8 Ocak 2013 Salı

MELEKLER AĞLIYOR

Melekler ağlıyor günahlarıma.
Günahlar ki kirletiyor ruhu daima.
Zayıflatır kemal ehlini, en küçüğü bile.
Melekler ağlıyor günahlarıma.

Ey yüreğim, duy meleklerin sesini
Ve parçala, karanlığın katran elbisesini.
Ruh imanla vardır, tıynet imanla.
Temizle ey yüreğim, imanla günah kirini.

Çıksın bedenimiz günah bataklığından.
Kavuşsun özgürlüğe, şafağın ardından.
Günahsız bir gün hep berraktır ve temiz.
Çıksın bedenimiz şeytanın zindanından.

Günahlarla düşüncemiz kirleniyor.
İnan ki, bakış açımız günahkârlaşıyor.
Takvasız bir hayatın renkleridir günahlar.
Günahlarla düşüncemiz, ruhumuz kirleniyor.

Günahların bittiği gün, özgürlüğe hasret bitecek.
Günahkâr özgür değildir, bunu o da bilecek.
Özgürlük ancak Rahman'ın rahmetiyle olur.
Günahların bittiği gün melekler ağlamayacak.

Sakın emin olma, olma ümitsiz de.
Gitsin günahlar gecemizden, gündüzümüzden.
İman nedir, ahiret nedir, kıyamet ne?
Sakın emin olma azaptan, varacağız insanlık o saate.

Bunları söylerken, unuttum sanma tevbeyi.
Kurtuluşun adıdır, odur Rahman'ın rahmeti.
Affetsin bizi... O Rahman ki, kâinatın sahibi.
Bunları söylerken ruhum ve bedenim hala diri.
(günlerden bir gün yazılmıştır affedilmek arzusuyla)

20/02/2005

Beden ve Ruh

Beden ruhu hapsetmiş.
Ruh suskun, bedense şımarık.
Duygular ruhta saklı, haysiyet ruhta saklı.
Bedende zaman kavramı yok, sadece heva ve hevesler.
Kalp mi? Yok gibi; yani donuk ve kırık.

Aydınlığı temsilen bir ışık süzmesi,
Beden karşılayamaz onu; o, ruhun misafiri.
Beden ruha muhtaç, ruh aydınlığa.
Madde manaya, mana ise Kur'an'a

Allah'ı hayattan dışlamak; var, ama yok.
Şeytanın en büyük amacıdır bu, ruhun intiharıdır.
Peki naslı yapacak, şeytan bunu?
İşte beden, diğer adıyla nefs.

"Alışkanlıkların çocuğu" ey insan!
İradeni diriltecek gücü ara.
Alışkanlıkların esiri olma ve uyan.
Allah'ı bul ve gönülden et O'na iman.

Can boğaza geldiğinde... Omuzların indiğinde.
Ağzının tadı değişip, yüzün ekşidiğinde.
Bir anlam veremeyeceksin olanlara.
Çünkü ruh hapis, beden şımarık ve konformist.
Süren doldu ey ahmak! Haydi hesab etmediklerinin hesabına.

Kırık kalbin kıpırdamaları var.
Onlar imanın hamleleri ve tevbenin ayak sesleri.
Düşmanının engelini hisset! Çünkü sen insansın.
İraden ancak düşmanlar güçlenecek.

Beden ruha itaat ettikçe özgür olur.
Madde manaya kardeşlik ettiği sürece anlam bulur.
Beşer, iman ettikçe insan olur.
İman, İslam oldukça rızaya razı olur.

04/12/2006

BİZİM YOLUMUZ - Şiir

Doğru yol, adı sırat-ı mustakim.
Giren bu yola, olur kendinden emin.
Anlaşılır her şey, zerresinden kürresine.
Mutluluğun haritasi çizilir insanın yüreğine.

Hüzne ve sevince yer vardır, bu yolda.
Hüzün yaşanır ve yer hazırlar sevince.
Hüzünle kişilik oluşturulur, merhamet beslenir.
Ölüm anlatılır ölüm, unutulmaması gereken haliyle.

