26 Eylül 2014 Cuma

Üç Zor Mesele - İsmet ÖZEL

Bismillahirrahmanirrahim

- İnsan sorumluluktan uzaklaştıkça özüne yabancılaşır. (13)
- Öte yandan yalnızca kullanılmak üzere edinilmiş bilgiler insanı nesne durumuna sokar. Bilgi aygıt olarak anlaşılınca o aygıtı kullanan da kendini onun etki çemberi içinden kurtaramaz. (38)
- Derler ki gözleri kapalı olarak yaşamayı tecrübe etmemiş olanlar körlere bir şey öğretmeye kalkmasın. (45)
- Zorlamayla elde edilen şartların, kendiliğinden oluşmayan durumların bizi istenilen sonuca götürmeyeceğini anlamamız , anlayabilmemiz gerek. (47)
- Hakikat hiç kimseyle paylaşılmasa bile hakikat olma vasfından bir şey kaybetmez. Ama paylaşılmayan hakikat, hiçbir zaman "tecelli" etmez. (47)
İslam milli  bir anlayış içinde gözönüne alındığı veya dünya kültürü içinde kavranılmaya çalışıldığı zaman şüphe yok ki hem coğrafi hem de tarihi yer bakımından belli sınırlandırmalara maruz bırakılacaktır. (63)
Ortaçağ denilen zaman dilimi içinde İslam medeniyetlerinin, gerek taşıyıcı gerekse kurucu olarak, birçok insanda bilgi ve tekniğini Batı'ya öğretmiş olmasını "İslam" olarak nitelendirme eğilimi var. (64)
- İslam'ı Batı normlarına yaklaştırmak bir yandan Müslümanların kendi kavrayışları içinde yeni adımlar atmalarına bir engel olarak konulurken, bir yandan da Batı karşısında aşağılık duygusu taşıyan Müslüman aydınların gönlünü okşuyor. (64)
- Oysa İslami mücahedeyi bir farz olarak yüklenmiş olarak yüklenmiş olan bir Müslüman, İslam'a tarihi ve coğrafi bir yer biçmenin İslam'ı bir amaç değil, bir araç durumuna getirmenin yolu olduğunu bilir. (65)
İslam'ın insanların nisbi değerlendirmelerine göre bir "yer"e sahip olamayacağını, belli bir zaman dilimi içinde anlam kazanmasının mümkün olamayacağını, bir kavmin kültürel varlığının mütemmim cüzü olarak anlaşılamayacağını İslam'ı anlamanın ön şartı sayıyoruz. (65)
Aynı şekilde İslam'ı insanlık tarihinde bir evre (merhale), düşünce tarihinde bir uğrak (moment) görmekle ona "zaman" içinde bir sınır koyma endişesi güdülmektedir. (65)
Hele İslam'ın belirli bir kavme dayalı olarak değerlendirilmesi, çağdaş veya değil bütün insan yapısı düşünce sistemlerin belirgin bir zaafıdır. Oysa, İslam'ın bütün yer ve zaman için va'z edilmiş ilkelerinin anlamına varmadan onu belli insanlara bağlı özellikleriyle anlamak mümkün değildir. (66)
İslam'ın kavranılması insanın ön yargıları aracılığıyla değil, Kur'an-ı Kerim aracılığıyla başarılabilirse beklenen yararın elde edilmesi gecikmez. (66)
Kur'an insan zihninin faaliyetlerini anlamlı kılar; yoksa insan zihni Kur'an'ı anlamlandıramaz. (66)
- İslam, dünya olayları karşısında edilgen kalmayı, iyilik ve kötülüğe müdahaleci bir tutum takınmaktan geri durmayı kabul etmiyor. (67)
Hakikatin tanımlanması zihnin istiğrak ile varacağı bir nokta olsaydı İslam'da emir ve nehiyler olamazdı. İslamca yaşamak dünya ve hayat karşısında etkin bir tavır takınmakla gerçekleşebilir. (68)
Müslümanlardan kim bir kötülüğü kalbi ve dili ile düzeltmeye gayret etmezse, işte o yaşayan bir ölüdür. (68)
İslam camiası yaşadığımız küfür toplumundan kalben ve diliyle şikayetten geri durmayan mü'minlerle doludur. (68)
