19 Ekim 2014 Pazar

İslami Kimlik İlkeler ve Hareket

-Tevhid akidesi, bilgi ve eylemi birbirinden ayrıştırmayan dinamik bir inançtır. (18)
- Bilgisiz bir eylemin ilkelerden çok, duygulara dayanan yüzeysel bir kalkış olduğu doğrudur. Ancak diğer taraftan amelsiz bir bilginin de hamallık olduğunu ve amelsiz söylemlerinin kınandığını Kur'an bilgisine sahip olanlar çok iyi bilmektedir. (23)
-Sahih bilgiye dayanmayan eylem, körlükten kurtulamaz. Ancak Kur'ani bilgiyi düşünce düzeyinde tutan ve amelleştirmeyen tavır ise, İslami yaşam açısından sahih bir inanç ve sahih bir tutum sayılmaz. (24)
-Direnişi güçlendirmenin yolu, Kur'an dışı kabuller ve eklektik anlayışlarla üreyen hastalıklardan bizi arındıracak olan "ıslah projesi"nin yaygınlaştırılmasından geçer. (47)
-Direniş ve ıslah; tevhidi, fikri ve siyasal boyutuyla kavrama eylemidir. (47)
-Tevhidi şahitliği üstlenecek yeterli bir yapı oluşturmadan, gerekli ve yeterli donanıma sahip olmadan öncelenen   bir iktidar hedefi yanlıştır. (47)
-Hayır ve hasenat amaçlı çaba ve tavır, toplumu kuşatan ve tevhidi iktidar kılma amacı taşıyan sürekli bir eylemliliği değil; cami ve Kur'an kursu yapma, yurt ve okul açma, yoksul doyurma, sadece mevcut durumun nisbi bir iyileşmesine katkıda bulunma gibi mevzi ve sınırlı çabaların ifadesidir. (49)
-Devrimci eylem ve ıslah çabası , bozulanı kökten değiştirmeyi ve tevhid ve adaleti ikame etmeyi amaçlayan sürekli, kuşatıcı, bağlayıcı ve disiplinli bir mücadeleyi gerekli kılar. (49)
-İslami mücadele sorumluluğumuz, Müslüman olduğumuzu bilinçli olarak idrak ettiğimiz anla başlar. (49)
-İslami mücadele, ne sadece teorik sorunlara hapsolmuş bir fikir kulübü faaliyetidir; ne de düşünsel üretime ve eğitime önem vermeyen salt siyasal bir harekettir. İslami mücadele, mektep ve hareket anlayışlarını aynı anda içinde barındırmalıdır. Hayat bir bütündür. Kendimizi yetiştirme ve cemaatimizi oluşturup geliştirme çabası, düşünsel ve teorik kazanımlara bağlı olduğu kadar, mücadele içinde ortaya konulacak bir eylemliliğe de gerekli kılar. Günlük programlar dahilinde eğitimimiz geliştirilecek, Kitaptaki ve evrendeki ayetler kavranacak ve bu çabalarla birlikte günün her anında "lailahe illallah" şiarının bilinciyle Rabbimize kul olduğumuz hatırlanacak, batıl inanış ve şerden uzaklaşılacak ve onlara itaat edilmeyecektir. (50)
-"Kur'an nesli" diyebileceğimiz bir oluşumun gerçekleşemediği coğrafyalarda mesaimiz öncelikli olarak bu oluşumun tesisi için harcanmalıdır. (58)
-İslami tebliğ, ancak tevhid ve adaletin şahitliğini üstlenen bir mücadele sıcaklığı içinde yerine getirilecek bir eylemdir. (59)
-İslami mücadelenin ilk safhasında bulunanlar veya konumlarını kıtal öncesi bir merhaleyle açıklayanlar;  fiili direniş şartlarıyla veya kıtal zorunluluğu ile karşı karşıya kalan diğer İslami çalışmaların eylemlerini eleştirmekten ziyade anlamaya ve haklılığı oranında sahiplenmeye çalışmalıdırlar. (59)