Düşünerek atılır her adım bu yolda.
Bir saat düşünmek daha faziletli olur,
Altmış yıllık nafileden.
Ruh böyle beslenmeli, düşün ki bulasın.
"Ne kadar az düşünüyorsunuz" ihtarını unutmayasın.

Yükselmek, alçakgönüllülükle olur bu yolda.
Ve yücelir insan, en halis kulluğuyla.
Dua eder, avuç açar Ekber olana.
Bulur kendini insan, arayıp O'nu bulmakla.

Canan daha değerlidir candan, bu yolda.
Can verilir bu yola, ulaştırmak için mesajı insanlara.
Kelimelere ruh verilir, Ömerler bile dayanamaz.
O kelime ki kâinatın dengesi, cennetin anahtarı.
O kelime ki yaşaması zor, söylemesi kolay.

İnsanlar sabır çiçeği yetiştirir bu yolda.
Ve yayılır çiçeğin kokusu her yana.
Bilinir, sabır olmadan hayat sürmez.
Bilinir, sabır olmadan şeytan sevrilmez.
Sabır oturmak değil, yanmaktır.
Sanılmasın ki sabreden gafildir,
Allah için sabreden muhakkak ki asildir.

Zorluklarla beraber yaşar insan bu yolda.
Bilir kolaylığın zorlukla beraberliğini.
İşte gör, vahiy insanının halini.
Allah'a isyan etmez, hapseder nefsini.
Kurtulmuştur o, bulmuştur hürriyetini.
Rehber etmiştir kendisine, İslam Peygamberini

2004

İrade ve Şeytan

İrademiz şeytanın zehirli oklarına hedef olmuş.
İradesiz kalanlar için esaret hayatı başlamış,
Şeytanın zindanlarında.
İradesini kaybetmeyenler, iman kılıcını kuşanmış.
Şeytana ve onun dostlarına.
***
Güneş doğar, sonra da batar.
Gider insanlar ahirete, katar katar.
Nedendir bilinmez, gafil görmez bunu.
Esefledir ki kendini hep ucuza satar.

10/05/2005

6 Ocak 2013 Pazar

Tek Başına Ama Bir Ümmet! İmanın Bir Zaferi

    "Şüphesiz ki İbrahim, tek başına bir ümmetti." (Nahl:120)

    Hayat sürecimizde çoğu zaman hissederiz yalnızlığımızı. Özellikle fikirsel anlamda bir yük taşıyor isek bu duygu bırakmaz bizi. İnsanın, fikirleriyle var olmaya çalıştığı toplumda tepkilerle karşılaşması kaçınılmazdır. Ancak kimi tepkiler insanı geliştirirken kimi tepkiler ise insanı yıpratır. Yıpranan insan, çoğu zaman fikirlerini taşıyamaz hale gelir ve yıpratıcı o toplumda yaşadığı sürece, zaman içerisinde 'fikri yüklerini' omuzlarından atmayı tercih eder. Bu sonuç o fikrin yenilgisi değildir, bilakis fikrin o insanın iç dünyasında ma'kes bulamamış olmasıdır. Toplumun cahili tepkilerine karşı bazen kulağı tıkamak bile yeterli olabiliyorken sonucun bu hale gelmesi kişi açısından üzücüdür. Bu fikirle yüreğini inşa edeceği yerde, fikirleri üzerinden atıp cahili hayatın başıboş akışına kendini bırakması, aslında insanın kendi yenilgisidir.

İnancı yüreğinde makes bulan inanç sahibi insanlar da vardır. Cahili her türlü tezvirata karşın onlar asla inançlarından vazgeçmezler. Bilakis bu süreçte inanç ile yürek adeta bir anne ile yavrunun birbirine sıkıca sarılması gibi bir hale bürünürler. Aslında  cahiliye toplumu bu defa istediği sonucun tam tersiyle karşılaşıyor. Bu durum insanın inanç yönünden zaferi demektir. Zaten hayatında bir inanç uğruna yaşamamış olmak potansiyel bir yenilgidir. Bu hal, insana yakışmayan bir durumdur.
Zorlu zamanlar, inançları besleyen zamanlardır. Bolluk ve kolaylık zamanları ise inancın varlığını ortaya koyup koyamamanın belirlendiği zamanlardır. İnsan her halükarda bir direniş içerisindedir. Hayatı anlamlı kılan da bu değil mi? İnancınız uğrunda direnmek... Mücadele etmek... İnancınızı beslemek...