Türkiye'de hurafeciliğin canlılığını koruyarak günümüze ulaşmasının sebeblerinin başında, sanıyorum, hurafeye karşı bizzat dindarların yoğun ve etkili bir mücadele vermemiş olmaları gelir. Türkiye'de batılılaşma başladığı zaman, batıcı kafalar doğrudan İslam'a saldıramadıklarından, taarruzlarını halkın arasında yaşayan düzmece değerlere yönelttiler. Eleştirinin Frenk hayranı züppeler tarafından yapılması, dindarları eleştirmekten alıkoydu. Öyle ki dindarlar istemedikleri halde hurafe savunucusu konumuna düştüler. (69)
İslami değerlerimizi, kökünü, nesebini bilmediğimiz geleneksel değerlerle zaafa uğratmak hakkına sahip olduğumuzu sanmıyorum. (71)
Müslüman için tarihi çerçeve, geçmişi bugünde ve yarında yaşatmaya yarayacak bir kalp değildir; Müslümanlar tarihi daha çok, doğru davranışa ulaşmak için bir malzeme birikimi olarak değerlendiriyorlar. (71)
Kur'an ve Sünnet'e mutlak egemenlik tanımakta aşırı titizlik gösteren Müslümanın, akli bir uzlaşmaya yanaşmadığını anlamamız kolaydır. Kur'an ve Sünnet'e olan tavizsiz bağlılık, Müslümanı hem tarihe hamasi bağlılıktan alıkoyuyor, hem de içinde yaşadığı toplumun gayr-i islami değerlerine karşı durmaya zorluyor. (72)
Oysa İslam "mücerret" ahlak kuralları halinde değil, alabildiğine hayatın içinde kavranılan ve hayatın "somutluğu" aracılığıyla "soyut" vasfı anlaşılabilen bir düşünce ve davranış düzenini öngörür. (73)
Hayal, insanın istekleri, özlemleri, yönünde kafasında meydana getirdiği bir sun'i ortam, bir zan, bir kuruntudur. Rüya ise insanüstü bir kuvvetin tesiri altında görülen ve benim gerçek kabul ettiğim bir istikamet, bir atâdır. Ancak mistik bir tecrübeden bahsetmediğimi hemen belirtmeliyim. Burada rüyadan kasıt, inanca olan bağlılığın insanüstü bir kuvvet tarafından insanda kavileştirilmesidir. (75)
Siyaset, her ferdin inancına ödediği bedeldir. Siyaset içinde insan, inancı ve davranışı arasında uyum sağlama şansına kavuşur. (77)
Putperestlik, ister tabiat kuvvetlerine tapma, ister insan ürünü nesnelere tapma şeklinde görünsün, her zaman gevşekliğin, bir yılgınlığın yedeğinde büyümüştür. (78)
 Peygamberimizin, esnemeyi kınayan, aksırmayı ise güzel gören tutumuna dikkat çekmek isterim. İmana yöneliş, her zaman dikkat, dirilik, kafa dinçliği, silkiniş duygularına denk düşen bir yöneliştir. Putperest tavırda ise bir çaresizlik, uzlaşma, şartlara köleliği kabullenme vardır. (78)
Devlet adamlarına tapınma çok eski bir putperestlik biçimi olduğu halde, günümüze kadar çok tesirli bir biçimde uzanmıştır. Firavun'a, Roma İmparatoru'na, Duçe'ye, Führer'e, Şef'e, parti genel sekreterine tapmak hem de bunu açık ve kaideleri belli tapınma biçimleriyle yerine getirmek 20. yy'ın bariz putperestliğidir ve daima ateizm ile birlikte görülmüştür. Ancak bu tür bir putperestlik çok kaba bir mahiyet arzettiği için onunla mücadele kolaydır. Çünkü putun gücü somut olarak ortadadır, güçsüzlüğü de aynı somutlukla gösterilebilir. (79)