18 Ekim 2014 Cumartesi

Kadınlara Dayak Meselesi: Nisa34 ayetinin tefsiri

"ERKEKLER kadınların koruyup gözeticisidirler; çünkü Allah erkeklerle kadınlar farklı alanlarda üstün yeteneklerle donatmıştır; bir de erkekler servetlerinden harcama yapmaktadırlar. Dürüst ve erdemli kadınlar hem (Allah’a) itaat eden, hem de Allah’ın koruduğu (iffeti eşlerinin) yokluğunda da koruyan kadınlardır. Sadakatsizlik etmelerinden çekindiğiniz kadınlara gelince: onlara önce öğüt verin, sonra yataklarında yalnız bırakın, (ille de dövecekseniz) bunlardan sonra DÖVÜN*. Bundan böyle yola gelirlerse onları incitmekten sakının. Allah, gerçekten yücedir, büyüktür."
* Veya darabe’nin alternatif anlamıyla: “ayırın”; yahut “ısrarcı olun”. Darabe Kur’an’da “getirmek, gezmek, mühürlemek, itmek, mahkûm etmek” anlamlarında kullanılır. Darabe fiili, darabe’d-dehru beynena örneğinde olduğu gibi Arapça’da “iki şeyi birbirinden ayırmak” anlamında da kullanılır (Tâc). Kur’an’da vurmanın tüm türleri yer alır, fakat bunların hiç birinde darabe fiili ve türevleri kullanılmaz: “yanağa tokat”, sakket (51:29); “yumruk” vekezehu (28:15); “kamçılamak, çırpmak” ehuşşu (20:18); “boynunu vurmak” kata’a (69:46). Rasulullah hiç kadın dövmemiş ve dövülmesine de izin vermemiştir: “Siz eşlerinizi köle döver gibi dövmekten hiç utanmıyor musunuz? Gündüz dövüp gece birlikte oluyorsunuz öyle mi?” (Buhârî, (67) Nikah, 93) “Allah’ın hizmetkarlarını hiçbir zaman dövmeyiniz.” (Ebu Davud, Nesâi, İbn Mace, Ahmed b. Hanbel), Rasulullah’ın eşlerinden bazlar maddî sıkıntılar gerekçe göstererek şiddetli geçimsizliğe sebep olunca, Hz. Peygamber onlar dövmeyi hiç düşünmemiş, Kur’an da bu durumda “dövmeyi” değil fakat “boşamayı”, bir başka ifadeyle “ayrılmayı” önermesini tavsiye etmiştir (Bkz: 33:28-32). Ayetin nüzul sebebi konusunda birçok farklı rivayet vardır. Taberî’ye göre bu âyetin iniş nedeni, kocası tarafından tokat yiyen bir kadının (Habibe bt. Zeyd) Rasulullah’a başvurması üzerine Rasulullah’ın aynı şiddette bir tokadın da kadın tarafından kocasına atılması hükmünü verince inmiştir. Bu âyet inince Rasulullah “ben bir şey diledim, Allah ise başka bir şey; şüphesiz Allah’ın dilediği daha hayırlıdır” demiştir. Kur’an Rasulullah’ın hükmünü onaylamamıştır; fakat burada dikkat çekici olan, Rasulullah’ın, kocasından yediği bir tokada karşılık, bir kadına aynı şiddette tokat atma hükmünü vermiş olmasıdır.

