelesi yapılıyor.
Oysa sevgi, taş, tahta kadar somut bir olgudur. İnsanın yapıp etmelerinin merkezinde eğer sevgi yoksa, orada artan başarıyla artan trajik bir başarısızlık vardır. Peygamberlerin mucizelerini birer şov olarak değerlendirmeyiz, onun arkasındaki bize duyulan sevgidir bizi asıl etkileyen.
O nedenle, sanırım, evet, insanın iyi hissetmesi için başarı şarttır. Ama başarının kıstasları mekanik değil, aynı zamanda duygusaldır. Tam da bu nedenle, konumumuz, gücümüz, sağlığımız ne durumda olursa olsun, hepimiz kendi hayatımızın şampiyonu olabiliriz. Çünkü insan kendisini bir diğerinde gerçekleştirir. Ve etrafımız insanlarla doludur.
Pek çok insan 'Her şeyim var ama hâlâ mutsuzum' diye kendisine şaşıyor. Mutluluk endekslerine bakıldığında, fakir ülkelerin zengin ülkelerden daha az mutlu olmadığını görüyoruz. İtilip kakılan Roman kardeşlerimiz buna güzel bir örnek. Çünkü böyle toplumlar kendi öznelliklerini korumayı, toplumsal bir varlık olarak kalmayı başarmışlar. Mutlu toplumlarda paradan ziyade dayanışma ve birarada bulunma özellikleri öne çıkıyor.
Allah inancı, manevi tabiatımız, aile.. neden bu kadar tehdit olarak görülüyor? Çünkü bireyselleşen değil, bireycileşen kişi toplumdan kopuyor ve içinde oluşan büyük ihtiyacı tüketim sektörü suiistimal ediyor.
Çünkü herkes kendi hayatının şampiyonu olmak zorunda. Bu haklı bir istek...
Sadece yanlış yerlerde aranıyor.
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/MarkarEsayan/basari/53632

"Şunu Derim Hakim Bey: Yıkılan Umutlara İnat Bir Umuttur Yaşamak!!!" Cümlesi Üzerine

Yusuf AYDAR: "Şunu Derim Hakim Bey Yıkılan Umutlara İnat Bir Umuttur Yaşamak" 

       Yaşamak Allah'ın bize verdiği haktır. Bu hakkı nasıl kullanacağımız bizim tercihimize bırakılmıştır. Ancak Allah'ımızın bize sunduğu kullanma seçeneği vardır. Bunu da bize Kur'an'da öğretmiştir ve öğretmen olarak peygamberi göndermiştir. Bu ikisine uyup uymamayı da bize bırakmıştır. Bunun karşısında ise şeytan vardır. Onun ise tek amacı insanın Allah'ın bize sunduğu seçenekleri seçmememiz için elinde geleni yapmaktır. Şeytan bunun için çok sinsi çalışır. Gençleri, kadınları, erkekleri aldatmanın türlü türlü yollarını arar ve uygular. Şeytan dediğim ise sadece cin olan şeytan değil.. Şeytanlaşmış insanlar da bu görevi yaparlar. İrademizi şeytanın yönlendirmesine izin vermemeliyiz. Nefse her hoş gelen şeyi tercih etmek, özgürce yaşadığımız anlamına gelmez. Özgürlük hakkımızı aklımızı da çalıştırarak kullanmalıyız sadece nefsimizi değil.     