Buna karşılık, mesela, piyasaya tapma şeklinde ortaya çıkan putperestlik, paranın mistifikasyonu ve modern iktisadiyatın karmaşık işleyişi içinde ortaya çıktığı için birinciye göre fark edilmesi, savaşılması daha zor bir putperestliktir. Üstelik piyasaya tapınan ferdin tapınma biçimi de açık seçik değildir. Emtiaya tanınan kutsallık, markaya atfedilen kuvvet, reklamın dua yerini tutması gibi hususları putpereste açıklamak, ona ihtiyaçtan uzaklaşıp, yalnızca piyasaya kulluk etmek gibi bir batıl dinin gereklerini yerine getirdiğini gösterebilmek oldukça zordur. Bugün piyasa dediğimiz kuruluş, dünün çarşı ve pazarından temelli farklılıklar gösterir. İnsanların pazar ve çarşı ile münasebetleri geçmişte ihtiyaçları giderecek nesneleri teminden ve insanların birbirlerini daha iyi tanımalarının bir vesilesinden öteye geçmiyordu. İnsanın hayatı bu derece iktisadi kıskaç içine alınmış değildi. Buna rağmen şeytanın sancağını çarşıya diktiği bilinirdi. Oysa bugün her yer piyasadır. Alım-satıma konu olmayan nesne kalmamış gibidir. Piyasa, akıl erdirilemeyen mekanizması, süper tapınakları, üretim ve tüketim orduları, bankalarıyla dinden uzaklaşmış insanlara tanrılık edebilmektedir. (79)
Seçmecilik aşağılık duygusu, İslam'ın kapsayıcı vasfını anlayamamaktan doğar. (91)
Eğer bir düşünce adamı İslam'ın dünya görüşünü tam ve aslına uygun bir tarzda kavrayabilirse onun diğer bütün hususlarda İslam'a mertubiyet artacaktır. Çünkü toplumun yalnızca İslam düsturlarıyla düzenlenebileceği konusundaki kesin inanç herkesi uydurma çarelerden uzak tutacaktır. (91)
Esas meselemiz, her yönüyle Müslümanca bir hayatı göze alıp sonuna kadar götürebilecek inanç kuvvetini elde bulundurmamızdır. (94)
İslamiyet kuru bir gelenekçilik değil, bir inanç-düşünce-davranış bütünlüğüdür. (98)
Batı felsefesi Prometeusçu bir tabiattadır. Bilimi de "ateş hırsızlığı" olarak anlar. (102)
Müslüman, çağına rağmen belli bir görevi yüklenmiştir diyoruz. Yani içinde bulunduğu durumu veri olarak kabul edip şartların elverdiği bir hareket yürütmeye değil, kendi düsturlarını esas alıp çağın şartlarını bu düsturlar doğrultusunda yeniden biçimlendirmeye memur.(113) 
Zaman zaman Müslümanlara yöneltilen "çağdışı" kalma suçlaması eğer Müslümanların çağın çirkefi dışında kaldıklarını vurguluyorsa büyük iltifat. (113)
Müslüman çağ karşısında son derece aktif, ilgili, müdahaleci bir tutum içinde olması mecburiyetine rağmen, çağın mantık örgüsünün dışında bir zihni yapıya sahip olma durumundadır. Açıkçası Müslüman, çağın meselelerine Kitab'ın ve Sünnet'in gösterdiği istikamette çözümler getirecek ama çağın zorlamalarına boyun eğmeyecektir. Bu haliyle de çağın isteklerine "yabancı" kalacaktır. (113)
- Çağa yabancı olma, çağdan bihaber olma anlamına gelmez. Tam tersine çağ hakikate yabancı kaldığı için hakikat adına yola çıkanlar, çağın bir unsuru olmayı reddederler ve çağa onun tanımadığı doğruları getirirler. (114)
//
Açıklamaları içinde Allah'a yer vermek istemeyen düşünce sahipleri, kuşku yok ki insanı tabiatın bir ürünü olarak görmeye yatkındır. (116)
//
Gerçek anlamda humanizmden sözedebilmek için humanistin insandan başka ölçü veya ülkü kabul etmediğini, insanın deney ve duyuşundan istihraç edilmiş değerler ve amaçlardan başkasına itibar etmediğini bilmemiz gerekir. (128)
//
Müslümanlar hayatlarının ayrıntılarını değerlendirdikleri oranda sağlam ve yararlı bir yaşama biçimi edinebilirler. (131)
//
Kısaca ifade etmeliyiz ki, bir inanç, bir haklı dava uğruna girişildiği zaman savaş meşru olur. (135)
//
Sanat insan için uğraşılmaya değmez bir meşguliyet haline gelmişse, o insan yaşama düzenini mekanik kılmış demektir. Makinalar güzelliklerden tad almaz, robotlar yumuşak duygulardan yoksundur. (134)