Hayat Kitabı Kur'an 
Mustafa İSLAMOĞLU

13 Ekim 2014 Pazartesi

Romantizm ve Siyaset

Şiddet yüklü son gelişmeler, bana bu iki kavram
arasındaki ilişkiyi biraz daha yakından düşündürdü. Aslında bu ilişki duygu-akıl karşıtlığından besleniyor. Romantikler, 19. Yüzyıl'da Aydınlanma'nın baştacı ettiği akıl kavramına karşı çıkıyor ve duygularla temellendirilmiş bir hayâtı savunuyordu. Aralarında duyguları bireysel kılan ve kendilerini toplumsaldan soyutlayanlar olduğu kadar; bunu toplumsallaştıran, siyâsallaştıran ve böylelikle aklın inşâ ettiği yeni bir dünyânın kurulabileceğine inananlar da çıkıyordu. Siyâsal romantizm, belli bir açıdan bakıldığında, siyâseti duygulara açması nedeniyle, onu çeşitlendiren, zenginleştiren bir olgu olarak görülebilir. Ama bunun sınırlarının tartışmaya açık olduğunu düşünüyorum.
Romantizm, bazılarına göre de gerçeklerle başa gelememeyi ve ondan uzaklaşmayı ifâde eder. Sınırlar da zâten burada tartışmalı hâle geliyor. Yâni, romantizm gerçeği algılama tarzı olarak sorunlu olmayabilir. Ama eğer, gerçeğin yerini alan bir başka gerçekliğin inşâsına dönüşüp, onu da gerçeğin yerine koymaya başlıyorsa, çok sorunlu bir noktaya gelmiş oluyoruz. Bu durumda hayâlkırıklığı kaçınılmaz oluyor. Keşke bununla sınırlı kalsa: Hayâlkırıklığı da insanı gerçekle buluşturacak değerli bir deneyim olabilir. Ama siyâsal romantizm sorunu derinleştirebiliyor. Duyguların kamçılamasıyla, zihinlerdeki egemenliğini pekiştiren romantik gerçeklik, gerçeğin yerini almaya dönük şiddet yüklü bir eylemliliği doğurduğunda ise tablo daha da kararmaktadır. Siyâsal romantik târihin bunun sayısız örneğini barındırdığı söylenebilir.
Siyâsal romantizmin başka bir etkisinin de, zihinsel bir tembellik ve kolaycılık olduğunu düşünüyorum. Gerçek ile başa gelinemediği durumda, duyguların seferberliği ve bunun şiddete tahvil edilmesi görece bir tatmin sağlıyabiliyor. Diğer taraftan bunun habisleşmesi ve derin bir sorumsuzluğu pekiştirme tehlikesi de var.
Doğrusu Kürt siyâsal hareketine baktığımda, bunun alâmetlerini uzun bir zamandır gözlemekteyim. Ne yazık ki, son gelişmelerden sonra, bu konuda artık bir kanaatim de oluşmuş durumda. Romantik Türkiye solundan gelen bütün sıkıntıların bu harekette katmerlendiğini görüyorum. Bu hareketin repertuarını oluşturan, 'demokratik özerklik', 'kantonlaşma', 'devrim' vb kavramların urlaştığını ve onu üreten zihinlerde de taşınamaz hâle geldiğini görüyorum. Bu kavramların içeriklerinin ne olduğunu artık kendilerinin de bilmediğini ve daha önemlisi bilmek istemediklerini düşünüyorum. Hareketten gelen her teklif, içeriğinin hep 'almakla' ilgili olan ve sorumluluğu (kendilerine göre) karşı tarafa yıkan bir sunuma dönüşüyor. 'Ben istiyorum, sen de yap' diyen dayatıcı bir bakış bu. Gâliba müzakereden anladıkları bu kadar. Hemen ardından da, 'eğer yapmazsan şiddet geri döner' mealindeki tehdit yüklü cümleler geliyor. Geçenlerde, bizi kuşatan siyâsal kültür üzerine Etyen Mahçupyan ile sohbet ediyorduk. Mazlûmiyet ve mâsumiyet arasında kurulu, benim de katıldığım sorumsuzluk yüklü tuhaf bağları dile getirdi. Mazlûm olanın kendisini ebedî mâsumiyet kazanmış olarak algılaması ve sorumsuzluğunu meşrulaştırması ne kadar çocukça bir bakıştır!.
Kürt hareketi Türkiyelilik ekseninde bir bilinç geliştirmekte çok zorlanıyor. Pan-Kürdizm duygusallığına savrulmayı daha kolay buluyor.( Oysa yaşanmış bir tecrübe olarak Pan-Türkizm'den öğrenecekleri çok şey var). Kürt sorununun artık sâdece bir Türkiye sorunu olmadığı çok âşikâr. Ama bu yeni durum, Kürt sorununun çözümünün ağırlıklı olarak burada, Türkiyelilik üzerinden ortak sorumluluk geliştirmekten geçtiğini unutturmamalıdır. Pan-Kürdist yorum, bunun ucuz bir fırsatçılık güden basit bir siyâsal romantizm ve mâceracılık ile savsaklanmasıdır. Sûriye'de doğan eski düşmanları doğal müttefik hâline getiren bir boşluğun 'fırsatları' üzerinden yaşananları; bir zaman Rousseau'yu ve daha sonrasında da cümle romantik demokratları büyülemiş olan İsviçre'nin târihsel bir gerçeği durumundaki kantonlaşma ile etiketlemek ve 'Rojawa Devrimi' olarak okumak siyâsal romantik bir miyopidir. Kayma şurada: Kürt sorununun büyük fotoğraftaki konumuna bakılmıyor; optik bir kaymayla bu sorun büyük fotoğrafın kendisi zannediliyor. Bu bizi, yukarıda ortaya koymaya çalıştığım siyâsal romantizmin habis sorununa getiriyor. Kürt siyâsetçiler (yoksa militanlar mı demeliyiz?) türlü saptırmalarla zihinlerinde inşâ etmiş oldukları gerçekliği, gerçeğin yerine koyarak sokak çağrısı yaptılar. Onlarca insanın ölümünde birinci derecede pay sahibi oldular. Bu zihinsel yapay gerçeklik ise ondan bağımsız olarak işleyen gerçeğe çarptı. Bu her şeyden önce, normalleşme döneminde ilk defa, PKK yıldırısı ve 90'ların devlet baskısının dışında bir hayâtın da varolduğunu gören; ama son olaylarla günlük hayatı zehir edilen dükkanları yakılıp yıkılan, yağmalanan Kürtlerin gerçeğidir. Kürt siyâseti eğer onların siyâsetini üretecekse hem Türkiye'ye hem de bölgeye katkı yapacaktır. Değilse meşruluğunu ve tabanını kaybecek, mâceracı bir azınlığa dönüşecektir. Târih romantizmi üretmiştir ama, romantizmin târih ürettiği görülmemiştir.....

