“Onların işleri aralarında
müşavere iledir.”
İfade-i celile mü’minlerin her işinin
müşavere ile olduğunu belirterek hayat müşavere rengini veriyor. Daha öncede
belirttiğimiz gibi bu ayet Mekke devrinde ve henüz İslam devleti kurulmazdan
önce gelmiştir. Şu halde müşavere hususu müslümanların hayatında devlet
yönetimindeki müşavereden çok daha şümulludur. Müşavere İslam cemaatinin
alamet-i farikasıdır. Henüz devlet kurulmamış da olsa, İslam cemaati hususi
manada müşavere emri ile mükelleftir. Vakıa İslam’da devlet, cemaatin şahsi
hususiyetlerinin tabii bir sonucundan başka bir şey değildir.Cemaat ferdi ve
içtimai hayata İslam nizamını yerleştirerek devlet etme gücünü kendi içinde ve
bünyesinde taşır. Bunun için zaten İslam cemaatinde şura prensibi çok erken
gelmiştir. Ve şura mefhumu sırf devlet ve hükümet mekanizmasındaki çerçevesinden
çok daha geniş anlamlıdır. Meşveret damgası müslümanca yaşamanın ana
damgasıdır. İnsanlığa kumanda etmek için seçilmiş olan seçkin topluluğun ana
alametidir ki kumanda vasıflarının en gereklilerinden birisidir.
Şura prensibinin oluş şekline gelince, bu demirden
kalıplar içerisine dökülmüş bir şey değildir. Tamamen zamanın ve şartların
ihtiyaç tarzına bırakılmıştır. Buna göre İslam cemiyetinin hayatında müşavere
prensibi nasıl tahakkuk edecekse öylece yapılır. Zaten İslam’ın koyduğu
prensiblerin hepsi katı şekillerden ve harfi harfine uygulanması gereken
hükümlerden ibaret değildir. Her şeyden evvel bir ruh meselesidir. İmanın
gönüllerde gerçek manada yer edip etmemesinden ve İslam gerçeğinin amel ve
hareketlerde şekil alıp almamasından doğar. İslami prensiblerin derunundaki
gizli iman gerçeklerini hiç önemsemeden sırf dış şekillere bakıp bunların üzerinde
durmak hiçbir şey sağlamaz. Gerçi bu söz İslam akidesinin mahiyetini iyi
bilmeyenler için başlangıçta ele avuca sığmaz gayri mazbut bir ifade imiş gibi görünürse
de , İslam akidesi müspet inançları nokta-i nazarından ve diğer sistemlerine
hiç göz atmadan temel inançları ele alındığı zaman beşerin kendi bünyesinde
kuvvetli etkiler yapan ruhi ve akli gerçekleri ihtiva ettiği görülür. Bu temel
esaslar beşer hayatındaki belli sistemleri ve muayyen şekilleri oluşturmak
üzere gerekli zemini hazırlar. Bu temel imanın hazırladığı zemin üzerine
bilahare gelen ayetler, istenen şekilleri ve sistemleri kurar. Bu gelen
hükümler şekil ve sistemleri yeniden meydana çıkarmak için değil, var olanı
tanzim içindir. İslami sistemlerin değişik şekillerinden herhangi birisinin
kurulabilmesi için önce Müslümanların var olması lazım ve müessir bir iman
vasatının bulunması şarttır. Yoksa şekilleri tanzim için gelen hükümler hiçbir şey
sağlamaz. Ve İslam nizamının ana vasıflarını taşıyan sağlam bir nizam kurmak
mümkün olmaz.
Ne zaman gerçek manada Müslümanlar var olursa ve ne zaman
o Müslümanların kalbinde iman gerçek manada yer ederse o zaman İslam nizamı
ortaya çıkar. Ve o Müslümanların hayat şartlarına en uygun olan sistemi ve
şekli kurar. Bütün İslami prensibleri en iyi şekilde gerçekleştirir…
[fizilal-i kur’an, c.13, s.136-137]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder