11 Temmuz 2015 Cumartesi

Sünnetin Mahiyeti - Yahudileşme Temayülü Kitabından

İşte Sünnete Bakış Açısı..
Gayet güzelce rivayetler inkar edilmeden ve Kur'anla zıtlaşmadan izah edilmiş..
Mustafa Hocadan Allah Razı Olsun...
Allah onun muarızlarına da sukunet ihsan eylesin.. Anlayışlarını kolaylaştırsın ...
*****
(YAHUDİLEŞME TEMAYÜLÜNDEN) BUYRUN:
Burada çok ince bir nokta var: Sünnetin mahiyeti.
"Sünnet nedir?" sorusuna, Rasulullah'ın bu tavrından yola çıkarak cevap verecek olursak, bu konuda sünnet kimlik bilinci oluşturmak, şahsiyeti korumaktır. Değilse, bazılarının anladığı gibi burada sünnet sakalın uzatılıp bıyığın kısaltılması, sakalın kına ile boyanması, saçların arkaya taranması ya da ortadan ikiye ayrılması gibi şeyler değildir.
Sünnet, Müslüman toplumun kimliğini korumak, onların beraber yaşadığı Müslüman olmayan toplumların içerisinde erimesine, kişilik zaafına düşmesine, kendi dışındakileri taklit ederek kişiliksizleşmesine karşı koymaktır. Nitekim, sahabe de sünneti bizim anladığımız gibi anlamıştır. Sakalın kına ile boyanmasını tavsiye eden onca hadise rağmen Hz. Enes'in verdiği habere göre Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Übey b. Ka'b gibi seçkin sahabiler ağarmış sakallarını
hiç boyamayarak sünnetin ruhunu nasıl anladıklarını ortaya koymuşlardır.309
Bu sünnet, günümüzde gayr-ı müslîm laiklerle birlikte yaşayan Müslümanlar için çok farklı biçimlerde ihya edilebilir. Örneğin, bir Müslümanın bir laikten ayrılabilmesi için giyiminde küçük bir farklılıkla da olsa kendisini belli etmesi, ya da laiklerin sembolleştirdiği "kimlik tercihi sayılan" bir takım aksesuarlardan uzak durması gibi.
Sıcak iklimlerde başın örtülmesi iklimin getirdiği bir mecburiyettir. Saadet Asrında Yahudiler de, müşrikler de, Müslümanlar da başlarını örtüyorlardı. Rasulullah erkeklerin baş örtüsünde her hangi bir alamet-i farika koymadı. Oysa elbiselerin boyuna müdahale etmişti. İklim dayatması olmayan bir coğrafyada tüm gayr-ı müslimlerin başlık giydiği bir toplumda, sünnete tabi olmak sanının başlıksız dolaşmak olurdu.
Hz. Peygamber, Müslümanlardaki kimlik bilincini diri tutmak için sadece "farklılığı" vurgulamakla kalmıyor, Müslümanların taklit batağına saplanmalarına da kesinlikle karşı çıkıyor, Yahudilerin Medine toplumuna kabul ettirdikleri adetleri bir bir söküp atıyordu.
Bu konuda ilginç bir örnek, kadınlara yaklaşma meselesidir. Yahudiler, hanımlarla tek pozisyonda birleşilmesini, eğer pozisyon değiştirilirse çocuğun şaşı olacağını iddia ediyorlardı. İşin garibi bu safsataya Medine Araplarını da inandırmışlardı. Öyle ki Hz. Ömer dahi bu Yahudi propagandasının etkisinde kalarak, başından geçen böyle bir durumu haram zannetmiş ve "Ömer helak oldu" diye söylenerek nefsini şikayet için Rasulullah'a gelmişti. Rasulullah bu yanlış anlayışı kesinlikle reddetti. Kur'an da bu reddi onayladı.
