Yusuf AYDAR: "Şunu Derim Hakim Bey Yıkılan Umutlara İnat Bir Umuttur Yaşamak"
Yaşamak Allah'ın bize verdiği haktır. Bu hakkı nasıl kullanacağımız bizim tercihimize bırakılmıştır. Ancak Allah'ımızın bize sunduğu kullanma seçeneği vardır. Bunu da bize Kur'an'da öğretmiştir ve öğretmen olarak peygamberi göndermiştir. Bu ikisine uyup uymamayı da bize bırakmıştır. Bunun karşısında ise şeytan vardır. Onun ise tek amacı insanın Allah'ın bize sunduğu seçenekleri seçmememiz için elinde geleni yapmaktır. Şeytan bunun için çok sinsi çalışır. Gençleri, kadınları, erkekleri aldatmanın türlü türlü yollarını arar ve uygular. Şeytan dediğim ise sadece cin olan şeytan değil.. Şeytanlaşmış insanlar da bu görevi yaparlar. İrademizi şeytanın yönlendirmesine izin vermemeliyiz. Nefse her hoş gelen şeyi tercih etmek, özgürce yaşadığımız anlamına gelmez. Özgürlük hakkımızı aklımızı da çalıştırarak kullanmalıyız sadece nefsimizi değil.
25 Mayıs 2014 Pazar
23 Mayıs 2014 Cuma
Şiilik ve Sünnilik Üzerine
Davamız insanların bu dine Kuran ile girmesi.. Kuranı bilerek inanması.. Ayrıca mezheb, ismen bir kişiye atfedilebiliyor ancak görüşleri birçok farklı alim tarafından oluşuturulmuştur.. Mesela hanefiliğin görüşleri İmam-ı Azam'dan sonraki hanefi alimlerin görüşleriyle de dolu.. Ve İmam'ın sahih bulmadığı birçok hadis kullanılarak görüşler oluşturulmuştur. Şia da siyasi olarak Ali taraftarı iken, bu defa kendini tamamen ayırıp özelleştirmiş, ehli beyti özelleştirmiş, imamları masumlaştırmış, sadece onlardan gelen rivayetleri ve dahi Ali'den gelen rivayetleri doğru kabul etmiş.. Daha neler neler.. Oysa bizler geçmiştekilerin yaşantılarını kopyala yapıştır yapmamalıyız.. Kendimiz de, günümüzün alimleri de üzerinde düşünüp tefekkür etmeli.. Resmen akideler oluşturulmuş, sünnilerin akide kitapları da bu şekilde... Bunlar halkın zihinlerinin en uç noktalarına kadar sinmiş.. Ayetleri okuduğun zaman ürperme olmuyor.. Kendini değişime açmıyor.. Değişimi dinden kopmak olarak görüyor.. Mezhebi takıntılar birliğimizi engelliyor.. Söylemdeki vahdet ifadeleri, eylemde kendini gösteremiyor.. Oysa tarihi saplantılardan korunursak bu bizi kardeş yapar.. Muaviye ve Yezidin yaptıklarını yüzyıllar boyu sünni dünyaya mal etmek.. Ve hüseyinin şehadetini mitolojik bir dini ayin haline getirmek.. Hüseyini şiilerin bir değeri olarak lanse etmek.. Bunlar tamamen duygusallıklardır.. Sağolsun Ali Şeriati kısmen de olsa bunları kırdı.. Kendi dünyasında kırması gerekenleri kırdı.. elhamdulillah sünni dünyada da yapan alimlerimiz ve düşünürlerimiz var.. artık mezhebsel inançlar eleştiriliyor ve sorgulanıyor.. Kurani zeminde.. Yönümüz bu tarafa doğru olmalı.. Zaman bunun zamanı.. ***Aslında sünni dünyanın bu tür yönlerine yaptığımız iğnelemeler fazlasıyla oldu..[ve gücümüz yettiğince olacak... derdimiz Kuranı fazlasıyla gündeme alıp toplumsal aşırılıklardan kurtulmak ve bir de onların inanç haline gelmesini engellemek.. Yaptığımız okumalarda görüyoruz ki Kurandan kaynaklanmayan bilgiler akide haline getirilmiş vs]
**---Bir baktık ki içimizde bazıları başka dünyalara yelken açmışlar.. Oysa ki şiilerin de bu tür yönlerinin olduğunu bilmeleri de icab eder.. Dini ana kaynağından öğrenme isteği ve çabamızdan dolayı bu yorumları yapıyoruz.. Vahdet, sonradan oluşturulmuş yapay akideleri terketmeden olmaz.. Herkes hurafesine sarılırsa, olan Allah'ın davasına olur.. Sünni ve Şii uzaydan gelmedi elbetteki, içinde doğruları da olacaktır. Lakin tarihin yükünü taşıyan bu oluşumlar gereksiz ihtilafları da bu güne getirmişler ve bu günün insanları arasında firak meydana getirmişler.. Bunları bilmek lazım.. Hurafelerden kopmadıkça yapılan kardeşlik sözleri edebiyattan öteye gitmez.. Oysa ki Araf:157'de peygamberin insanların omuzlarındaki ağır yükleri indirmeye geldiği söyleniyor..