23 Mayıs 2014 Cuma

Şiilik ve Sünnilik Üzerine

 Davamız insanların bu dine Kuran ile girmesi.. Kuranı bilerek inanması.. Ayrıca mezheb, ismen bir kişiye atfedilebiliyor ancak görüşleri birçok farklı alim tarafından oluşuturulmuştur.. Mesela hanefiliğin görüşleri İmam-ı Azam'dan sonraki hanefi alimlerin görüşleriyle de dolu.. Ve İmam'ın sahih bulmadığı birçok hadis kullanılarak görüşler oluşturulmuştur. Şia da siyasi olarak Ali taraftarı iken, bu defa kendini tamamen ayırıp özelleştirmiş, ehli beyti özelleştirmiş, imamları masumlaştırmış, sadece onlardan gelen rivayetleri ve dahi Ali'den gelen rivayetleri doğru kabul etmiş.. Daha neler neler.. Oysa bizler geçmiştekilerin yaşantılarını kopyala yapıştır yapmamalıyız.. Kendimiz de, günümüzün alimleri de üzerinde düşünüp tefekkür etmeli.. Resmen akideler oluşturulmuş, sünnilerin akide kitapları da bu şekilde... Bunlar halkın zihinlerinin en uç noktalarına kadar sinmiş.. Ayetleri okuduğun zaman ürperme olmuyor.. Kendini değişime açmıyor.. Değişimi dinden kopmak olarak görüyor.. Mezhebi takıntılar birliğimizi engelliyor.. Söylemdeki vahdet ifadeleri, eylemde kendini gösteremiyor.. Oysa tarihi saplantılardan korunursak bu bizi kardeş yapar.. Muaviye ve Yezidin yaptıklarını yüzyıllar boyu sünni dünyaya mal etmek.. Ve hüseyinin şehadetini mitolojik bir dini ayin haline getirmek.. Hüseyini şiilerin bir değeri olarak lanse etmek.. Bunlar tamamen duygusallıklardır.. Sağolsun Ali Şeriati kısmen de olsa bunları kırdı.. Kendi dünyasında kırması gerekenleri kırdı.. elhamdulillah sünni dünyada da yapan alimlerimiz ve düşünürlerimiz var.. artık mezhebsel inançlar eleştiriliyor ve sorgulanıyor.. Kurani zeminde.. Yönümüz bu tarafa doğru olmalı.. Zaman bunun zamanı.. ***Aslında sünni dünyanın bu tür yönlerine yaptığımız iğnelemeler fazlasıyla oldu..[ve gücümüz yettiğince olacak... derdimiz Kuranı fazlasıyla gündeme alıp toplumsal aşırılıklardan kurtulmak ve bir de onların inanç haline gelmesini engellemek.. Yaptığımız okumalarda görüyoruz ki Kurandan kaynaklanmayan bilgiler akide haline getirilmiş vs]
**---Bir baktık ki içimizde bazıları başka dünyalara yelken açmışlar.. Oysa ki şiilerin de bu tür yönlerinin olduğunu bilmeleri de icab eder.. Dini ana kaynağından öğrenme isteği ve çabamızdan dolayı bu yorumları yapıyoruz.. Vahdet, sonradan oluşturulmuş yapay akideleri terketmeden olmaz.. Herkes hurafesine sarılırsa, olan Allah'ın davasına olur.. Sünni ve Şii uzaydan gelmedi elbetteki, içinde doğruları da olacaktır. Lakin tarihin yükünü taşıyan bu oluşumlar gereksiz ihtilafları da bu güne getirmişler ve bu günün insanları arasında firak meydana getirmişler.. Bunları bilmek lazım.. Hurafelerden kopmadıkça yapılan kardeşlik sözleri edebiyattan öteye gitmez.. Oysa ki Araf:157'de peygamberin insanların omuzlarındaki ağır yükleri indirmeye geldiği söyleniyor..



10 Mayıs 2014 Cumartesi

Biliyorum

Biliyorum
Kimse kalmayacak bu dünyada
Sevdiklerimizde, sevmediklerimizde.
Hele ilerledikce zaman treni,
İsimler de unutulacak,
Aşklar da, kinler de.
Herşey, herşey unutulacak.
Bedenin toprakta yok oldugu gibi,
Yok olacak herşey
Sadece "Vechullah" baki kalacak.
Anlam ve amaç devam edecek.
Allah sürekli var olacak.
İşte!! İşte bundan sonra
Salihler salihlerle birlikte yaşayacak,
Kötüler kötülerle birlikte.
Aşklar kinlerden arınacak..
Kalb hüsnün makarrı olacak.
**
Ey dünya!
Sen yoksun tek!
Bir hayat var bir hayat ötede..
Ve sürecek sonsuza dek!