    Yukarıdaki ayette Rabbimizin İbrahim aleyhisselam'ı şöyle niteliyor: "O tek başına bir ümmetti." Bu ayetten de anlıyoruz ki İbrahim aleyhisselam da davası adına yalnızlığı yaşamış bir önder idi. Ama Rabbimiz onu bu şekilde nitelediğine göre rahatlıkla görebiliriz ki İbrahim aleyhisselam yalnızlığın karanlığına gömülüp omuzundaki 'Tevhid Davasını' indirmemiştir. İnanç bir yürekte karar kıldığı zaman sizin orada yapacağınız şey o yüreği söküp almaktır. İbrahim aleyhisselam inancını yüreğine nakşetmişti. Bu anlamda cahiliye toplumundan gelen püskürtmelere karşı direnmişti. En yakını olan babasına karşı bile bu tavrı sergilemiş ve tek başına ümmet olmanın şerefini taşımıştı. Biz 21. yy müslümanlarına güzel bir örnek olmuştu. Rabbimiz ise onu tüm çağlara örnek göstermişti. İnancı besleyen dik duruştur. İnancı besleyen, sabit kadem olmaktır. Bunu İbrahim aleyhisselam da rahatlıkla görebiliyoruz. Zaten tüm peygamber kıssaları bize bunu öğretmiyor mu? Yusuf peygamberin Allah'a ve ahiret gününe inanmayan bir toplumun hayat tarzını terketmesi, Şuayb ve Salih peygamberin toplumlarının zorlamalarına karşı direnmeleri ve dik duruşları, Muhammed peygamberin kendi kavminin tüm yıpratıcılıklarına karşı arkadaşlarıyla birlikte harika bir şekilde direnmeleri... Rehberlerimizin yaşadıkları tüm bu olaylar bizler için birer numune-i imtisal ve gücümüze güç katacak örnekliklerdir. Bizler de kendi bulunduğumuz ortamlarda, cahiliyenin yıpratıcı tezviratlarına karşı işte bu şekilde nebevi bir duruş sergileyebilmeliyiz. Bu durumda uğruna direndiğimiz davamız yüreğimizde daha da güçlenecek ve o toplumun tezviratları boşa çıkaracaktır. Ama tüm bunları uygularken uyanık bir şuurla yapmalı ve egomuzun bize kuracağı kahramanlık  tuzağına da dikkat etmemiz gerekir.

    Kur'an'ı Kerim'in bir ayetinde, iman edenleri korkutmak için bir topluluğun savaş için hazırlık yaptığı söylendiğinde, bu haberin tam tersine iman edenlerin imanlarını arttırdığını öğreniyoruz. Evet, imanınıza yapılan saldırıda imanınızın korkup geri çekileceği yerde daha da güçlenmesi imanın bir zaferidir. Her imanın bu anlamda bir korku ile karşılaşacağı mukadderdir. Şu halde imanımızla ilgilenmek zorundayız.
 
    Modern çağın içerisinde bulunduğumuz, imanımızın karşı karşıya kalacağı farklı durumlar olacaktır. İş yerlerinde, okullarda, üniversitelerde, esnaf çevremizde ve buna benzer tüm çevrelerden imanımıza yönelik saldırılar/alaylar/çürütmeler oluyor. İşte bu gibi durumlarda göstereceğimiz dik duruş, bizi de kendi başımıza bir ümmet yapacaktır. Bu bizim için olmak ya da olmamak meselesidir aslında. Rabbimizin Yüce kelamından da alacağımız güçle bu duruşu sergilememiz bizim zafer harcımızdır. Aynı zamanda peygamber yolunun takibçileri olan Rabbanilerin hayatlarından da örneklikler görebiliriz. Onlar da imanlarına ümmetçe bir duruş kazandırdılar. Sıra elbette ki bu çağın iman sahiplerine geliyor. Bu konuda yalnız olmadığınızı bilmelisiniz. Çünkü sizler çağlar üstü bir iman perspektifine sahipsiniz. İşte bu imanla, taa Adem aleyhisselamdan beri ümmetçe bir duruş sergilemiş imanları, yanınızda hissedeceksiniz. Sizler de bu kervana katılmış olacaksınız.
Allah bizleri, tek başına da kalsa İbrahim gibi ümmetçe bir duruş sergileyenlerden olmamızı nasib eylesin.
Güç ve kuvvet ancak Allah'tadır.

