11 Mart 2013 Pazartesi

Teknolojinin Ötesi

Ülkelerin gelişmişliği, artık kişi başına tüketilen enerji, kişi başına üretilen çelik ve çimentoyla kaç kişiye bir otomobil, televizyon, çamaşır makinası ve buzdolabı düştüğüyle ölçülüyor. Bunların para birimine dönüştürülmesi olan milli gelir de gelişmişliğin şaşmaz ölçüsü haline geldi. (19)
*
Bir toplumun gelişmişliğini ölçmeye, kültürünü, insanlarını ve zihinsel gücünü değerlendirmeye yeter mi, bunlar?   İnsanların birbirlerini sevmesine, birbirlerine yardımcı olmalarına yol açabilir mi, bu nesneler? İnsanlar birlikte yaşadıkları kimselerin dertleriyle ilgilenmiyorlarsa, neye yarar bunca eşya, insanı bencilleştirmekten öte? İnsanlararası hased ve kıskançlığı çoğaltmaktan başka, tüketimin böyle arttırılmasının sonucu nedir? (19)
*
İnsanı tüketim tutsaklığından kurtarmak için, değer ölçüsü, eşyadan ve paradan erdeme kaydırılmalıdır. (19)
*
Çıkmazın bilincine varılmaması için, her gün bir değişik oyalayıcı ürün pazara sürülmektedir. Vakit geçirme, yorgunluk çıkarma adına yeni bir endüstri doğmuştur: Turizm. eğlencesiyle, plajıyla, sinemasıyla, televizyonuyla, sürekli insanın bilincini karartan bir çarktır bu. (25)
*
Yenilik yapmak bahanesiyle araçlar sık sık değiştirilerek, durmadan kamçılanan eşya açlığıyla, insanın kalıcı ve değişmez olanı algılaması ortadan kaldırılmaktadır. (25)
*
İnsanı mutlu kılan, eşya, para ve tüketim değil; tabiat ve evrenle uyum içinde yaşamak ve erdeme ayarlanmaktır. (25)
*
Ekonomi; sonsuza dönük, sonsuza ayarlı insanın, tabiattan gerçek ihtiyaçları doğrultusunda yararlanmasına ilişkin bir faaliyet olmalıdır. (25)
*
Özünde erdemi ihmal etmiş insan çabasının, dünyayı yaşanır bir hale getirmesi beklenemez. (28)
*
Batı, insanlığa yeryüzünü bir anda yok edebilecek silahlar armağan etmiştir. (28)
*
Çağdaş insan; kendisini gösteriş ve böbürlenme gibi en zayıf yanından yakalayan reklam ve propaganda saldırısıyla karşı karşıya. (31)
*
Değişmeyi hızlandırma adına körüklenen yenilik yanlısı olma psikolojisi, yalnızca yaşama şartlarını zorlaştırmıyor; araştırıcı, atılgan kişiliği örseleyerek silik, kendine güveni olmayan, kararsız ve dengesiz insanların sayısını da çoğaltıyor. (31)
*
New York Times'in hafta sonu baskısı on beş hektar ormanın yok olmasına karşılık çıkıyormuş. (35)
*
Ormanlar, su ve hava gibi kimsenin sorumsuzca harcamaya hakkı olmadığı kamu mallarıdır. (35)
*
Reklamlar da, bir ihtiyacı karşılamak adına bilgi vermenin değil, gösteriş tüketimini arttırmanın aracıdırlar. (36)
*
A. Huxley, bir denemesinde, New York'ta yapılan bir anketten söz eder. Bir sendika, işçilerin sürekli izledikleri gazetelere ilişkin anket yapmış. İşçilerin yarısından çoğu bu gazetenin, yörenin en yalancı gazetesi olduğunda birleşmişler. Ancak yine de yarıya yakın bir kısmı, aynı gazeteyi, resimli romanları, abartılmış cinayet ve benzeri haberleri ve dedikoduları yüzünden satın aldıklarını belirtmişler. (36)