Aynı durum doğum kontrolünde de yaşanmıştık. Yahudiler doğum kontrolüne kesinlikle karşıydılar ve o dönemin doğum kontrol yöntemi olarak kullanılan meniyi döl yatağından dışarı akıtma (azl) usulünü "küçük cinayet" (mev'ûdetü's-suğra) olarak görüyorlardı. Onların bu tavırların tarihi bir gerekçeye dayanıyordu. Başlarından bir çok soykırım geçmiş, nüfusları bir kaç kez yok olmakla karşı karşıya kalmış olan İsrailoğullarını, alimleri, mümkün olduğunca çok çocuk doğurmaya teşvik etmiş, bu konuda bir takım rivayetler uydurmuş, her tür doğum kontrol yöntemini de "cinayet" olarak nitelendirmişlerdi.
Yahudilerin, meniyi döl yolundan dışarı akıtarak korunma yöntemini cinayet olarak niteledikleri Rasulullah'a aktarıldığında "Yahudiler yalan söylemiş" (*W <^is ) biçiminde tepki göstermişlerdi.
Yahudi din adamları Allah'ın haram kılmadıklarını haram kılarak tezgahlarını döndürüyorlardı. Sıradan bir Yahudi elindeki Tevrat'a bakıyor, bazı yasaklan göremeyip soruyordu: "Ben onu kitapta bulamadım". Yahudi din adamı da "Sizin aklınız ermez, siz Kitab'ı anlayamazsınız, bize soracaksınız" diyorlar, bugün İslam ümmeti içerisinden çıkan bazı hiziplerin yaptığı gibi, insanları Allah'ın kitabından kendi kitaplarına yönlendiriyorlardı. Bu durumu Kur'an "Allah'tan başka rabler edinmek" olarak adlandırıyordu. Yahudilerin "rab'lığa kalkışarak haram koydukları alanlardan biri de hayız fıkhı idi.
Yahudi geleneğinde, adet hali pislik, adetli kadın da pis olarak yer alıyordu. Dolayısıyla, adet günlerinde kadın terkediliyor, pişirdiği yenilmiyor, tecrit ediliyor, yanına yaklaşılmıyordu. Aynca, mukaddes sayılan hiçbir şeye dokunamıyor, hiçbir ibadet yapamıyor, kitap okuyamıyordu.314
Bu sakat yaklaşımı önce Kur'an temelden reddederek adet halinin bir "rahatsızlık" olduğu hakikatini vurguladı. Yahudilerin propagandalarıyla kafası kansan insanların sorularına bir cevap olarak geldi ayet-
"Sana adet halini soruyorlar. De ki, o bir rahatsızlıktır. Hayız esnasında kadınlan kendi hallerine bırakın, temizleninceye kadar onlarla birleşmeyin."315
Ayeti ve Rasulullah'ın tepkisini iyi anlayabilmek için, Medine'de yaygın bulunan geleneksel Yahudi tavrının ve bu tavra karşı Rasulullah'ın aldığı karşı tavrın çok iyi bilinmesi gerekmektedir.
"Kocanın isteği neyse senin de dileğin o olacaktır" diyor Tevrat. Başlangıçta İsrailoğullannda evlilik iç güveyliği demekti. Erkek, karısıyla birleşmek için ana-babasını terke mecburdu. Sonradan bu gelenek terkedildi. İbrani dilinde "beula" kelimesi "kadın" anlamına kullanılıyordu. Ancak bu kelimenin manası "satılmış" demekti. Bu kelime Yahudilikte kadının gerçek yerini ele veriyordu. Tevrat'tan örnek verecek olursak, Hoşea, "karısını elli şekele almıştı". Her ne kadar "Rab diyor- Bana artık "efendim" (baali) demeyeceksin, bana "eşim" (işi) diyeceksin"™ gibi ilahi emirlerle bu kötü gelenek silinmeye çalışılmışsa da, İsrailoğullan gene bildiklerini okumaya devam ettiler. Talmud dönemine kadar erkek karısını istediği her an boşayabilir, lakin kadın kocası ne ya-
parsa yapsın boşayamazdı. Fuhuş, kadınlar için ölüm sebebiyken erkekler için adi cürüm saydırdı.