2 Ekim 2014 Perşembe

‘Çanakkale hala gündemde’ - Ahmet TAŞGETİREN

Mekke Diyanet’in Mekke’deki Hac Merkezi... Merkez’de basın buluşmasının gerçekleştiği gün, toplantıdan sonra sayın Başkan’ın daveti ile bir süre beraber olduk. Mekke ve Hac ortamı, gerçekten güzel buluşmaların meydana geldiği bir zemin. 
Biz basın toplantısındayken Başkan, H. Kamil Yılmaz Bey’e “Hacı İlyas Abi ile ilgilenir misiniz?” dedi ve Kamil Bey gitti. Sayın Başkan’ın odasına vardığımızda “Hacı İlyas Abi” oradaydı.
İlyas Bey, beni görünce hemen “Sizinle 1994’te görüşmüştük, dedi. Hatırladınız mı?” Hatırlamaz gibi baktım “Tamam, dedi hatırlamadınız.” Evet 1994’te Hasan Kamil Yılmaz Bey ile Kosova’ya gitmiş, Prizren’de İlyas Bey ile de görüşmüştük. “Hacı İlyas Abi” o Abi idi.
İlyas Bey, anlattı, anlattı, anlattı.
Ondan öğrendim Necmeddin Erbakan’ın Saraybosna’daki, evden eve açılan ve erzak ve silah sevkiyatı yapılan tünelin fikir babası olduğunu. Ondan öğrendim, CHP milletvekili Mustafa Kul’a, merhum Aliya İzzetbegoviç’in “Size Milli Görüş tarafından şu kadar yardım geldi mi?” diye sorulduğunu ve İzzetbegoviç’in de “Ne o kadarı, onun kat kat üstünde yardım geldi” dediğini. Bu arada Görmez Hoca, “Bilir misiniz, diye söze girdi, Bakanlar Kurulu bir şeyle kesilirdi, Tayyip Bey Başbakan iken... İlyas Abi arıyor dendiğinde...”
Biz, Tayyip Bey’in Başbakanlığında Kosova’ya - Prizren’e gittiğimizde de, Tayyip Bey, İlyas Abi’nin evini ziyaret etmişti.  
Enteresan bir adam İlyas Bey.
Bakın ne diyor:
- Çanakkale gündemden düşmedi Batı için. Şu söze bakın.
- Bosna’da 300 bin Müslüman katledildi. Üç çocuğu olan annenin bir çocuğunu öldürdüler, sonra etini pişirip anneye getirdiler, bunu yemezsen diğer iki çocuğunu da öldürürüz, dediler. Bosna’da yapılmak istenen 1492’de Endülüs’te yapılandı. Bir tek Müslüman kalmamacasına Avrupa’dan silmek istediler İslam’ı.
Bosna’yı savunmak için Necmeddin Erbakan Hoca’nın bilinenlerin çok ötesinde yapmış olduğu şeyler unutulamaz.
Bakın şu söze: - Çanakkale’ye 12 bini aşkın Kosovalı savaşmaya geldi. Bir köyden 110 kişi gelmişti. 106’sı şehit oldu. 4 kişi kaldı. Onlar köye gitmeye utandılar. Önce birisi gidiyor. Halk soruyor, diğerleri nerde? Geride gelecekler, diyor. Aradan 10 gün geçiyor, ikincisi geliyor. Ona da soruyor halk: Gerisi nerede? “Geriden gelecekler, diyor. 15 gün sonra üçüncüsü, bir ay sonra dördüncüsü... Sonrası yok. Hepsi Çanakkale toprağına düştü onların.
Şu söze bakın:
- Bosna Çanakkale idi Türkiye için...
İlyas Bey, Erbakan Hoca’yı kalpten seviyor, mitinglerine katılmış hatta, konuşmalar yapmış, Tayyip Erdoğan’ı da...
Sordum, Ak Parti kurulurken ne yaptınız? Ona girmedi. Bu arada Mehmet Görmez Hoca, “O günlerde Tayyip Bey ile müthiş bir konuşması vardır” dedi.
Onu kendisinden dinleyemedim, ama şu anda Tayyip Bey’lerle yoğun bir aile dostluğu olduğu muhakkak.
Kosova’da tutuklanan din adamları da yakmış İlyas Bey’i. Bu adamların IŞİD’le vs asla ilişkileri yok, samimi mü’min insanlar bunlar” diyor başka bir şey demiyor. Ve bunları derken de yine Bosna’nın yüzde 95’nin Boşnaklara kalmasını önlemek için Amerika’nın projelendirdiği  Dayton anlaşmasını, Batı ülkelerinin oyunlarını zikretmekten kendini alamıyor.
- Bugün Tevriye:
Bugün Arafat’a doğru yolculuğun başlayacağı gün. 15.30’da başlayıp 02.00’a kadar sürecek intikaller. Rabbim herkes için kolay eylesin bu yolculuğu. Diyanet, hastaların Arafat vakfesi yapabilmesi için orada hastane ortamı hazırlamış. Yürümekte zorlanacak olan çok yaşlılar, engelliler için sefer tedbirleri almış. Bu incelikleri seviyorum. Bu inceliklerin bize, mü’minlere yakıştığını düşünüyorum. Diyanet bir de Arafat’tan ayrılırken, geride “Temiz bir Arafat” bırakmak için tedbir almış, Hacıların bu noktada uyarılmasını kararlaştırmış. Bir şey daha: Diyanet’in Mekke’deki hastanesi, diğer ülkelerin hastaneleri arasında birinci seçilmiş. Diyanet’in gerçekten kutlanmaya değer bir sağlık hizmeti var. 