//
Bir inanç, bir haklı dava uğruna girişildiği zaman savaş meşru olur. (135)
//
Zevklerin bayalığı düşüncenin asaletini zedeler. (138)
//
Bugün ülkemizde işporta malı düşünceler rağbet buluyorsa, sarih ve fasih konuşmak önemini kaybetmişse, halkımızın olduğu kadar aydınlarımızın da ahengini yozlaştırmış olmaları yüzündendir. (138)
//
Mü'min bir bütündür, onun bir yanıyla çok yüksek bir inancı yaşayıp, bir yanıyla da basit ve değersiz zevklere boyun eğmesi bir bozukluktur. (139)
//
İslenmiş her düşüncede, her yüce yaklaşımda insanın kendini eğiteceği bir taraf vardır. (142)
//
Müslümanın hayatı teori ve pratik olarak ikiye bölünmemiştir. Çünkü Müslüman olmak daha başlangıçta ruh-beden-nefs unsurlarının birbirlerinden kopmalarını değil, birbirleriyle sıkı ilişkide olmalarını daha doğrusu birinin diğerini kendinden ayıramaz halde kapsamasını icab ettirir. (145)
//
Felsefe hayatın memeleri kurumuş süt anasıdır, eğitir, ama emzirmez. (Kierkegaard) (146)
//
Düşünce alanında sahtekarlar uzun süre tutunamazlar. Çünkü derinliği olmayan düşünceler kendilerini ayakta tutabilmek için kaba düşünen insanlara muhtaçtırlar. (161)
//
Bütün bozulma dönemlerinde olduğu gibi çağımızda da sanatın üzerinde insan heva ve heveslerinin kirli etiketi vardır. Sana eserleri çoğunlukla hakikatten saptırılmış bir ruh durumunun cilasını üzerlerinde taşırlar. (164)
//
Sanat hakkında edilebilecek sözlerden binlercesi arasında yalnızca birini Müslümanlar açısından önemli buluyorum. Sözle, sesle, görüntüyle, renkle, hacimle, hangi araçla ortaya konulursa konulsun sanat eserinin insan zihnine, insan ruhuna katkısı, bazı şeyleri doğrudan kavramaya yardımcı oluşudur. (165)
//
Sanat ve tefekkür ise bize günlük meselelerin çözümünden ziyade bu meselelerin mahiyeti hakkında bir düşünme yolu açar. (171)
//
İşin içinde hile var: Önce insanları genişleyen bir ihtiyaç çemberi içine atıyorlar, sonra da bu ihtiyaçların tatmin yollarını zorlaştırıyorlar. Böylece insanlar kendilerine zorluk diye gösterilen engellerle cedelleşmeye girişiyor. Bu cedel içinde de "Ben niçin bana gösterilen tatmin vasıtalarını elde etmeye çalışıyorum?" sorusunu sormaya zaman ve takati kendinde bulamıyor. (171)
//
Gündelik meseleler ve onların çözümlerine olan ilgimiz ancak temel meseleler ve o temel meselelerin çözümüne ilişkin düşüncelerimizle anlam kazanır. (172) 
//

İçinde yaşadığımız medeniyet insanlık onurunun, insanın olumlu sayabilecek tüm değerlerinin ayaklar altına alındığı, münasebetlerin mekanikleştiği, anlayış derinliğinin günden güne azaldığı, tabiatla olan münasebetlerin çarpıklaştığı, ihtirasların, nevrozların hastalıklı zihinlerin yayılmak, nüfuz etmek için çok geniş alanlar bulduğu, bir tarafta tatmin vasıtalarının azgınlık derecesine varmasına mukabil, aynı vasıtalara özlem çekenlerin mahrumiyetten kavruldukları her haysiyetli ve dürüst insanı bunaltacak, kuru, çorak bir medeniyettir. Belki bütün medeniyetlerin duçar olduğu ruh çoraklığıdır bu. (173)
//
Sanatın ve düşüncenin bize kazandırdığı yalnızca hakikate giden yolda işlek bir zihin çalışmasıdır. (176)
//
Bir düşünce hangi doğru çözümlemelerden, hangi doğru cevaplardan meydana gelmiş olursa olsun eğer insanların önlerine aldıkları meseleleri içine almıyorsa yaşayan düşünce olamaz. (179)