Adet hali hakkında geleneksel Yahudi tavrını sahabeden bize gelen sahih rivayetlerden öğreniyoruz. Buna göre adetli kadının yemeğini yemiyorlar, onun elinden bir şey içmiyorlar onlarla aynı evde oturmuyorlardı. Bu durum Rasulullah'a sorulunca, şu cevabı verdi:
"Birleşme dışında her şeyi yapın."317
Yahudilere Rasulullah'ın bu sözü aktarılınca şu ilginç gerçeği vurguladılar: "Bizim hükme bağladığımız hiçbir mesele yok ki bu adam ona muhalefet etmemiş olsun." Yahudilerin bu sözü üzerine konu hakkında tereddütlü davranan Üseyd b. Hudayr ve Abbad b. Bişr isimli sahabiler onların görüşlerini Rasulullah'a yeniden nakledince, Rasulullah, rengi atacak şekilde kızdılar. Bu iki zat Hz. Peygamber'i kendisine süt ikram ederek teskin ediyordu.
Rasulullah'ın adet gören eşleriyle cinsel birleşme dışında her tür ilişkiye girdiğini yine Mü'minlerin Anneleri'nin ağzından öğreniyoruz.
Rasulullah adet gören kadının hac farizasını da eda edebileceğini buyurmuştur. Hz. Aişe, Rasulullah ile hacca çıktığında yolda adet görmüş, hac edemeyeceğim korkusuyla ağlamaya başlamış, lakin Rasulullah onu "bu şey, Allah'ın Adem'in kızlarına yazdığı bir yazgıdır, tavaf dışında haccını tamamen yap" buyurmuştur.
Kabe, mescidlerin anasıdır. Eğer, mescidlerin anasında adetli kadının bulunması caizse, diğer mescidlerde bulunmasında ne gibi bir beis olabilir? Bu meyanda Allah Rasulü bayramlarda hayızlı kadınların da camiye gelmelerini emretmiş, erkeklere öğüt verdikten sonra kadınlara da öğüt vermiştir.
Asrı Saadette kadınların Cuma namazına devam ettiğim belirten sahih rivayetler olduğu halde. İslam ortaçağı boyunca kadınların camiden soğutulması da aynı geleneksel yanlışın bir devamı olsa gerek.
İbrahim en-Nehai yukarıdaki hadise dayanarak der ki: Hayızlının ayet okumasında bir sakınca yoktur. İbn Abbas da cünübün Kur'an okumasında bir sakınca görmezdi. Hz. Aişe der ki "Nebi (s) her tür halinde Allah'ı zikrediyordu."
Yukarıdaki hadisin şerhinde İbn Hacer şunları söyler:
"Buhari'nin bu babın ismini "Adetlinin tavaf hariç haccın tamamını ifa etmesi babı" koymasından maksat hayızlının ve onun anlam alanına giren cünüp kimsenin hiçbir ibadetten men edilemeyeceğidir. Bilakis adet ve cünüplük haliyle birlikte zikir olsun diğerleri olsun tüm bedeni ibadetler sahihtir. Hac menasiki de bunlardandır, sadece tavaf hariç:'"
İbn Rüşt, İbn Battal ve diğerlerinin bu hadise dayanarak adet ve cenabet halinde Kur'an okumakta da bir beis olmadığı sonucuna vardıklarını kaydeden İbn Hacer, sözkonusu ulemanın bu sonuca şu istidlalle vardıklarını aktarmaktadır:
