1 Kasım 2020 Pazar

Avrupa'da Çokkültürlülük, Entegrasyon ve İslam - Kadir Canatan

 Değerler, normlara kıyasla daha soyut olup, bize "iyi" ve "kötü" hakkında fikir veren ideal
düşüncelerdir. Bu bakımdan değerleri, bir toplumun "olması gereken" idealleri ve hedefleri olarak görmek mümkündür. Normlar ise değerleri yaşama geçirmemize imkan tanıyan somut kurallardır. (20)

*

Kuralların anlamlılığını ve etkinliliğini yitirdiği durumlara sosyolojide "anomi" adı verilmektedir. Anomi, modern toplumda ortaya çıkan yeni bir sorundur. (20)

*

Değer ve normlar genellikle sosyalleşme sürecinde öğrenilir ve birey için alışkanlık niteliği alır. İçselleştirildiği oranda normların yerine getirilmesine yönelik dışarıdan yapılan zorlamalarda gereksiz hale gelir. Ama sürekli olarak dışarıdan yapılan zorlamalar da içselleştirmeyi engelleyebilir. Bu bakımdan sosyalleşme sürecinde dışarıdan yapılan müdahaleler aşamalı olarak azaltılmalıdır. Aksi takdirde gençlerin ileriki yaşlarda da sürekli olarak dışarıdan düzeltilmeleri gerekecek ve olgunlaşmaları hiçbir zaman tam olarak gerçekleşmeyecektir. (21)

*

Ortak değer ve kurallara aykırı olarak farklı pratiklerin yaşandığı ve müsaade edildiği toplumsal gruplara "altkültür" denmektedir. (21)

*

Inglehart ve Bell'in görüşleri, bize değerler alanında teorik bir arkaplan sağlaması açısından önemlidir. Inglehart, uzun vadeli bir perspektiften bakarak modern toplum-postmodern toplum ekseninde materyalist değerlerden post materyalist değerler skalasına doğru bir yönelim olduğunu söylemekte ve bunu "sessiz devrim" olarak nitelemektedir. Burada vurgu değişme ve genel trendleri tespit etmeye yöneliktir. Oysa Bell, modern toplumun başka bir özelliğinden hareket etmektedir. Ona göre modern toplum, farklılaşma dolayısıyla değerler planında da çoğulculaşmanın (plüralizm) yaşandığı bir toplumdur. Bu toplumda her sektör özerk ve birbirinden bağımsız hareket etmektedir. Doğrusunu söylemek gerekirse her iki yaklaşımı da tek başına toplumsal ve kültürel değişmeyi açıklayan genel ve makro bir teori olarak görmek yanlıştır. Modern toplum, farklılaşma ve çoğulculaşma yanında etkileşim, entegrasyon, asimilasyon ve benzeşme süreçlerini de kapsamaktadır. Bu anlamda modernleşme, paradoksal bir süreçtir. (23)

*

Inglehart'a göre savaş sonrası dönemde, temel ihtiyaçlarını karşılamış olan Avrupa ülkelerinde post-materyalist değerler önem kazanmaktadır. Ancak bu değerleri her zaman fiili bir durumu yansıtmıyor, daha çok olması gereken bir özlemi dile getiriyor. Söz konusu değerler büyük ölçüde kaybedildiği için yeniden önem kazanmaya başlamıştır. (28)

*

Tüm bu veriler dikkate alındığında, AB ülkelerinin kültürel coğrafyasını "birlik içinde çeşitlilik" olarak nitelemekten başka bir çare kalmamaktadır. Bunun gelecekte de bu şekilde kalacağı söylenebilir. Her ne kadar global modernleşme ya da postmodernleşme süreçleri toplumları belirli bir yönde ilerlemeye sürüklüyorlarsa da, aynılaşma/benzeşme yönündeki gelişmelere yönelik direnişler de bu sürecin bir parçası olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülkeler ve kuşaklar arasında benzeşme arttıkça, farklılıklara vurgu ve ayrışma da yeniden önem kazanmaktadır. Bunu en bariz şekilde dil alanında görmekteyiz. Avrupa ülkeleri içinde İngilizce ortak bir dil olarak belirirken, Avrupa içindeki diller ve kültürlerarası yarışma, ulusal ve yerel dillere verilen önemi de arttırmaktadır. Özellikle küçük diller, büyük dillerin hegemonyasına karşı bir direniş sergilemektedir. Netice olarak ekonomik alanda geçerli olan bir kuralın kültürel değerler alanında da geçerli olduğunu söyleyebiliriz: "Bir ürün piyasada azaldıkça/kıtlaştıkça değeri artmaktadır." Ya da bunu başka bir şekilde de ifade etmek gerekirse, "Şeylerin değeri, kaybedilince ortaya çıkmaktadır" (37)