//
Yaşamak ve ölmek birer insan teki olarak herkesi tek başına ilgilendirir. Bu yönüyle ürkütücü bir yalnızlık içinde olduğumuz söylenebilir. (184)
//
Müslüman oluşumuzu normatif bir kafa yapısıyla kavramaya yeltenmeyelim. Uzun bir geçmişten getirdiğimiz Müslümanlığımızın değerini küçültmeksizin, yani "atalarımızın dini" mesabesine indirmeden Allah'ın dinini her birimiz kendinde tazelemek bir bakıma yeniden bulmak "sen"de yeniden bulmak ve nihayet bu mihveri esas almak zuretiyle yaygınlaştırmak mecburiyetindeyiz. (199)
//
Müslümanlığımızı nevrotik bir muhalefet olarak değil, her adımı kendimiz için kazanç olan bir mücahede süreci olarak kavrayabiliriz. (199)
//
"Dünya hayatı bir oyundan, bir oyalanmadan başka bir şey değildir." (En'am:32)
Ahiret yurdunu gözönüne almaksızın benimsenen hayat anlayışı bir lunaparktan farksızdır. Dönme dolaptan inip atlı karıncaya binersin, çarpışan otomobillerden uçan sandalyelere geçersin. Korkudan hoşlananlar için dehlizler, tuhaflıklara gülmek isteyenler için insanı eğri büğrü gösteren aynalar vardır. Severiz çocuksu tarafımızla lunaparkı. (201)
//
Biri bize kötü durumda olduğumuzu söylediğinde önce onun ne durumda olduğunu anlamak iyi olur. İnsan her zaman belli şartlar altındadır ve bu şartların 'iyi' olarak vasıflandırıldığı dönemler pek nadirdir. (201)
//
Her insan insanlığın yüküyle doğuyor, farkında olsun olmasın bu yükle yaşıyor günlerini. (212)
//
Kim ki günden güne arkasından kapanan kapının şiddetini hisseder, işte o "bilmek"te acele edebilir. Susamayanların su araması ne mümkün? (213)
//
Peygamberler aracılığıyla verilen bilgiyi hesaba katmadan tarih öğrenmeye kalkan kişi insanlığın macerasını sözler ve olaylar olarak anlama yoluna gidecektir. (215)
//
İman etmek, varoluş güvenliğini Allah'ta bulmak demektir. (220)
//
İnsanın daha kapsayıcı güzellikleri, daha temelli faydaları bulabilmesi için belli bir yönde eğitilmesi gerekir. Gözün rengi ve biçimi, kulağın tınıyı ve ahengi, zihnin kelimeyi ve anlamı derinliğine kavrayabilmesi bütün bu konularda önemli tecrübeleri yaşamasıyla mümkündür. (224)
//
İnanç, çoğu zaman getirdiği yoğunluk ve gerilim sayesinde eğitimin yerini tutabilir, yani inancın derinliği, fizik planda yaşanacak birçok tecrübeden daha etkili bir sonuca varabilir. Eğitimin ve inancın birlikte yürüdüğü bir ruhi oluşumda dünyadan alınacak zihni tatlar ve kavrayış yüceliği bakımından belirli bir optimuma ulaşılacağı düşünülebilir. (224)
//
Sanat eserlerinin ve aynı zamanda düşünce eserlerinin yüksek düzeyde olmaları, ince zanaat çabasıyla yüklü olmaları, onlardaki hataların da büyük tahribatını zorunlu olarak getiriyor. Önce, sanat ve düşünce eserinin yüksek zeka, bilgi ve kültür oluşu, onun muhtevasına güç katar. Muhteva şeytani bir öz taşıyorsa sapkınlığın çok temelli olacağı şüphesizdir. Demek ki bir sanat veya düşünce eserinin yanlış ve başarılı olması, onun başarı yanının hoş görülmesini sağlayabilecek bir imtiyaz vermemelidir ona. (225)
//
Fasık elindeki sanat, kalitesini yükselttikçe tehlikesini arttırır. (225)
//
