11 Mart 2013 Pazartesi
1 Mart 2013 Cuma
Dünyacıların Birbirlerine Zulümleri / (Kürt Meselesi Üzerine Yapılan Çözümler)
Özelde Kürt meselesi genelde ise zulüm diktatoryası üzerine 'demokratik' düzenlemeler yapılıyor... Samimi bir şekilde kolları sıvayanlar oluyor... Samimi olmayanlar şu an seslerini pek çıkaramıyor... Biz de bu zulmün tamamen bitmesi taraftarıyız... Amma bu bitim nice zulümlerin bıkkınlığı üzerine meydana geliyor... Allah'ı razı etme derdi olmayanların çözümleri geçicidir... Bu sadece bir dinlenme aşamasıdır... Tek zulüm kan değildir, insanların Allah'ın yarattığı fıtrat üzere olmamaları sürekli zulümdür.. Bu böyle bilinmelidir.. Yüreklere oturan, yürekleri serinleten bir çözüm İslam'sız olamayacaktır... Bunu önce Müslümanlar anlamalıdır... Bunun için kolları sıvamalıdır... Hem türk hem de kürt dünyacılarının çıkardığı bu savaşın bitmesi bizlere rahat nefes aldıracaktır... Müslümanlar barış ortamında İslam'ın sesini kimsenin hakkını yemeden, dolambaçlı yollara gitmeden yükseltmeli... İnsanları Allah'ın yolunda hikmetle ve güzel öğütle çağırmalı... Çünkü gerçek mutluluk fıtrat dinine bağlanmakla mümkündür... Nebevi bir metodla insanları buna davet etmeliyiz... Mezotopotamya toprakları İlahi mesajın aydınlığını bekliyor ve tüm dünya...
Buradan hareketle güncel olayları takib etmek zorundayız... Tüm tarafların fikirlerini bilmeliyiz... Bu konuda samimi olanlar ile olmayanları tefrik edebilmeliyiz... Ama güncel olayların etkisinde kalıp sahnedekileri çözümün mutlak erkleri olarak görmemeliyiz... Sahnedekiler dünyacıların pislettiği ortamın temizleme çabasındalar sadece... Ama samimi niyetlerin bazen yeterli olmadığını bilmeliyiz... Esas mutlak gücün Allah olduğunu hiçbir aşamada unutmamalıyız... O'nun mübarek Kitabı'nın eğitimin yüreklere nakış nakış işleme çabası gösterenler sahnedeki gerçek rol sahipleridir... İnşaallah bu toprakların insanları ırkçılık mikrobuna karşı ilahi bağışıklık kazanırlar, çünkü demokratik bağışıklık gerçek bağışıklık olamıyor...
Buradan hareketle güncel olayları takib etmek zorundayız... Tüm tarafların fikirlerini bilmeliyiz... Bu konuda samimi olanlar ile olmayanları tefrik edebilmeliyiz... Ama güncel olayların etkisinde kalıp sahnedekileri çözümün mutlak erkleri olarak görmemeliyiz... Sahnedekiler dünyacıların pislettiği ortamın temizleme çabasındalar sadece... Ama samimi niyetlerin bazen yeterli olmadığını bilmeliyiz... Esas mutlak gücün Allah olduğunu hiçbir aşamada unutmamalıyız... O'nun mübarek Kitabı'nın eğitimin yüreklere nakış nakış işleme çabası gösterenler sahnedeki gerçek rol sahipleridir... İnşaallah bu toprakların insanları ırkçılık mikrobuna karşı ilahi bağışıklık kazanırlar, çünkü demokratik bağışıklık gerçek bağışıklık olamıyor...
'Dünya standartlarına uygun demokrasiler' ibaresi şu an için çözüm olarak görülüyor... Aslında bu bir seraptır... Evet, uzaktan bakınca su var gibi görülüyor... Bu azimle harekete geçiliyor... Ama bu yeni yorgunluklar demektir... Bizlere göre serab olan başkalarına da gerçek gibi geliyor... Ama bu zamanla anlaşılacaktır... İnsanları bedensel ve ruhsal olarak vahyin eğitimine çağırmak zorundayız...... Çünkü vahiy serab değildir... Vahyin çözümü serab değildir... İnsanın kan döke döke, zulüm yapa yapa ve bir süre sonra ulaştıkları barış ortamının adı YORGUNLUK BARIŞIDIR... İnsanların yüreklerini temizleyen bir barış değildir... Asıl olan yüreği temizleyen barıştır... Kin ve nefreti yok eden barıştır... Allah'a bağlılıktan beslenen yürekler ancak bunu başarabilir... Bugün Amerika kendi içinde iç savaş yapmıyor olabilir, demokrat olabilir ama bu Amerika'nın yüreğini temizleyen bir barış ortamı değildir... Çünkü Amerika zulmünü kendi dışındaki dünyasında uyguluyor... Amerika terbiye olmuyor demokrasi ile... Bugün Türkiye'deki iç savaşın bitmesi eğer bu yöntemlerle yetinilirse bu yürekleri temizleyen bir yöntem olamaz...
O halde Türkiye'deki tüm Müslümanlar bu topraklarda ilahi mesajı yayma rolünü essah olarak yüklenmelidir... Bunu söylerken asla kültürel dini yaymayı kastetmiyorum... Yayılması gereken sadece Peygamberin önderliğinde Kur'an mesajıdır...
O halde Türkiye'deki tüm Müslümanlar bu topraklarda ilahi mesajı yayma rolünü essah olarak yüklenmelidir... Bunu söylerken asla kültürel dini yaymayı kastetmiyorum... Yayılması gereken sadece Peygamberin önderliğinde Kur'an mesajıdır...
24 Şubat 2013 Pazar
ŞEHADET ve ŞEHİDLER
Şehadet müthiş bir ikna gücüne sahiptir.
Ümmeti dirilten şehidlerdir.
Manayı kavratan şehidlerdir.
Hayata anlam katan şehidlerdir.
Bizleri dünyaya bağlanmaktan kurtaran şehidlerdir.
Onları sonsuza kadar diri kalmayı başardılar, ten kafesinİ parçalayarak...
Ümmeti dirilten şehidlerdir.
Manayı kavratan şehidlerdir.
Hayata anlam katan şehidlerdir.
Bizleri dünyaya bağlanmaktan kurtaran şehidlerdir.
Onları sonsuza kadar diri kalmayı başardılar, ten kafesinİ parçalayarak...
Zordan daha zor olanı...
Ne kadar da zormuş meğer...
Allah'ım ben nasıl bedel ödeyeceğim, demiştim..
Bedel derken de hep zindan, işkence gelirdi aklıma..
Ama anladım ki içinde bulunduğum hal daha betermiş..
Zindanda da olsa bile özgürlüğü yaşamak mümkündür..
Cellada rest çekmek, Allahu Ekber demek...
"Daha beteri mi var?", diyeceksiniz belki de..
Evet, var!! İnsanın kendi eliyle yaptığı hatalı tercihleri..
Bu zindandan da öte bağlar insanı..
Hele ki donuk, ruhsuz, silik, merhametsiz, kibirli, kompleksli bir celladınız varsa...
Evet bu zindan, en zorudur, dostlar..
Yürek yakar, ama kimsenin sizden haberi olmaz..
Kimse sizin için protesto yapmayacak, dua etmeyecek..
Yaşayacaksınız belki toplumda ama ölü olduğunuzu kimse bilmeyecek..
Bu karşı konulması güç celladı, bir siz bileceksiniz bir de Allah..
Bu, zor olanıdır dostlar... İnanın ki zor olanıdır...
Elbette ki her bedelin de kendince zorluğu vardır..
Teğabun Suresi'nde Rabbimiz der ki: "Allah'ın izni olmaksızın hiçbir musibet isabet etmez."
O halde bize düşen ise Yakub'un (as) sabrıdır...
O sabır, hangi sabır?! "sabren cemila"
***
Allah'ım ben nasıl bedel ödeyeceğim, demiştim..
Bedel derken de hep zindan, işkence gelirdi aklıma..
Ama anladım ki içinde bulunduğum hal daha betermiş..
Zindanda da olsa bile özgürlüğü yaşamak mümkündür..
Cellada rest çekmek, Allahu Ekber demek...
"Daha beteri mi var?", diyeceksiniz belki de..
Evet, var!! İnsanın kendi eliyle yaptığı hatalı tercihleri..
Bu zindandan da öte bağlar insanı..
Hele ki donuk, ruhsuz, silik, merhametsiz, kibirli, kompleksli bir celladınız varsa...
Evet bu zindan, en zorudur, dostlar..
Yürek yakar, ama kimsenin sizden haberi olmaz..
Kimse sizin için protesto yapmayacak, dua etmeyecek..
Yaşayacaksınız belki toplumda ama ölü olduğunuzu kimse bilmeyecek..
Bu karşı konulması güç celladı, bir siz bileceksiniz bir de Allah..
Bu, zor olanıdır dostlar... İnanın ki zor olanıdır...
Elbette ki her bedelin de kendince zorluğu vardır..
Teğabun Suresi'nde Rabbimiz der ki: "Allah'ın izni olmaksızın hiçbir musibet isabet etmez."
O halde bize düşen ise Yakub'un (as) sabrıdır...
O sabır, hangi sabır?! "sabren cemila"
***
4 Şubat 2013 Pazartesi
“Onların işleri aralarında müşavere iledir.” ayetinin tefsiri - Seyyid KUTUB
“Onların işleri aralarında
müşavere iledir.”
İfade-i celile mü’minlerin her işinin
müşavere ile olduğunu belirterek hayat müşavere rengini veriyor. Daha öncede
belirttiğimiz gibi bu ayet Mekke devrinde ve henüz İslam devleti kurulmazdan
önce gelmiştir. Şu halde müşavere hususu müslümanların hayatında devlet
yönetimindeki müşavereden çok daha şümulludur. Müşavere İslam cemaatinin
alamet-i farikasıdır. Henüz devlet kurulmamış da olsa, İslam cemaati hususi
manada müşavere emri ile mükelleftir. Vakıa İslam’da devlet, cemaatin şahsi
hususiyetlerinin tabii bir sonucundan başka bir şey değildir.Cemaat ferdi ve
içtimai hayata İslam nizamını yerleştirerek devlet etme gücünü kendi içinde ve
bünyesinde taşır. Bunun için zaten İslam cemaatinde şura prensibi çok erken
gelmiştir. Ve şura mefhumu sırf devlet ve hükümet mekanizmasındaki çerçevesinden
çok daha geniş anlamlıdır. Meşveret damgası müslümanca yaşamanın ana
damgasıdır. İnsanlığa kumanda etmek için seçilmiş olan seçkin topluluğun ana
alametidir ki kumanda vasıflarının en gereklilerinden birisidir.
"Gökten bir ölçüye göre suyu O indirmiştir." ayetinin tefsiri - Seyyid KUTUB
“Gökten bir ölçüye
göre suyu O indirmiştir. Biz onunla kupkuru, ölü bir memlekete yeni bir hayat
veririz. İşte siz de böyle çıkarılacaksınız.” [Zuhruf:11]
Gökten inen suyu herkes bilir ve görür. Ama birçok kişi bu
hayat verici gerçek karşısında hiç harekete geçmez ve uyanmaz. Çünkü uzun
süredir ona alışmış ve tekrarlandığını görmüştür. Ama Allah’ın yüce peygamberi
Muhammed Mustafa (sav) ise o gökten inen suyun her damlasını bir başka sevgi,
bir başka saygı, bir başka duygu ve sevinçle karşılar. Ve onun Allah katından
indiğini kabul ederdi. Zira o mübarek insanın canlılık fışkıran kalbi, bu
damlalarla birlikte Allah’ın canlılık dolu sanatını idrak eder. Ve bu sanatkâr
eli görürdü. İşte kalbini Allah’a bağlamış olan insanın da varlık kanunlarını
böyle kabul etmesi gerekir. Zira kendisi de bu kâinata hükmeden ve Allah
tarafından belirtilen kanunların mahsulüdür. Gökten inen her damlada Allah’ın
kudret eli vardır. Gökten inen yağmurun aslında yoğunlaşarak yükselen suların
buharından meydana gelmiş olması bu gerçeğin tesirini azaltmayacağı gibi
önemini de yok etmez. Çünkü o zaman soracağımız soru şudur: Bu yeryüzünü kim
yaratmıştır? Kim oraya su vermiştir? Isıyı tayin eden kimdir? Isıyla birlikte
suyun buharlaşmasını temin eden güç nedir? Isınan buharın yükselmesini sağlayan
ve sonra atmosferin tabakasında yoğuşmasını temin eden faktör nedir? Öte yandan
yoğunlaşan buharın elektrik yüküyle yüklenmesi ve bunların sürtüşmesi sonucunda
şimşeklerin meydana gelerek bulut halindeki buhar kümelerinin su şeklinde
yeniden dünyamıza inmesini sağlayan özelliklerini kainatımıza kim vermiştir? Hem
elektrik nedir? Nasıl oluyor da sürtüşen bulut kümelerini yeryüzüne tekrar su
halinde indiriyor bu esrar dolu güç? Bu soruların cevabı olarak ilim tarafından
bize söylenenler duygularımızın üzerine çok ağır yükler yüklüyor. Ve bizi
kainat mucizesini kavramaktan uzaklaştırıyor. İlmin söyledikleri duygularımızı
bileyeceğine, kalbimizi yumuşatacağına daha bilinmez şeylerle onları eziyor.
“Gökten bir ölçüye
göre suyu, O indirmiştir.”
Bir ölçü vardır inen suda. Dengelidir. Ne dünyayı suya
boğacak kadar fazla, ne de toprağı susuzluktan çatlatacak kadar azdır. Biz akılları
durduran bir uygunluklar dünyasında yaşıyoruz. Ve bugün hayatın sağlanıp
varlığını devam ettirmesi için bu uygunluğun zaruretini biliyoruz.
“Biz onunla kupkuru, ölü bir memlekete yeni bir hayat
veririz.”
Hayat veririz ki onun aslı sudur. Çünkü her canlı sudan
yaratılmıştır.
“İşte siz de böyle
çıkarılacaksınız.”
Hayatı ilk olarak yaratan onu yeninde iade edecektir. Şu ölü
topraktan ilk defa canlıları çıkaran zat, kıyamet günü de topraktan canlıları
çıkaracaktır. Çünkü hayatın yenide temini başlangıcı gibidir. Ve bunun Allah’a
zor gelen bir yanı yoktur.
[fizilal-i kur’an, c.13, s.168-169]
23 Ocak 2013 Çarşamba
İnsan Eşya İle Mutlu Olan Değildir.
Mutluluğun insanlar tarafından yaşanan bir olgu olduğunu kavrayanlar eşyanın kölesi olmayacaklardır. Eşyaları olmazsa olmaz saymayacaklardır. Bunu yapanların yaşadığı mutluluk değil. Eşya ile insan. Hiç uyum göremiyorum hiç. İnsan ile insan demeye cesaret edemeyenler, kendilerini eşyanın seviyesine indirecek, esfele safilinden olacaklardır. Eşyaya gösterdiğin ilgi ve alakayı neden insana göstermiyorsun? Neden yüreğin insan kalitesinde bir sevgi üretemiyor da, eşya kalitesinde sevgi üretiyor. İnsandan bir dostun olsun mu istersin yoksa eşyadan bir dostun mu?! Bir problemin olduğu zaman bunu insanla mı çözüyorsun yoksa eşya ile mi? Eğer düşüncen de mekanikleşmişse herhalde "eşya" diyeceksin.
Ruhunu hapsettiğinin farkında mısın? Adem ile Havva insanca mutluluğu paylaşmışlardı. Belki onların hiç eşyaları da yoktu. Eşya hayatını yaşantı yapar, ama insanla yaşadığın hayatın adı yaşamdır. Eşya ile yaşadığın hayat saman alevidir. İnsan ile yaşadığın hayat ise sönmeyenbir köz. Alevlerin albeniliğine kandığın zaman unutma ki bir zaman sonra üşüyeceksin. Köz lazım insana köz. Sürekli yanan bir köz. İşte bu insandır. İnsana yönel, insanı sev, temizleyeceksen eşyayı değil insanı temizle, arkasından konuşma, hatasını ortaya çıkarma, onu koru, onu düzelt. İnsan ile ilişkinde yorulacaksın belki ama işte mutluluk dediğin şeyi onun ardında bulacaksın. Eşyanın ardında mutluluk yok sadece işlevsellik var. İşini yapar eşya sadece sana dost olamaz. O halde bir eşya için insanın kalbini kırma. Eşyanın düzgün duruşundan çok insanın düzgün duruşu sana huzur vermeli. Çevrende onlarca bozuk insan varsa senin eşyaların düzgün olsa ki ne?!. Şu üç günlük dünyada eşyasız olur belki veya az eşya ile olur ama insansız hiç olmuyor anla bunu!. Mutluluk ruhun haz aldığı bir eylemdir, bedenin de nasibi var elbet, eşya bedeni rahata kavuşturur ama ruhun sorunlarını çözemez. Kalbini ve zihnini olgunlaştırmamışsan beni anlamakta zorlanacaksın. Ama zorlan ne olursun. Kır artık kabuğunu, çık ortaya. İnsanca yaşamak değilse gayemiz, peki nedir gaye şu sınırlı ömürde. Kitaplar, sohbetler, dertler işte bunlar senin dostun olursa manevi mutluluğu tadabilirsin. En önemlisi de Allah'ın vahyi ile bağ kurarsan. Allah kitabında "eşya/meta sahiplerinin mutlulukları seni aldatmasın" diyor. Onların ki geçici bir haz, mutluluk değil zira. Senin amacın kalıcı olmak değil mi? Eşya işlevselliği ile anlam bulur, yoksa haddi değil onun insana mutluluk sağlamak...
Ben eşya mutlu olanlardan değilim...
Ben vahiy ile mutlu olanlardanım...
Ben insan ile mutlu olanlardanım...
Ben ruhsuz ve donuk değilim...
Mutluluğu eşyaya hasretmem, eşya mutluluğun kölesi bile olamaz.
Eşya işlevi varsa anlamlıdır.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
Öne Çıkan Yayın
RAB NE DEMEKTİR? MUSA PEYGAMBER CEVAPLIYOR:
__ Kimmiş bakayım sizin Rabbiniz ey Musa? __ Bizim Rabbimiz her şeyin YARATIŞINI (helqehu) takdir edip, sonra da yaratılış AMACINA (heda) y...