*

Sözgelimi ırkçı ve yabancı düşmanı gruplar, göçmenlerin Avrupa toplumlarına ait bir öğe olmadıklarını vurgulamak için özellikle "yabancılar" deyimini her ortamda tekrar ederler. (43)

*

Fundamentalizm Kavramı

Temelde Batılı olan bu kavram, Batı'da yazılan "İslam fundamentalizmi" adlı çalışmalarla bizim de söz dağarcığımıza girmiştir. "Yüzyıl kadar bir geçmişi olan fundamentalizm kavramı, İngiliz dil bölgesinden gelmektedir. Ultra konservatif protestan ruhaniler, geçtiğimiz yüzyılın başında gelişmekte olan sekülarizme karşı koymak amacıyla 'The Fundamentals" adını taşıyan 12 bölümlük bir manifesto yayınladılar. Modernistler karşısında bu grup kendisini fundamentalist olarak nitelemiş ve gazetelerine de 'The Christian Fundamentalist' adını vermişlerdir. Hristiyan fundamentalistler, İncil'in zahiri bir yorumuna inanırlar, evrim teorisiyle mücadele ederler, İsa'nın yeniden geleceğine ve Tanrı krallığının kurulacağına inanıyorlar." Bu kavramın Protestan Hristiyan geleneğindeki özgül anlamı ve Amerika'daki toplumsal ve kültürel bağlamı fazla dikkate alınmadan Müslüman dünyadaki İslami hareketleri nitelemeküzere kullanılmaya başlaması, Batı'daki İslam araştırmalarının bir başka özelliğini ele vermektedir. Çoğu çalışmalarda dikkati çeken bu yaklaşım etnosentrist ya da Batı-merkezcil bir bakış açısını yansıtmaktadır. (70)

*

 Medeniyetler Çatışması Tezi

İlk kez 1993'te "Forein Affairs" dergisinde bir makale olarak, daha sonra 1996'da bu başlığı taşıyan bir kitap biçiminde ifade edilmiştir. Huntington'un korktuğu şey, gelecekteki senaryonun bir uygarlıklar çatışması olması ve böyle bir uzlaşmazlığın (conflict), daha önce komünist ve kapitalist sistemler arasındaki ideolojik ikiye bölünmüşlük (dichotomy) dünyayı, nerede bir fırsat varsa birbirine karşı çıkan iki bloğa ayırdığında, sonunda ortaya çıkacak bir felaket gibi öngörülenlerin hepsinden daha da feci (sonuçlanmasıydı). Huntington'un kuramı, bunun sonucu olarak, uygarlıkları ve dinleri, aralarındaki temel farklardan ötürü birbiriyle savaşan (varlıklar) olarak kavrar ve bir bütün olarak dünya perspektifini yeni bir ikiye-bölünmüşlüğün ışığı altında tasarlar: Geride kalanların hepsine karlı Batı." (71)

*

İslam, sadece Allah ile birey arasındaki ilişkileri düzenleyen bir din değildir. Müslüman toplumların sosyo-politik ilişkilerini ve ekonomik yapısını da çerçeve kuşatan entegral bir sistemdir. İslam, modernleşme ve batılılaşma çabalarına rağmen hala bu toplumların yapısında tayin edici bir rol oynamaktadır. (73)

*

İslami devletin teorik olarak laik olmadığı açık olsa da, onun kendi inanç sisteminden başkalarına dayatma gibi bir girişimi yoktur. İslam'ın iktisadi konularda özel mülkiyet ve piyasaya bağlılığı kesindir; girişimcilik teşvik edilir, teorik olarak vergi yükümlülüğü Batıdakine nispetle azdır. İslam'da faiz yasak olmakla birlikte, bu noktada üretkenliğin yaratılmasına hizmet eden değil tümüyle sömürücü faiz oranları yasaklanmıştır. (77)