Osmanlı medeniyeti miladın XV. yüzyılında en parlak zamanlarını yaşamıştır ki bu dönem, Devlet'İn İslam umdelerinden uzaklaşmaya başladığı dönemdir. Yine Emevi ve Abbasi medeni devirleri, toplumda refahın getirdiği İslam dışı eğilimlerin güçlendiği devirlerdir. Debdebeli saray inşa eden ve emrinde Hıristiyan asker kullanmakta bir beis görmeyen Selçuklu saltanatı, hiç şüphesiz medeni diye vasıflandırılabilir. (228)
//
"Zürefanın düşkünü beyaz giyer kış günü" diye bir söz vardır. Olmayacak, yeri iyi ayarlanmamış hareketlerde bulunanlar için söyleniyor. (233)
//
Lüzumsuzluk rahatın keyfe, güzelin fanteziye dönüştürdüğü noktada ortaya çıkıyor. (234)
//
Medeni insanların hayatlarının her yönünde yapma kurallara boyun eğmeleri, onları kendilerinin olmayan bir yaşayış içine hapsediyor. (234)
//
Bir toplumda İslam'ın egemen olması demek, insanların kendi kişiliklerinde yaşadıkları değişikliği toplumda soluk alır hale getirmeleri demektir. (236)
//
İslam öncesi herhangi bir toplumda yürürlükte olan "Milli" kültür, İslam'ın egemenliği ile birlikte yerini Kur'an ve Sünnet'in ilkelerine bırakır. (236)
//
Müslüman kendi eyleminin sonuçlarında nasslar ölçüsünde sorumludur. (243)
//
İslami mücadelenin varacağı noktanın bir İslam medeniyeti olacağını ifade etmek ne kadar iyi niyete dayalı olursa olsun içinde bir yanlışı barındırmaktan uzak değildir. (256)
//
Sistemle savaşmak için sistemli olmak zorunluluktur. (262)
//
İnsan için değerli olan gerçeği "görmek"tir, gerçeği bildiğini "sanmak" değil. (272)
//
Gelişmiş ülkelerin gelişmiş yoksullukları var. (276)
//
Gelişmiş ülkelerin gelişmiş yoksullukları vardır. (276)
//
Modern medeniyetin bize getirdiği en büyük kötülük unutmak değil mi zaten? Çoklukla oyalanıp aslımızda bulunan tek şeyi unutmuyor muyuz hep? (281)
//
Müslüman olarak görevimiz Batı medeniyetine İslami bir aşı yaparak onun sağlığını  arttırma mıdır? (285)
//
"Köylümüz artık çarık giymiyor!" diye övünülmüştür Türkiye'de. Köylünün çarık giymesi gerilik, lastik pabuç giymesi ilerilik sayılmıştır. Çarık imal etmek için köylünün hayvanı, yeterli teknolojik(!) donanımı vardır. Ama lastik pabuç petrol artıklarından imal üretilir. Bir lastik pabuç için laboratuarlar, fabrikalar, karmaşık bir ticaret şebekesi ve bankacılık gereklidir. (296)
//
Çocuklara vermeye çalıştığımız ahlaki normlar büyüklerin ihtiyacı olan tavırlardır. Bunları çocuklar uygularsa değil, büyükler uygularsa sağlıklı ve sağlam sonuçlar alınabilir. (302)
//
Kilise, Hıristiyanlığı Avrupa topraklarında hükümran kılabilmek için bütün Roma tanrı ve tanrıçalarını tapınak ve ziyaret yerlerini muhafaza etmiş ve yalnızca onları Hıristiyan aziz ve azizelerine tahsis etmiştir. (318)
//
Batı medeniyetinin bağrında büyüyüp gelişmiş olan bu teknoloji, içinde doğduğu toplum için bir misyon yüklenmiştir. Akıl ve varlık arasındaki bağları koparmak. (322)
//
Her ne kadar Müslüman olarak aklın mutlak doğruyu bulmada sarsılmaz gücü olduğu fikrine itiraz ediyorsak da onun insandaki ruh sıhhatine temel olduğunu da biliyoruz. (323)
//
İşte teknik, aklı, varlığın bir tek alanında, fizik alanında yani maddenin madde ile olan ilişkisinde tabi olduğu yalın kurallar alanında mahsur tutuyor. (324)
//
İslam topraklarını gezip gören Frenklerin seyahatnamelerinde rastlanılan bir şikayettir: Bu ülkede saat kulesi yok! Sonra sebeb ararlar buna: Çünkü bu ülkede zamanı günde beş vakit ezan belli eder.