*
Kitle haberleşme araçlarının sebeb olduğu bilinç kamaşması ancak peygamberlerin çağrısına uymakla giderilebilir. (36)
*
Kirlenmenin kaynağı, yaşamamız için gerekli olup olmadığına bakmadan, ahlaki ölçü ve değerleri gözardı ederek, tüketimi durmadan artıran insandır. (44)
*
Otomobiller, buzdolapları, televizyonlar, telefonlar ve metrolar; insanlar birbirlerini sevmedikçe, birbirlerine dost gözüyle bakmadıkça toplumsal mutluluğa ne ölçüde katkıda bulunabilirler? (50)
*
Doğal dengeyi bozmak, yani ölçüyü aşmak, uç noktalara gitmek, Cehennemi yeryüzüne taşımak demektir. (56)
*
Zaman iki yanı keskin bir kılıç gibidir, ya insanın sonu gelmeyen tutkularının tatmininde bilinçsizce yok olur ya da gönlünün genişletilmesinde, yüreğinin zenginleştirilmesinde ve ruhunun yüceltilmesinde kullanılır. (57)
*
İyi ve kötünün, güzelle çirkinin, doğru ile yanlışın, faydalı ile zararlının sınırları Vahiyle çizilmiştir. (72)
*
Gelecek nesiller, modern çağların en büyük zalimi olarak Batılıları göreceklerdir. (Toynbee) (76)
*
Yüksek öğrenim yapanların önemli bir kısmı ikinci bir dil bilmiyor. Bırakınız yabancı dili, Türkçe'yi bile eski ve yeni kelimeleriyle birlikte doğru dürüst kullanamıyor. Böylesine çorak bir ortamda sağlıklı bir kültür ve düşünce patlamasının olmasını elbette bekleyemeyiz. (80)
*
Sezai Karakoç, konuşmalarında, "yetkin bir müslüman Arapça ve Farsça yanında iki tane de Batı dili bilmeli", derdi. (80)
*
Olanak, koşul ve olasılık derseniz, Batı'nın, toplumcu ve planlı ekonomi yanlısı oluyorsunuz. İmkan, şart ve ihtimal derseniz bireyci ve pazar ekonomisi taraftarı oluyorsunuz. İnsanın inandığı ve bağlandığı değer sistemini savunmak ve belirlemek işte bu kadar basit. (81)
*
Dil uzmanları doğru söylüyorlar. Gerçekten insanlar bildikleri kavramlar ve kelimeler kadar düşünebiliyor. kelime ve kavram bilgimizin sınırları aynı zamanda idrakimizin de sınırlarını gösteriyor. (81)
*
Kitle üretiminin yasaları edebiyat çalışmaları için de geçerlidir. Edebiyat eserinin derinliği, ele aldığı insanın ruh fırtınaları, açmazları, çözümsüz çatışmaları ve üzerine gittiği konular değil; okuyucularının sayısı, baskı adedi, anlatılanları basitliği ve kitle insanının anlayabileceği bir biçimde sıradanlığı önemlidir. (96)
*
Dinden böylesine uzaklaşmanın sonucu öyle bir insan tipi ortaya çıktı ki, onun için her türlü ahlakdışı eylem yaşanan hayatın ta kendisi oldu. Eski Yunan ve Roma'daki ahlaki çözülme yalnızca onların kendi toplumlarını yıkmıştı. Oysa bugün, Batı hayat tarzı ile gelen ahlaki yozlaşma, kitle haberleşme ve ulaşım araçlarıyla dünya ölçüsünde yaygınlaşıyor. Derinlikten yoksun, tek hedefi, ele geçenin çoğaltılması olan tiplerin anlatıldığı edebiyatla beslenen televizyon, sinema ve benzeri kitle iletişim araçları tüm dünyayı yönlendirir bir konuma geldi. (101)