*

Graham Fuller'in hem demokrasi hem de genelde dinlerin doğasına ilişkin fikirleri Amerika'nın özgül tarihsel deneyimleriyle koşullanmış gözükmektedir. Onun İslam'la ilişkili görüşleri laik bir temele oturmaktadır. Din, özel yaşam alanında kaldığı müddetçe değerlidir, ancak siyasal alanda dine yer açmak ya da dini siyasallaştırma demokrasiye yönelik bir tehdittir. Bu durumda, onun İslam ile demokrasi arasında bir uzlaşma kurmasının olanaksızlığına ilişkin düşüncesi anlaşılır bir şeydir. (93)

*

Batı dünyası ne dar al-harb ne de dar al-islam'dır. Batı dünyasını dar al-da'wa olarak niteleyen Mevlavi'yi de eleştiren Tarık Ramazan, tüm dünyanın da'wa ülkesi olduğunu söylemekte ve kendisi, güvenlik başta olmak üzere temel insan haklarının güvencede olduğu Avrupa ve Amerika'yı Şehadet Ülkesi ya da Sorumluluk ülkesi olarak nitelemektedir. Bu kavramsallaştırma yoluyla Ramazan, hem kaynakları yeni bir okumaya tabi tutmakta hem de Batı'da Müslümanların yaşadığı bir krize çözüm bulmuş olmaktadır. "Neredeyiz?" sorusuna verilen cevap Müslümanlara çifte sorumluluk yüklemektedir. Hem Müslüman olarak kalabilmek hem de yaşanılan toplumda İslam'ı temsil etme sorumluluğu. Bu aynı zamanda İslam'ı bir kavram ve kültür olarak Batı'ya taşıma, ama uyarlayarak taşıma anlamına gelmektedir. (102)

*

Tarık Ramazan'a göre din, değişmez bir kaynak; kültür ise değişken bir olgudur. (113)

*

İsveç eğitim sistemi, evde konuşulan dili eğitimde de geçerli dil olarak kabul etmekte ve en az 5 kişilik grup oluştuğunda anadil eğitim vermeyi belediyelere bir yükümlülük olarak şart koşmaktadır. Anadil eğitimine ihtiyaç olup olmadığını saptamak üzere okullar her eğitim yılının başında ihtiyaç yoklaması yapmak zorundadırlar. 

Türkçe dahil olmak üzere bu ülkede 32 dil grubuna yönelik olarak anadil eğitimi organize edilmektedir. Haftada 2 saat olan çoğunlukla öğleden sonra örgün ders vakitlerinin dışında verilen bu eğitime katılım, temel eğitimde yüzde 55, ortaöğretimde ise yüzde 37 oranındadır. Son yıllara ait verilere göreTürkçe anadili eğitimine 3 binin üzerinde Türk çocuğu katıldığı gözlenmektedir. Bu rakam, temel eğitime giden Türk çocuklarının yüzde 60'ını oluşturmaktadır. 

Anadil eğitimi, dokuz yıllık zorunlu eğitim sürecinde en fazla yedi yıl izlenebilmekte ve bu eğitimin organize edilmesinde velilerin talepleri önemli bir rol oynamaktadır. Evde konuşulan dil, ana dil eğitiminde ölçüt olarak alındığı için kendi ülkelerinde ulusal ve resmi bir nitelik taşımayan dillere de eğitimde yer verilebilmektedir. Sözgelimi kürt çocukları da bu çerçevede anadil eğitimi alabilmektedir. (156)

*

Daha sonra belirtileceği üzere azınlık gruplar içinde de Türkler az okuyan grup olarak dikkat çekmektedir. (215)

*


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder






Öne Çıkan Yayın

RAB NE DEMEKTİR? MUSA PEYGAMBER CEVAPLIYOR:

__ Kimmiş bakayım sizin Rabbiniz ey Musa? __ Bizim Rabbimiz her şeyin YARATIŞINI (helqehu) takdir edip, sonra da yaratılış AMACINA (heda) y...