Nedense İslam ülkesinde saat kulesinin olmayışı ülke yöneticilerini de hep tedirgin etmiş ve Batılılaşmanın bir parçası olarak en azından her vilayette bir saat kulesi dikmeyi vazife edinmişler, böylece İslam beldelerinde laik çan sesleri duyulabilmiştir. (329)
//
Doğulu ile Batılıyı ayırırken Tanpınar'ın Batı yanlısı olarak ortaya koyduğu şu husus acaba daha
doğru nasıl ifade edilebilecektir? : "Şark eşyaya ancak umumi şekilde tasarruf eder. Hatta bazen onu tabiattan ödünç alır. Garp ise bünye mahiyetini anlamak ve bütün imkanlarını yoklamak suretiyle onu tam benimser." Bu sözlerin Batı'yı kayırmadan yeniden ifadesi şöyle olur sanırım: "Doğu insanı kendisini kainatın efendisi olarak görmediği için eşyayı istismar edilebilecek bir nesne olarak kabul etmez, tabiatla arasında kardeşlik kurmuştur. Batı insanı ise kendisine tanrılık izafe ederek eşyaya keyfince tasarruf eder. Bu bakımdan tabiatın yağması, batılı insan için yağma değil, saltanatının tabi sonucudur. (335)
//
Yargılarımızda daha geniş bir bakış açısı ile sağlamlığa kavuşmak istiyorsak günübirlik kaygularımızın ötesinde ve kısa vadeli düşünsel ve siyasi çıkarlarımızın üstünde bir hareket noktası seçme zorundayız. (338)
//
Oysa bilim "eşyanın hakikatine" yönelmiş bir araştırma çabasıdır. İbadetin bir biçimi olarak kabul edilebilir, bazıları için dua niteliğine bile bürünebilir. (347)
//
Öyleyse Müslümanların gelecekten beklediği yalnızca gerek insan teki gerekse toplum olarak doğruya varmak, yanlışı reddetmekten ibarettir. (350)
//
Teknoloji bize ilerlemenin bir tezahürü olarak sunuluyor ve onun ortaya çıkardığı hayat tarzı ileri, mükemmel bir dünyanın gereği olarak gösteriliyorsa, durumu kuşkuyla karşılamak hakkımızdır. Çünkü biz ilerlemenin bizzat kendisinin var olup olmadığından kuşku duyuyoruz ve mükemmel bir hayatı, İslamiyet'in en yoğun yaşandığı hayat olarak anlıyoruz. (350)
//
Kapitalizmin iktisadi rasyonalizmi üretimde ve alet yapımında zanaatkarın ampirizmini bir kenara iterek burjuva rasyonalizmini teknik hayata egemen kılmıştır. (351)
//
Daha sonra teknik adamlar sermayedarın doğrudan hizmetine girdi; öyle ki Edison 1876'da New Jersey'de Manlo Park'ta "sipariş üzerine icatlar" yapmak üzere bir laboratuvar kurdu. (352)
//
İnsanda hakimiyet duygusunun azmanlaşmasıyla birlikte bir ruh kabalığı gelişti. Kolunun çok uzak mesafelere erişmesi, vurduğu zaman devirmesi, tuttuğu zaman koparması onda maddeyle olan ilişkisinde bir katılık doğurdu. Bu katılıkla insan kendini ve tabiatı dıştan tanımaya sürüklendi, öz kavramı, nüfuz etme duygusu onda körleşti. Ruhunun dışta olandan başka bir olguyla temas yeteneği bastırıldı. (353)
//
Farelerin "yabancı"ya karşı tutumlarında öğrenebileceğimiz çok şey olduğu kanısındayım. Gerçi bu düşüncelerle ilk defa karşılaşmıyoruz. XVIII. yüzyılda Rousseau şu satırları yazıyordu: "Krallar, paranın ülke dışına çıkmasına yol açmayan, eğlenceli sanatlar ve gereksiz süsler merakının uyrukları arasında yayılmasını her zaman memnunlukla karşılamışlardır. Çünkü böylece onları, köleliğe peki elverişli bir ruh düşkünlüğü içinde beslemiş olurlar. Bundan başka krallar, bilirler ki halkın kendi kendine yarattığı ihtiyaçların her biri kendi boyunlarına bağladıkları birer zincirdir. 