Evlenecek Gençlere Çok Önemli Tavsiyeler -Abdulaziz Bayındır-


1 Mart 2013 Cuma

Dünyacıların Birbirlerine Zulümleri / (Kürt Meselesi Üzerine Yapılan Çözümler)

Özelde Kürt meselesi genelde ise zulüm diktatoryası üzerine 'demokratik' düzenlemeler yapılıyor... Samimi bir şekilde kolları sıvayanlar oluyor... Samimi olmayanlar şu an seslerini pek çıkaramıyor... Biz de bu zulmün tamamen bitmesi taraftarıyız... Amma bu bitim nice zulümlerin bıkkınlığı üzerine meydana geliyor... Allah'ı razı etme derdi olmayanların çözümleri geçicidir... Bu sadece bir dinlenme aşamasıdır... Tek zulüm kan değildir, insanların Allah'ın yarattığı fıtrat üzere olmamaları sürekli zulümdür.. Bu böyle bilinmelidir.. Yüreklere oturan, yürekleri serinleten bir çözüm İslam'sız olamayacaktır... Bunu önce Müslümanlar anlamalıdır... Bunun için kolları sıvamalıdır... Hem türk hem de kürt dünyacılarının çıkardığı bu savaşın bitmesi bizlere rahat nefes aldıracaktır... Müslümanlar barış ortamında İslam'ın sesini kimsenin hakkını yemeden, dolambaçlı yollara gitmeden yükseltmeli... İnsanları Allah'ın yolunda hikmetle ve güzel öğütle çağırmalı... Çünkü gerçek mutluluk fıtrat dinine bağlanmakla mümkündür... Nebevi bir metodla insanları buna davet etmeliyiz... Mezotopotamya toprakları İlahi mesajın aydınlığını bekliyor ve tüm dünya...
Buradan hareketle güncel olayları takib etmek zorundayız... Tüm tarafların fikirlerini bilmeliyiz... Bu konuda samimi olanlar ile olmayanları tefrik edebilmeliyiz... Ama güncel olayların etkisinde kalıp sahnedekileri çözümün mutlak erkleri olarak görmemeliyiz... Sahnedekiler dünyacıların pislettiği ortamın temizleme çabasındalar sadece... Ama samimi niyetlerin bazen yeterli olmadığını bilmeliyiz... Esas mutlak gücün Allah olduğunu hiçbir aşamada unutmamalıyız... O'nun mübarek Kitabı'nın eğitimin yüreklere nakış nakış işleme çabası gösterenler sahnedeki gerçek rol sahipleridir... İnşaallah bu toprakların insanları ırkçılık mikrobuna karşı ilahi bağışıklık kazanırlar, çünkü demokratik bağışıklık gerçek bağışıklık olamıyor...
'Dünya standartlarına uygun demokrasiler' ibaresi şu an için çözüm olarak görülüyor... Aslında bu bir seraptır... Evet, uzaktan bakınca su var gibi görülüyor... Bu azimle harekete geçiliyor... Ama bu yeni yorgunluklar demektir... Bizlere göre serab olan başkalarına da gerçek gibi geliyor... Ama bu zamanla anlaşılacaktır... İnsanları bedensel ve ruhsal olarak vahyin eğitimine çağırmak zorundayız...... Çünkü vahiy serab değildir... Vahyin çözümü serab değildir... İnsanın kan döke döke, zulüm yapa yapa ve bir süre sonra ulaştıkları barış ortamının adı YORGUNLUK BARIŞIDIR... İnsanların yüreklerini temizleyen bir barış değildir... Asıl olan yüreği temizleyen barıştır... Kin ve nefreti yok eden barıştır... Allah'a bağlılıktan beslenen yürekler ancak bunu başarabilir... Bugün Amerika kendi içinde iç savaş yapmıyor olabilir, demokrat olabilir ama bu Amerika'nın yüreğini temizleyen bir barış ortamı değildir... Çünkü Amerika zulmünü kendi dışındaki dünyasında uyguluyor... Amerika terbiye olmuyor demokrasi ile... Bugün Türkiye'deki iç savaşın bitmesi eğer bu yöntemlerle yetinilirse bu yürekleri temizleyen bir yöntem olamaz...
O halde Türkiye'deki tüm Müslümanlar bu topraklarda ilahi mesajı yayma rolünü essah olarak yüklenmelidir... Bunu söylerken asla kültürel dini yaymayı kastetmiyorum... Yayılması gereken sadece Peygamberin önderliğinde Kur'an mesajıdır...

24 Şubat 2013 Pazar

ŞEHADET ve ŞEHİDLER

Şehadet müthiş bir ikna gücüne sahiptir.
Ümmeti dirilten şehidlerdir.
Manayı kavratan şehidlerdir.
Hayata anlam katan şehidlerdir.
Bizleri dünyaya bağlanmaktan kurtaran şehidlerdir.
Onları sonsuza kadar diri kalmayı başardılar,
ten kafesinİ parçalayarak...

Zordan daha zor olanı...

Ne kadar da zormuş meğer...
Allah'ım ben nasıl bedel ödeyeceğim, demiştim..
Bedel derken de hep zindan, işkence gelirdi aklıma..
Ama anladım ki içinde bulunduğum hal daha betermiş..
Zindanda da olsa bile özgürlüğü yaşamak mümkündür..
Cellada rest çekmek, Allahu Ekber demek...
"Daha beteri mi var?", diyeceksiniz belki de..
Evet, var!! İnsanın kendi eliyle yaptığı hatalı tercihleri..
Bu zindandan da öte bağlar insanı..
Hele ki donuk, ruhsuz, silik, merhametsiz, kibirli, kompleksli bir celladınız varsa...
Evet bu zindan, en zorudur, dostlar..
Yürek yakar, ama kimsenin sizden haberi olmaz..
Kimse sizin için protesto yapmayacak, dua etmeyecek..
Yaşayacaksınız belki toplumda ama ölü olduğunuzu kimse bilmeyecek..
Bu karşı konulması güç celladı, bir siz bileceksiniz bir de Allah..
Bu, zor olanıdır dostlar... İnanın ki zor olanıdır...
Elbette ki her bedelin de kendince zorluğu vardır..
Teğabun Suresi'nde Rabbimiz der ki: "Allah'ın izni olmaksızın hiçbir musibet isabet etmez."
O halde bize düşen ise Yakub'un (as) sabrıdır...

O sabır, hangi sabır?!  "sabren cemila"
***



4 Şubat 2013 Pazartesi

“Onların işleri aralarında müşavere iledir.” ayetinin tefsiri - Seyyid KUTUB


“Onların işleri aralarında müşavere iledir.”

       İfade-i celile mü’minlerin her işinin müşavere ile olduğunu belirterek hayat müşavere rengini veriyor. Daha öncede belirttiğimiz gibi bu ayet Mekke devrinde ve henüz İslam devleti kurulmazdan önce gelmiştir. Şu halde müşavere hususu müslümanların hayatında devlet yönetimindeki müşavereden çok daha şümulludur. Müşavere İslam cemaatinin alamet-i farikasıdır. Henüz devlet kurulmamış da olsa, İslam cemaati hususi manada müşavere emri ile mükelleftir. Vakıa İslam’da devlet, cemaatin şahsi hususiyetlerinin tabii bir sonucundan başka bir şey değildir.Cemaat ferdi ve içtimai hayata İslam nizamını yerleştirerek devlet etme gücünü kendi içinde ve bünyesinde taşır. Bunun için zaten İslam cemaatinde şura prensibi çok erken gelmiştir. Ve şura mefhumu sırf devlet ve hükümet mekanizmasındaki çerçevesinden çok daha geniş anlamlıdır. Meşveret damgası müslümanca yaşamanın ana damgasıdır. İnsanlığa kumanda etmek için seçilmiş olan seçkin topluluğun ana alametidir ki kumanda vasıflarının en gereklilerinden birisidir.

"Gökten bir ölçüye göre suyu O indirmiştir." ayetinin tefsiri - Seyyid KUTUB

“Gökten bir ölçüye göre suyu O indirmiştir. Biz onunla kupkuru, ölü bir memlekete yeni bir hayat veririz. İşte siz de böyle çıkarılacaksınız.” [Zuhruf:11]

Gökten inen suyu herkes bilir ve görür. Ama birçok kişi bu hayat verici gerçek karşısında hiç harekete geçmez ve uyanmaz. Çünkü uzun süredir ona alışmış ve tekrarlandığını görmüştür. Ama Allah’ın yüce peygamberi Muhammed Mustafa (sav) ise o gökten inen suyun her damlasını bir başka sevgi, bir başka saygı, bir başka duygu ve sevinçle karşılar. Ve onun Allah katından indiğini kabul ederdi. Zira o mübarek insanın canlılık fışkıran kalbi, bu damlalarla birlikte Allah’ın canlılık dolu sanatını idrak eder. Ve bu sanatkâr eli görürdü. İşte kalbini Allah’a bağlamış olan insanın da varlık kanunlarını böyle kabul etmesi gerekir. Zira kendisi de bu kâinata hükmeden ve Allah tarafından belirtilen kanunların mahsulüdür. Gökten inen her damlada Allah’ın kudret eli vardır. Gökten inen yağmurun aslında yoğunlaşarak yükselen suların buharından meydana gelmiş olması bu gerçeğin tesirini azaltmayacağı gibi önemini de yok etmez. Çünkü o zaman soracağımız soru şudur: Bu yeryüzünü kim yaratmıştır? Kim oraya su vermiştir? Isıyı tayin eden kimdir? Isıyla birlikte suyun buharlaşmasını temin eden güç nedir? Isınan buharın yükselmesini sağlayan ve sonra atmosferin tabakasında yoğuşmasını temin eden faktör nedir? Öte yandan yoğunlaşan buharın elektrik yüküyle yüklenmesi ve bunların sürtüşmesi sonucunda şimşeklerin meydana gelerek bulut halindeki buhar kümelerinin su şeklinde yeniden dünyamıza inmesini sağlayan özelliklerini kainatımıza kim vermiştir? Hem elektrik nedir? Nasıl oluyor da sürtüşen bulut kümelerini yeryüzüne tekrar su halinde indiriyor bu esrar dolu güç? Bu soruların cevabı olarak ilim tarafından bize söylenenler duygularımızın üzerine çok ağır yükler yüklüyor. Ve bizi kainat mucizesini kavramaktan uzaklaştırıyor. İlmin söyledikleri duygularımızı bileyeceğine, kalbimizi yumuşatacağına daha bilinmez şeylerle onları eziyor.

“Gökten bir ölçüye göre suyu, O indirmiştir.”

Bir ölçü vardır inen suda. Dengelidir. Ne dünyayı suya boğacak kadar fazla, ne de toprağı susuzluktan çatlatacak kadar azdır. Biz akılları durduran bir uygunluklar dünyasında yaşıyoruz. Ve bugün hayatın sağlanıp varlığını devam ettirmesi için bu uygunluğun zaruretini biliyoruz.

“Biz onunla kupkuru, ölü bir memlekete yeni bir hayat veririz.”

Hayat veririz ki onun aslı sudur. Çünkü her canlı sudan yaratılmıştır.

“İşte siz de böyle çıkarılacaksınız.”

Hayatı ilk olarak yaratan onu yeninde iade edecektir. Şu ölü topraktan ilk defa canlıları çıkaran zat, kıyamet günü de topraktan canlıları çıkaracaktır. Çünkü hayatın yenide temini başlangıcı gibidir. Ve bunun Allah’a zor gelen bir yanı yoktur.

[fizilal-i kur’an, c.13, s.168-169]





Öne Çıkan Yayın

RAB NE DEMEKTİR? MUSA PEYGAMBER CEVAPLIYOR:

__ Kimmiş bakayım sizin Rabbiniz ey Musa? __ Bizim Rabbimiz her şeyin YARATIŞINI (helqehu) takdir edip, sonra da yaratılış AMACINA (heda) y...