KADININ ADI - Zeynep Burucerdi

İslam...
Sende varlık değerleri arar... Cinsel değerleri değil...
Nitekim çağdaş tevhidi toplumu kuracak ve varlığını sürdürmesinde etkili olacak olan, senin inancın ve davranışlarındır; fiziki ve cinsel özelliklerin değil... Bu ikincisi, her gün biraz daha bataklığa gömülmekte olan kokuşmuş tağuti toplumlarda etken olarak görülen unsurlardır... Sözkonusu tağuti toplumlarda ise; sosyal, siyasi ve iktisadi yapıdan tut da önderlik müessesesine kadar bütün sistem, ilahi kurallara ters düşen sistemdir. O kadar ki; neye benzediği pek anlaşılmayan bir avuç erkek ve kadın; duygudan tümüyle mahrum ve insanlıktan tamamen uzak bir halde; yek diğerini "aşağılık bir hayvan" olarak telakki eden bir anlayışla birbirine karışmış gitmiştir... (16)
***
Fakat sen, 
İslam'la bütünleşir ve sırf İslam emrettiği için örtünürsen,
"Hicab"ın getirdiği mesuliyetleri anlar ve bunların şuuruna varmış, hicabı idrak etmiş olarak kapanırsan,
Senin pak varlığının kutsal örtüsü, iffet ve namusunun sadık bekçisi olur!
Bir mesaj olur!...
Bir silah olur!...
Öylesine gelişir ve öylesine güçlenir ki,
Başlı başına somut bir ideolojiye dönüşüverir adeta...
İslam'ı kabul etmenin, Allah'a inanmanın ta kendisi kesilir...
(20)
***
Sen; gerçek İslam'ı tanıdıktan, bütün varlığın o ve onun idealleriyle yoğurup bütünleştirdikten sonra, yüceldikçe yücelecek olan bütün bu değerler, hicabında toplanıverir senin... (21)
***
Evet... Sen!...
Ne yaptığının farkında olmaksızın bütün değerleri çürümüş değerleri kabullenip, bu bozuk zalim düzene boyun eğip teslim olan; "yılın güzeli", "dünya kraliçesi" gibi yaldızlı laflara kanıp her şeyini kaybeden sen...
Sen,
Kadın...
Şimdi bir "üs"sün işte...
Ahlak değerlerini ortadan kaldırmak; utanç, vicdan, namus, iffet, mertlik, cesaret, cür'et, zulme isyan, yiğitlik ve fedakarlık gibi insani değerlerin temeline dinamit koymak için kullanılan bir üs... (38)
***
Konuşurken bile onlara bağımlısın, özgün değilsin... Sesini nerede inceltip nerede kalınlaştırman gerektiğini, nerede yumuşak ve nerede sert bir tonla konuşacağını bile onlardan öğrenmişsindir... Günün muhtelif saatlerinde, çeşitli ortam ve durumlarda; mesela çalıştığın işyerindeki masa başında, yatak odan yahut telefonda hangi ses tonunla konuşman gerektiğini, onlar, kendi kültür ve eğitim sistemlerini empoze etmiştir sana... Sesinin tonunu onlar ayarlayıverirler senin... Karşındakini, muhatabını; tam anlamıyla fuhşa teşvik eden, tahrik edip çileden çıkartan bir tondur bu... Bilirsin... Sen, sesini bu derece dikkatle kullanır ve o tarzda yumuşacık konuşurken, günün kadınına ayak uydurduğunu sanır ve aktüel bir hanımefendi gibi davrandığını düşünerek bu tür kokuşmuş olmakla övünürsün belki... Fakat böylece nelere ortam hazırladığının, nice iğrenç duyguların kabarmasına sebebiyet verdiğinin ve nasıl çirkin oyunlara alet olduğunun farkında mısın hiç? Düşünür müsün acaba? Kafa yorar mısın buna? Böylece akılları bulandırıp beyinleri uyuşturduğuna, azimleri gevşetip iradeleri zayıflattığına, zihinleri mevcut gerçeklere yönelmekten, mevcut hayati meseleler etrafında düşünmekten alıkoyduğuna?! (49)
***







Öne Çıkan Yayın

RAB NE DEMEKTİR? MUSA PEYGAMBER CEVAPLIYOR:

__ Kimmiş bakayım sizin Rabbiniz ey Musa? __ Bizim Rabbimiz her şeyin YARATIŞINI (helqehu) takdir edip, sonra da yaratılış AMACINA (heda) y...