İskender, yalnız balıkla geçinen ulusları egemenliği altına almak için, egemenliği altında yaşatmak için onları balık avından vazgeçmek ve öteki kavimlerin yediği yemeklerle beslenmek zorunda bırakmıştır. Çırılçıplak gezen ve avlanarak yaşayan Amerika vahşileri de hiçbir zaman egemenlik altına girmemişlerdir; gerçekten, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan insanlara nasıl boyunduruk vurulabilir? (358)
//
Bugün içinde bulunduğumuz durumun ve yarın karşımıza çıkacak olan belaların sebeblerinin anlaşılmasında sanıyorum bizlerin başkasının elinde olana duyduğumuz merak, heves ve iştiyak bir anahtar görevi yüklenebilir. (359)
//
Modern teknoloji kültür farkını ortadan kaldırmayı amaçlamakta, bütün dünyanın aynı kültür altında zapturapt altına alınmasına çabalamaktadır. (361)
//
Modern rasyonel teknoloji beraberinde teknokrat-bürokrat hükümranlığını sağlayan büyük bir toplumsal şebekeyi bulunduruyor. (362)
//
Her bilinçli çabanın bilinçaltında bir karşılığı, her rasyonel tedbirin irrasyonel hazırlığı, her ferdi yaklaşımın bir kollektid dayanağı bulunabilir. (372)
//
Aklı başında olmak her var saydığımızın var olmayan bir yanını görebilmek, her yok saydığımızın varlık alanına çıkan bir yanı bulunduğunu görebilmektir. (373)
//
Bizim genel tavrımız kendimizin olanı kendimizden saymayışımızdır. Her aşamada ve her konuda uzaklarda bulunan bir "ideal" türetiyoruz. En iyi her zaman bizden uzakta ve başkasının elinde bulunuyor. Bu yüzden de sürekli olarak kendi yakınımızdakini ve elimizde bulunanı küçümsüyoruz. (375)
//
Şuur sahibi bir insan her şeyden önce "Niçin yaşıyorum?" sorusuna tatminkar bir cevap bulmak, bu konuda açık bir fikre sahip olmak zorundadır. (422)
//
İstisnalar kaidelerin mezarıdır. (434)
//
Bir zamanlar Mao Zedung "Emperyalizm kağıttan kaplandır" demişti. Aradan yirmi yıl geçti geçmedi Mao'nun ülkesinde çocuklar Coca-Cola içmeye başladılar. Hasmını küçümsemek, bir bakıma kendini vehimlere kaptırmak demektir. İnsanın düşmanı bir başka insansa eğer, ona cirmi kadar yer yakar dememeli. İnsan bu, tekin değil. (439)
//
Kelimelerin ötesindeki anlama varmak, gerçekte bütün çağlarda elde edilmeye değer tek şey o. (522)
//
İnsanlar olgunlaştıkça, bildiklerini yerinde kullanmayı, davranışlarını hüner göstermek için değil, yer geldiği için dışa vurmayı öğrenirler. (525)
//
Her tahkik aykırı olanı hesaba katmakla mümkün olabilir. (527)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder






Öne Çıkan Yayın

RAB NE DEMEKTİR? MUSA PEYGAMBER CEVAPLIYOR:

__ Kimmiş bakayım sizin Rabbiniz ey Musa? __ Bizim Rabbimiz her şeyin YARATIŞINI (helqehu) takdir edip, sonra da yaratılış AMACINA (heda) y...