**---Bir baktık ki içimizde bazıları başka dünyalara yelken açmışlar.. Oysa ki şiilerin de bu tür yönlerinin olduğunu bilmeleri de icab eder.. Dini ana kaynağından öğrenme isteği ve çabamızdan dolayı bu yorumları yapıyoruz.. Vahdet, sonradan oluşturulmuş yapay akideleri terketmeden olmaz.. Herkes hurafesine sarılırsa, olan Allah'ın davasına olur.. Sünni ve Şii uzaydan gelmedi elbetteki, içinde doğruları da olacaktır. Lakin tarihin yükünü taşıyan bu oluşumlar gereksiz ihtilafları da bu güne getirmişler ve bu günün insanları arasında firak meydana getirmişler.. Bunları bilmek lazım.. Hurafelerden kopmadıkça yapılan kardeşlik sözleri edebiyattan öteye gitmez.. Oysa ki Araf:157'de peygamberin insanların omuzlarındaki ağır yükleri indirmeye geldiği söyleniyor..
10 Mayıs 2014 Cumartesi
Biliyorum
Biliyorum
Kimse kalmayacak bu dünyada
Sevdiklerimizde, sevmediklerimizde.
Hele ilerledikce zaman treni,
İsimler de unutulacak,
Aşklar da, kinler de.
Herşey, herşey unutulacak.
Bedenin toprakta yok oldugu gibi,
Yok olacak herşey
Sadece "Vechullah" baki kalacak.
Anlam ve amaç devam edecek.
Allah sürekli var olacak.
İşte!! İşte bundan sonra
Salihler salihlerle birlikte yaşayacak,
Kötüler kötülerle birlikte.
Aşklar kinlerden arınacak..
Kalb hüsnün makarrı olacak.
**
Ey dünya!
Sen yoksun tek!
Bir hayat var bir hayat ötede..
Ve sürecek sonsuza dek!
Kimse kalmayacak bu dünyada
Sevdiklerimizde, sevmediklerimizde.
Hele ilerledikce zaman treni,
İsimler de unutulacak,
Aşklar da, kinler de.
Herşey, herşey unutulacak.
Bedenin toprakta yok oldugu gibi,
Yok olacak herşey
Sadece "Vechullah" baki kalacak.
Anlam ve amaç devam edecek.
Allah sürekli var olacak.
İşte!! İşte bundan sonra
Salihler salihlerle birlikte yaşayacak,
Kötüler kötülerle birlikte.
Aşklar kinlerden arınacak..
Kalb hüsnün makarrı olacak.
**
Ey dünya!
Sen yoksun tek!
Bir hayat var bir hayat ötede..
Ve sürecek sonsuza dek!
KADININ ADI - Zeynep Burucerdi
İslam...
Sende varlık değerleri arar... Cinsel değerleri değil...
Nitekim çağdaş tevhidi toplumu kuracak ve varlığını sürdürmesinde etkili olacak olan, senin inancın ve davranışlarındır; fiziki ve cinsel özelliklerin değil... Bu ikincisi, her gün biraz daha bataklığa gömülmekte olan kokuşmuş tağuti toplumlarda etken olarak görülen unsurlardır... Sözkonusu tağuti toplumlarda ise; sosyal, siyasi ve iktisadi yapıdan tut da önderlik müessesesine kadar bütün sistem, ilahi kurallara ters düşen sistemdir. O kadar ki; neye benzediği pek anlaşılmayan bir avuç erkek ve kadın; duygudan tümüyle mahrum ve insanlıktan tamamen uzak bir halde; yek diğerini "aşağılık bir hayvan" olarak telakki eden bir anlayışla birbirine karışmış gitmiştir... (16)
***
Fakat sen,
İslam'la bütünleşir ve sırf İslam emrettiği için örtünürsen,
"Hicab"ın getirdiği mesuliyetleri anlar ve bunların şuuruna varmış, hicabı idrak etmiş olarak kapanırsan,
Senin pak varlığının kutsal örtüsü, iffet ve namusunun sadık bekçisi olur!
Bir mesaj olur!...
Bir silah olur!...
Öylesine gelişir ve öylesine güçlenir ki,
Başlı başına somut bir ideolojiye dönüşüverir adeta...
İslam'ı kabul etmenin, Allah'a inanmanın ta kendisi kesilir...
(20)
***
Sen; gerçek İslam'ı tanıdıktan, bütün varlığın o ve onun idealleriyle yoğurup bütünleştirdikten sonra, yüceldikçe yücelecek olan bütün bu değerler, hicabında toplanıverir senin... (21)
***
Evet... Sen!...
Ne yaptığının farkında olmaksızın bütün değerleri çürümüş değerleri kabullenip, bu bozuk zalim düzene boyun eğip teslim olan; "yılın güzeli", "dünya kraliçesi" gibi yaldızlı laflara kanıp her şeyini kaybeden sen...
Sen,
Kadın...
Şimdi bir "üs"sün işte...
Ahlak değerlerini ortadan kaldırmak; utanç, vicdan, namus, iffet, mertlik, cesaret, cür'et, zulme isyan, yiğitlik ve fedakarlık gibi insani değerlerin temeline dinamit koymak için kullanılan bir üs... (38)
***
Konuşurken bile onlara bağımlısın, özgün değilsin... Sesini nerede inceltip nerede kalınlaştırman gerektiğini, nerede yumuşak ve nerede sert bir tonla konuşacağını bile onlardan öğrenmişsindir... Günün muhtelif saatlerinde, çeşitli ortam ve durumlarda; mesela çalıştığın işyerindeki masa başında, yatak odan yahut telefonda hangi ses tonunla konuşman gerektiğini, onlar, kendi kültür ve eğitim sistemlerini empoze etmiştir sana... Sesinin tonunu onlar ayarlayıverirler senin... Karşındakini, muhatabını; tam anlamıyla fuhşa teşvik eden, tahrik edip çileden çıkartan bir tondur bu... Bilirsin... Sen, sesini bu derece dikkatle kullanır ve o tarzda yumuşacık konuşurken, günün kadınına ayak uydurduğunu sanır ve aktüel bir hanımefendi gibi davrandığını düşünerek bu tür kokuşmuş olmakla övünürsün belki... Fakat böylece nelere ortam hazırladığının, nice iğrenç duyguların kabarmasına sebebiyet verdiğinin ve nasıl çirkin oyunlara alet olduğunun farkında mısın hiç? Düşünür müsün acaba? Kafa yorar mısın buna? Böylece akılları bulandırıp beyinleri uyuşturduğuna, azimleri gevşetip iradeleri zayıflattığına, zihinleri mevcut gerçeklere yönelmekten, mevcut hayati meseleler etrafında düşünmekten alıkoyduğuna?! (49)
***
Sende varlık değerleri arar... Cinsel değerleri değil...
Nitekim çağdaş tevhidi toplumu kuracak ve varlığını sürdürmesinde etkili olacak olan, senin inancın ve davranışlarındır; fiziki ve cinsel özelliklerin değil... Bu ikincisi, her gün biraz daha bataklığa gömülmekte olan kokuşmuş tağuti toplumlarda etken olarak görülen unsurlardır... Sözkonusu tağuti toplumlarda ise; sosyal, siyasi ve iktisadi yapıdan tut da önderlik müessesesine kadar bütün sistem, ilahi kurallara ters düşen sistemdir. O kadar ki; neye benzediği pek anlaşılmayan bir avuç erkek ve kadın; duygudan tümüyle mahrum ve insanlıktan tamamen uzak bir halde; yek diğerini "aşağılık bir hayvan" olarak telakki eden bir anlayışla birbirine karışmış gitmiştir... (16)
***
Fakat sen,
İslam'la bütünleşir ve sırf İslam emrettiği için örtünürsen,
"Hicab"ın getirdiği mesuliyetleri anlar ve bunların şuuruna varmış, hicabı idrak etmiş olarak kapanırsan,
Senin pak varlığının kutsal örtüsü, iffet ve namusunun sadık bekçisi olur!
Bir mesaj olur!...
Bir silah olur!...
Öylesine gelişir ve öylesine güçlenir ki,
Başlı başına somut bir ideolojiye dönüşüverir adeta...
İslam'ı kabul etmenin, Allah'a inanmanın ta kendisi kesilir...
(20)
***
Sen; gerçek İslam'ı tanıdıktan, bütün varlığın o ve onun idealleriyle yoğurup bütünleştirdikten sonra, yüceldikçe yücelecek olan bütün bu değerler, hicabında toplanıverir senin... (21)
***
Evet... Sen!...
Ne yaptığının farkında olmaksızın bütün değerleri çürümüş değerleri kabullenip, bu bozuk zalim düzene boyun eğip teslim olan; "yılın güzeli", "dünya kraliçesi" gibi yaldızlı laflara kanıp her şeyini kaybeden sen...
Sen,
Kadın...
Şimdi bir "üs"sün işte...
Ahlak değerlerini ortadan kaldırmak; utanç, vicdan, namus, iffet, mertlik, cesaret, cür'et, zulme isyan, yiğitlik ve fedakarlık gibi insani değerlerin temeline dinamit koymak için kullanılan bir üs... (38)
***
Konuşurken bile onlara bağımlısın, özgün değilsin... Sesini nerede inceltip nerede kalınlaştırman gerektiğini, nerede yumuşak ve nerede sert bir tonla konuşacağını bile onlardan öğrenmişsindir... Günün muhtelif saatlerinde, çeşitli ortam ve durumlarda; mesela çalıştığın işyerindeki masa başında, yatak odan yahut telefonda hangi ses tonunla konuşman gerektiğini, onlar, kendi kültür ve eğitim sistemlerini empoze etmiştir sana... Sesinin tonunu onlar ayarlayıverirler senin... Karşındakini, muhatabını; tam anlamıyla fuhşa teşvik eden, tahrik edip çileden çıkartan bir tondur bu... Bilirsin... Sen, sesini bu derece dikkatle kullanır ve o tarzda yumuşacık konuşurken, günün kadınına ayak uydurduğunu sanır ve aktüel bir hanımefendi gibi davrandığını düşünerek bu tür kokuşmuş olmakla övünürsün belki... Fakat böylece nelere ortam hazırladığının, nice iğrenç duyguların kabarmasına sebebiyet verdiğinin ve nasıl çirkin oyunlara alet olduğunun farkında mısın hiç? Düşünür müsün acaba? Kafa yorar mısın buna? Böylece akılları bulandırıp beyinleri uyuşturduğuna, azimleri gevşetip iradeleri zayıflattığına, zihinleri mevcut gerçeklere yönelmekten, mevcut hayati meseleler etrafında düşünmekten alıkoyduğuna?! (49)
***
27 Nisan 2014 Pazar
|Gezdiklerim ve Gördüklerim| Mezopotamya'da Bir Günlük Gezi|
|GÖBEKLİTEPE|
12 bin yıl öncesi ait olduğu söylenilen tapınak. "Göbeklitepe/Şanlıurfa". İnsan izine ait ne varsa bir yerde, dikkatini çeker insanın. "Burada bizim gibi olanlar yaşamış" bile dedirtmesi tarihi tefekkür bilincinin başlamasının alameti oluyor. Öylece bakarız. Basiretle yapılan bakış insana hikmet kazandırır. Şehre döndüğünüzde olaylara farklı bakıyorsunuz. İç dünyanızdaki sorunlar, tarihi tefekkür etmenin temizleyici yönüyle yok olup gidiyor. Çünkü sizin gibi olan insanlar yaşamışlar ve sadece birkaç kalıntı bırakıp gitmişler bu dünyadan. Kim bilir belki ne kadar da problemleri vardı onların ve onlar da ne kadar inlediler, sızlandılar. Ancak her halükarda bitiyor hayat.
|SU KANALLARI|
12 bin yıl öncesi ait olduğu söylenilen tapınak. "Göbeklitepe/Şanlıurfa". İnsan izine ait ne varsa bir yerde, dikkatini çeker insanın. "Burada bizim gibi olanlar yaşamış" bile dedirtmesi tarihi tefekkür bilincinin başlamasının alameti oluyor. Öylece bakarız. Basiretle yapılan bakış insana hikmet kazandırır. Şehre döndüğünüzde olaylara farklı bakıyorsunuz. İç dünyanızdaki sorunlar, tarihi tefekkür etmenin temizleyici yönüyle yok olup gidiyor. Çünkü sizin gibi olan insanlar yaşamışlar ve sadece birkaç kalıntı bırakıp gitmişler bu dünyadan. Kim bilir belki ne kadar da problemleri vardı onların ve onlar da ne kadar inlediler, sızlandılar. Ancak her halükarda bitiyor hayat.
O halde bu hayatı ne için ve kim için yaşayacağız? Bu tür sorular üşüşüyor bu defa zihnimize ve kalbimize. Yağan dolunun ardarda değmesi gibi değiyor kafamıza/kalbimize. Cevap vermediğiniz sürece delecek gibi oluyor kafanızı/kalbinizi adeta. Bir gün biz de tarih olacaksak "Göbeklitepe" gibi...
Evet başlıyor bu cümle ile sorular. Ve vuruyor kafanıza kafanıza. Son sözümüz şu: gezelim, görelim ve tarihi tefekkür ederek içimizin temizlenmesini sağlayalım.
|SU KANALLARI|
Kırmızı tarlalar suyla kanallar aracılığıyla buluşuyor ve güneşin verdiği aydınlıkla parıl parıl parlıyor... İnsana düşen ise akan suyu kanaldan alıp tarlaya bırakmak sadece... GAP ile oluşturulan bu kanallar toprağı fıtri dostu olan su ile buluşturuyor... Böylece toprağın ma hulike leh'ine(yaratılış amacına) uygun hareket edilmiş oluyor...
Pamuk tohumları yeni yeni filizleniyor... Buğday başakları büyümüş ve artık güneşte kızarmayı bekliyorlar... Bazı tarlalar ise boş bir şekilde durmakta. Yol kenarında ise hudanabit otlar ve çiçekler her daim gözlerimizden kalbimize mutluluk gönderiyorlar... Durduk yolun bir kenarında ve açık eflatun renkte olan çiçekleri kopardık... Evde reçel yapmak için aynı zamanda...
Toprağa ayak basmak, bir ağacın gölgesinde oturmak ve uzaklara bakmak. İnsana güzel duygular veriyor bu bakışlar... ve aynı zamanda sessizlik. Etrafı dolu ve dağınık olan modern insan galiba muhtaç bir atmosfere. Biz insanız ve toprağız. Doğayla bağımızı korumalıyız ve doğayı korumalıyız. Kendi doğamızı da tabi ki. Doğası bozulmuş insanlarla yaşamak öyle zor ki, tıpkı doğal ortamı bozulmuş bir şehrin merkezinde yaşamak gibi... Korna sesi, egzos sesi, bağırma sesleri, reklam sesleri ve görüntüleri, selamsız sabahsız geçiş gidişler. Evet tıpkı bunun gibi. Doğası bozulmuş insanlarla yaşamak.
Su kanalları dedik nerelere geldik. Önce büyük kanallar ile su getiriliyor ve sonra bir seviye küçültülüyor kanallar ve en son olarak daha küçük bir hale gelip tarlaların yanından geçiyor ve suya ihtiyacı olan köylüler hortumlar aracılığıyla tarla ile suyu buluşturuyorlar... Tarlanın bir kısmına bostan eken bir kadın görüyoruz. Bizler mesai saati içerisinde çalışarak para kazanıp binbir stresle ve öylece akşam hormonlu domates almaya gidecekken onlar şimdiden halletmiş oluyorlar ihtiyaçlarını. Bizler de yüreklerimize vahyin kanallarını oluşturmalıyız. Aksi halde vahiysiz kalırsa yüreğimiz, kuru bir toprak gibi işlevsiz hale gelir.
Mustafa Tosun
Mustafa Tosun
24 Nisan 2014 Perşembe
FAZLUR RAHMAN: ‘’ŞEFAAT’’
Kuran’ın ‘’kurtarıcılığı’’ (saviorshiip)reddettiğini söylemiştik. Bunun bir gereği olarak Kuran, aynı zamanda ‘’şefaati’’ de reddeder. Hadis kitaplarında peygamberlerin kendi ümmetlerinin günahkarlarına yapacakları şefaatle ilgili birçok atıflar olmasına, özellikle de peygamberimizin kendi ümmetine yapacağı şefaate işaret edilmesine rağmen ve yine halk arasında yaygın olan İslami anlayışa göre,( ‘’veliler’’ o kadar çok şefaat edecekler ki peygamberleri bile geçecekler), Kuran’ın bu görüşlerle pek ilgisi olmadığı sezilmektedir. Bunun tam aksine Kuran, devamlı kıyamet günü Allah’ın peygamberleri kendi ümmetlerinin yaptıklarına bir şahit olarak getireceğinden bahsetmektedir; bir şahit ki, insanlar buna binaen yargılanacak: ‘’Her ümmetten bir şahit ve seni de (Ey Muhammed!) bunlara şahit olarak getirdiğimiz zaman ne olacak?’’ (4/Nisa, 41; ayrıca bkz. 28/Kasas, 75)
Kuran’ın bütün yapısı, aracılığa karşıdır. Çünkü, öncelikle Kuran der ki; ‘’Allah kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez.’’ (2/Bakara, 286); 6/En’am, 152, 7/Araf, 42; 23/Mümimun, 62). İkinci olarak tekrar tekrar belirttiğimiz gibi Allah’ın rahmeti her şeyi kuşatır. (7/Araf, 156; 40/ Mümin, 7). 2. Ve 3. Hicri yüzyıllarda (8.ve 9. Miladi yüzyıllarda) kristalleşen sünni görüşe göre kafirler ve gayri müslimler için şefaat mümkün değildir. (Yahudi ve Hristiyan olanların geleceği hakkında İbn Teymiyye gibi bazı kelamcılar kesin bir tavır beyan etmemişlerdir.) Ama günahkar Müslümanlar için şefaat, etkili olacaktır. Mutezile ilk önce bu görüşe karşı çıkmış ise de sonraları sünni görüşe yaklaşmıştır. (‘’aracılık’’ ve ‘’kurtarıcılık’’ fikirlerinde çok güçlü bir psikolojik etken bulunmaktadır). Bütün bunlara rağmen Kuran’daki şu ayetler, kesin olarak Müslümanlar için bile şefaatin olamayacağını belirtir:’’ Ey İnananlar! Ne alış verişin, ne dostluğun, ne de şefaatin olmadığı gün gelmeden önce size verdiğimiz rızıktan Allah için harcayın’’ (2/Bakara, 254). ‘’Ve öyle bir günden korkun ki, o gün hiç kimsenin yerine bir şey ödeyemez, kimseden şefaat de kabul edilmez, kimseden fidye alınmaz ve onlara hiçbir yardım yapılmaz’’ (2/Bakara, 48) ‘’Ve şu günden sakının ki kimse kimseden yana bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat fayda vermez’’ (2/Bakara, 123). ‘’De ki, bütün şefaat Allah’ındır’’ (39/Zümer, 44; yine 39/ Zümer, 23).
Kuran ayrıca, ‘’Allah’ın izin verdiği kimseler hariç’’ başka hiçbir kimsenin şefaatçi olamayacağını belirtir (2/Bakara, 255; ve ayrıca 10/Yunus, 3; 20/Taha, 109; 34/Sebe, 23; 53/Necm, 26). Geleneksel İslam, Allah2ın peygamberimize ümmeti için şefaatçi olmasına izin verileceği varsayımını esas alarak, ‘’şefaatçilik’’ görüşünü bu ayetlere dayandırmaktadır. Ama İbn Teymiyye’nin de belirttiği gibi bu ayetlerdeki izin verme ibaresi basitçe kelime anlamında alınamaz, bilakis bu ayetler sadece merhameti olmaksızın huzurunda herkesin çaresiz ve aciz kaldığı Allah’ın, haşmet ve azametini tasvir etmek için kullanılmış belağatli ifadelerdir. ‘’Ruh ve meleklerin sıra sıra durdukları günü (düşün), Rahman’ın izin verdiğinden başka hiç kimse konuşamaz ve (o da konuşunca) doğruyu söyler’’ (78/ Nebe, 38). Anlaşılamayan yalnız Allah’ın izniyle şefaat etme fikri değildir. Şimdi verdiğimiz ayetin de belirttiği gibi, Kuran’ın sözleri kelime anlamları ile alınırsa, şefaat etmek şöyle dursun Allah’ın izni olmadan zaten hiç kimse konuşamayacaktır. Bu gibi belağatli sözlerle Kuran, Allah’ın sınırsız haşmetini tasvir etmektedir: ‘’Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbine ve çok şefkatli olan (Allah)a hiç kimse hitap edemez’’ (78/Nebe, 37)
23 Nisan Üzerine
23 Nisan 1920'de açılan meclis bu milletin gerçek iradesinin ve İslami temelli düşüncenin yansıdığı meclis idi.. İslam meclisin en önemli unsuru idi.. sonradan kandırdılar, çaldılar, dağıttılar...