"Çünkü Peygamberimiz, tavaf dışında hac farizasının hiç bir ibadetini istisna tutmadı. Tavafı da özel bir "salat" olduğu için istisna etti. Hac ibadeti zikir, telbiye ve duadan ibarettir. Hayızlı, bunların hiçbirinden men edilmemiştir. Cünüp zaten böyledir. Çünkü adetlinin hadesi cenabetinkinden daha ağırdır. Hayızlının ve cünübün Kur'an okumaktan men edilmesi eğer Kur'an'ın Allah'ın zikri oluşuna dayanıyorsa, bununla Hac arasında hiçbir fark yoktur. Her ne kadar ibadet özel bir delile ihtiyaç duyarsa da, musannife (Buhari) göre adetliyi ve cünübü Kur'an okumaktan men eden hiçbir sahih hadis yoktur. Her ne kadar başkaları indinde delil olan bir takım haberler varid olmuşsa da, bunların bir çoğu ileride işaret edeceğimiz gibi te'vile elverişli haberlerdir. îşte bunun için Buhari de, adetli ve cünübün Kur'an okumasına cevaz veren Taberi, İbn Münzir, Davud gibi, hadisteki "Nebi de her tür halinde Allah'ı zikrederdi" lafzının genel olduğuna kail olmuşlardır."324
Buhari ve Müslim, kitaplarında, hayızlı ve cünübü Kur'an okumaktan men eden hiçbir rivayete itibar etmemişler, sahih bulmamışlardır. Bu konudaki bir rivayete Tirmizi yer vermiştir. "Hayızlı ve cünüp Kur'an'dan bir şey okumasın"325 mealindeki bu "hadisi" oğlu, babası Ahmed b. Hanbel'den sorunca, İbn Hanbel "bu sahtedir" demiştir.
Bu konuyu toparlarken, İslam ümmetinin klasik çağlarındaki kadına bakış açısıyla, Yahudi bakış açısının çakıştığı çok bariz bir biçimde görülmekte. Yahudiler adet halini bahane ederek kadını aşağıladılar. Sonraki asırlarda yer eden erkeksi fıkıh da, konuyu aynı bakış açısıyla ele aldı. Asıl Yahudileşme temayülü dediğimiz olgu işte böyle tezahür ediyordu.
Halbuki kadının adet hali, Peygamberimizin de buyurduğu gibi Allah'ın
yarattığı hilkat gereğiydi ve insan neslinin devamı için İlahi kudret tarafından kadın doğum organlarının sürekli doğuma hazır tutulması için Allah tarafından harika bir sistemle yaratılıştan takdir edilmişti.
Beşer neslinin devamı gibi ulvi bir gaye uğruna, kadına yüklenen bu ağır ve bir o kadar da şerefli yük, nasıl oldu da suçmuş gibi kadını kadın yaratıldığına bin pişman eden bir baş kakıncına dönüştürüldü? Oysa, kadın bu halinden dolayı tebrik edilmeli, insan neslinin devamı için her ay verdiği bu kandan dolayı ödüllendirilmeliydi. İşte, Allah'ın Rasulü (s), kadını namazdan muaf tutarak ödüllendirmiş, diğer ibadetlerde de kadına geniş müsamaha ve hoşgörü gösterilmiştir. Adetli kadının, insan neslini devam ettirmek için verdiği kan, onu ancak şehidle kıyaslanır bir mertebeye çıkanır. Şehid doğurmak için her ay şehid olan bir kadının hakkı, bu özelliğinden dolayı cezalandırılmak değil ödüllendirilmektir.
Hayız konusundaki Nebevi yaklaşımın böyle algılanmayıp da, dua, zikir, ilim gibi ibadetlerden uzaklaştırılarak, mescide sokulmayarak, cemaatten ayn tutularak, Kur'an okuması yasaklanarak cezalandırılmayı hakeden bir "suç", bir "günah", bir "ayıp" gibi algılanması, geleneksel anlayışa karışmış bir Yahudileşme eğilimidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder






Öne Çıkan Yayın

RAB NE DEMEKTİR? MUSA PEYGAMBER CEVAPLIYOR:

__ Kimmiş bakayım sizin Rabbiniz ey Musa? __ Bizim Rabbimiz her şeyin YARATIŞINI (helqehu) takdir edip, sonra da yaratılış AMACINA (heda) y...