26 Aralık 2012 Çarşamba

Namaz 2 - Hasan Turabi

Dinin insan hayatının bir kısmını aydınlatıp geri kalan kısmında onları dalaletin karanlıklarına terk etmesi mümkün değildir. Yine dinin bazı emirlerine uyup, diğerlerine uymama şeklinde kabulü de geçerli sayılmamıştır. İnsanlar tarafından ihdas edilip de zamanla dini inanış haline gelmiş olan doktrinler çevrenin problemleri ve ihtiyaçlarıyla sınırlanan beşeri fikrin tabiatıyla uyumlu görünse de bu inançlar, hayatın bazı konularıyla ilgilenmiş olmaktan öteye gidememişlerdir. Vahiyden doğan dinlere gelince, bunların da asılları -İslam hariç- kaybolmuş ve sonradan konulan prensiplerle karışmıştır. Bu konudaki tarihi gerçek; dinin, cehaletlerinden dolayı dini dondurup katılaştıran veya hedefleri için istismar eden din adamlarıyla temsil edilmesiydi. Bunun neticesi olarak insanlar, dini terk ederek dünya hayatının eğlencelerine meylettiler. Siyasi ve iktisadi hakimiyet sahipleri arzularını gerçekleştirme imkanı buldular. Dinler, ayin ve şekillere hapsedildi. Nihayet bu durum hayatın mühim hadiselerinin şahsi işlere dönüşmesiyle son buldu. İnsanlar, hayatın nimetleri konusunda ölçüsüz, delilsiz ve kötü davranırken din ehli, mabedlerin duvarları arasına çekildi. Din aydınlığından mahrum kalan hüküm sahipleri, ise, bir takım beşeri prensiplerle hareket ettiklerinden cemiyetin saadetini hiçbir zaman temin edemediler. (48)
***
Yeryüzü bütünüyle Allah için bir ibadet yeri, din için bir alan olarak belirtilmiştir. (50)
***
Oruç gücü yetene farzdır. Hacc, şartlarını taşıyan kişiye gerekir. Zekatı, nisaba malik olanlar verirler. Namaza gelince, insandaki özürler bile onu düşüremez. (53)
***
Namaz kılan kişi zihnen Allah'a yönelip, kendisini Allah'ın huzurunda duran ve O'na teslim olan birisi gibi hissetmedikçe bedeniyle kıbleye yönelmenin de manası olmaz. (57)
***
Namaz, alemlerin Rabbine ihlasla ve her şeyden soyutlanarak yönelmeye sevketmektedir. (69)
***
Bir seferinde Hz. Peygamber mescide girdi. İki direk arasına bağlanmış bir ip vardı. 'Bu ip nedir?' diye sordu. 'Falanca ibadetten çok yorulduğunda kendisini ona bağlar' dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: 'Hayır, onu yok edin. Sizden biriniz güç yetirdiği kadar namaz kılsın. Çok yorulduğu zaman yatsın, dinlensin.' (73)

Namaz - Hasan Turabi

Müslümanların namaz konusundaki ihmalkar tavırlarını değiştirmeleri, onun manasını ve hikmetlerini derinlemesine bilmelerine bağlıdır. (8)
*
Namaz, her kılanın farklı lezzetler tattığı şahsi bir tecrübedir. (9)
*
Müslümanların çoğunluğu, namazın şekli yönüne önem vererek, onun umulan pek çok faidesinden mahrum kalmışlardır. (10)
*
Namaz, dindarlığın özüdür. (11)
*
Namaz, akideden sonra Peygamber'in muhatab olduğu İslam'ın ilk emridir. (18)
*
Namaz, İslam'da, İslam milletine mensup olmanın şartı ve alametidir. (27)
*
Peygamber'in müslüman olan kişiye ilk öğrettiği şey namazdır. (29)
*
İslam mensuplarını, hidayetleri için diğer insanlarla da ilgilenmeye teşvik eder, kendi durumlarını ve İslam'ın hakikatlerini açıkça ilan etmeye yönlendirir. (36)
*
Namaz, müslümanın İslam'ını ilan eden, onun dinini öğrenmek isteyen kişilere sahibi hakkında ip ucu veren bir özelliktir. (36)
*
İbadetine önem veren müslüman, namazını vaktinde kılabilmek için vakitlerini ayarlar, vaktin akışını hissederek zamanını hesap eder. (41)
*
İnsanın mübtela olduğu en kötü şey, vakitlerin elden giden fırsatlar olduğunu, bir daha ele geçemeyeceğini bilmeden onu heba etmeye, bütün hayatı ziyan etmeye sebeb olan başıboş gaflettir. (41)
*
Malı boş yere sarfedip israf eden şeytanın kardeşidir. (43)
*
Zekat da fakire yardımdan ziyade vereni temizleyen bir ibadet şeklidir. (47)
*
Dinin insan hayatının bir kısmını aydınlatıp geri kalan kısmında onları dalaletin karanlıklarına terk etmesi mümkün değildir. Yine dinin bazı emirlerine uyup, diğerlerine uymama şeklinde kabulü de geçerli sayılmamıştır. İnsanlar tarafından ihdas edilip de zamanla dini inanış haline gelmiş olan doktrinler çevrenin problemleri ve ihtiyaçlarıyla sınırlanan beşeri fikrin tabiatıyla uyumlu görünse de bu inançlar, hayatın bazı konularıyla ilgilenmiş olmaktan öteye gidememişlerdir. Vahiyden doğan dinlere gelince, bunların da asılları -İslam hariç- kaybolmuş ve sonradan konulan prensiplerle karışmıştır. Bu konudaki tarihi gerçek; dinin, cehaletlerinden dolayı dini dondurup katılaştıran veya hedefleri için istismar eden din adamlarıyla temsil edilmesiydi. Bunun neticesi olarak insanlar, dini terk ederek dünya hayatının eğlencelerine meylettiler. Siyasi ve iktisadi hakimiyet sahipleri arzularını gerçekleştirme imkanı buldular. Dinler, ayin ve şekillere hapsedildi. Nihayet bu durum hayatın mühim hadiselerinin şahsi işlere dönüşmesiyle son buldu. İnsanlar, hayatın nimetleri konusunda ölçüsüz, delilsiz ve kötü davranırken din ehli, mabedlerin duvarları arasına çekildi. Din aydınlığından mahrum kalan hüküm sahipleri, ise, bir takım beşeri prensiplerle hareket ettiklerinden cemiyetin saadetini hiçbir zaman temin edemediler. (48)
*
Yeryüzü bütünüyle Allah için bir ibadet yeri, din için bir alan olarak belirtilmiştir. (50)
*
Oruç gücü yetene farzdır. Hacc, şartlarını taşıyan kişiye gerekir. Zekatı, nisaba malik olanlar verirler. Namaza gelince, insandaki özürler bile onu düşüremez. (53)
*
Namaz kılan kişi zihnen Allah'a yönelip, kendisini Allah'ın huzurunda duran ve O'na teslim olan birisi gibi hissetmedikçe bedeniyle kıbleye yönelmenin de manası olmaz. (57)
*
Namaz, alemlerin Rabbine ihlasla ve her şeyden soyutlanarak yönelmeye sevketmektedir. (69)
*
Bir seferinde Hz. Peygamber mescide girdi. İki direk arasına bağlanmış bir ip vardı. 'Bu ip nedir?' diye sordu. 'Falanca ibadetten çok yorulduğunda kendisini ona bağlar' dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: 'Hayır, onu yok edin. Sizden biriniz güç yetirdiği kadar namaz kılsın. Çok yorulduğu zaman yatsın, dinlensin.' (73)






Öne Çıkan Yayın

RAB NE DEMEKTİR? MUSA PEYGAMBER CEVAPLIYOR:

__ Kimmiş bakayım sizin Rabbiniz ey Musa? __ Bizim Rabbimiz her şeyin YARATIŞINI (helqehu) takdir edip, sonra da yaratılış AMACINA (heda) y...