ve kendilerine 2.meclisi açtılar ve din dışı sistemlerini bu meclis üzerine bina ettiler, anadolu insanını dinlerinden ettiler... resmen bir toplumu dönüştürdüler... ama zorla... cebren... yeri geldi dersime bombalar atıldı... yeri geldi şeyh said ve arkadaşları asıldı.. yeri geldi şapka giymeyenler direk asıldı... yeri geldi kuran öğreticileri tartaklandı... böyle kurdular sistemlerini üzerimize... ve şimdi de utanmadan armağan ediyoruz çocuklara diyorlar... yani babalarınızı öldürdük ama sizleri ise seviyoruz... siz de bizi sevin... bu sistem inşaallah miadını dolduracak ve tarihin çöplük kısmında yerini alacak... tıpkı mussolini gibi, hitler gibi...
ve kendilerine 2.meclisi açtılar ve din dışı sistemlerini bu meclis üzerine bina ettiler, anadolu insanını dinlerinden ettiler... resmen bir toplumu dönüştürdüler... ama zorla... cebren... yeri geldi dersime bombalar atıldı... yeri geldi şeyh said ve arkadaşları asıldı.. yeri geldi şapka giymeyenler direk asıldı... yeri geldi kuran öğreticileri tartaklandı... böyle kurdular sistemlerini üzerimize... ve şimdi de utanmadan armağan ediyoruz çocuklara diyorlar... yani babalarınızı öldürdük ama sizleri ise seviyoruz... siz de bizi sevin... bu sistem inşaallah miadını dolduracak ve tarihin çöplük kısmında yerini alacak... tıpkı mussolini gibi, hitler gibi...
18 Nisan 2014 Cuma
Firaklar
Firakları görmüyor musun?
Eksik kalmış planları...
Hayallerin çoğunun mezara gömüldüğünü..
Hayatların beklenmedik bir şekilde rota değiştirdiğini..
Bir dakika önce kurduğun planın, bir dakika sonra komik bir hale geldiğini..
Ve habersiz gelen azrailin konukluğunu..
Görmüyor musun?!!
Peki öte aleme olan ihtiyacını neden gizliyorsun?
Fıtratının öteye olan inancını, neden görmezden geliyorsun?!
Bunca ispatlar dolusu hayattan İMAN çıkaramıyor musun hala?!
Hayatın bir Sahibi'nin olduğunu ne zaman kabulleneceksin?!
Tevazuyla O'nun önünde egileceksin ne zaman?!
Bunca hakikatler içinde ebedi hayatını mahvedecek bir körlüğü nasıl satın alabildin?!
Basitlikten kurtul ve hayattan alınacak derslere kulak ver!
Eksik kalmış planları...
Hayallerin çoğunun mezara gömüldüğünü..
Hayatların beklenmedik bir şekilde rota değiştirdiğini..
Bir dakika önce kurduğun planın, bir dakika sonra komik bir hale geldiğini..
Ve habersiz gelen azrailin konukluğunu..
Görmüyor musun?!!
Peki öte aleme olan ihtiyacını neden gizliyorsun?
Fıtratının öteye olan inancını, neden görmezden geliyorsun?!
Bunca ispatlar dolusu hayattan İMAN çıkaramıyor musun hala?!
Hayatın bir Sahibi'nin olduğunu ne zaman kabulleneceksin?!
Tevazuyla O'nun önünde egileceksin ne zaman?!
Bunca hakikatler içinde ebedi hayatını mahvedecek bir körlüğü nasıl satın alabildin?!
Basitlikten kurtul ve hayattan alınacak derslere kulak ver!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Öne Çıkan Yayın
RAB NE DEMEKTİR? MUSA PEYGAMBER CEVAPLIYOR:
__ Kimmiş bakayım sizin Rabbiniz ey Musa? __ Bizim Rabbimiz her şeyin YARATIŞINI (helqehu) takdir edip, sonra da yaratılış AMACINA (heda) y...