26 Eylül 2014 Cuma

Üç Zor Mesele - İsmet ÖZEL

Bismillahirrahmanirrahim

- İnsan sorumluluktan uzaklaştıkça özüne yabancılaşır. (13)
- Öte yandan yalnızca kullanılmak üzere edinilmiş bilgiler insanı nesne durumuna sokar. Bilgi aygıt olarak anlaşılınca o aygıtı kullanan da kendini onun etki çemberi içinden kurtaramaz. (38)
- Derler ki gözleri kapalı olarak yaşamayı tecrübe etmemiş olanlar körlere bir şey öğretmeye kalkmasın. (45)
- Zorlamayla elde edilen şartların, kendiliğinden oluşmayan durumların bizi istenilen sonuca götürmeyeceğini anlamamız , anlayabilmemiz gerek. (47)
- Hakikat hiç kimseyle paylaşılmasa bile hakikat olma vasfından bir şey kaybetmez. Ama paylaşılmayan hakikat, hiçbir zaman "tecelli" etmez. (47)
İslam milli  bir anlayış içinde gözönüne alındığı veya dünya kültürü içinde kavranılmaya çalışıldığı zaman şüphe yok ki hem coğrafi hem de tarihi yer bakımından belli sınırlandırmalara maruz bırakılacaktır. (63)
Ortaçağ denilen zaman dilimi içinde İslam medeniyetlerinin, gerek taşıyıcı gerekse kurucu olarak, birçok insanda bilgi ve tekniğini Batı'ya öğretmiş olmasını "İslam" olarak nitelendirme eğilimi var. (64)

23 Eylül 2014 Salı

Wilson Ne Dedi?

Wilson ne dedi?

"Her ırk kendi toprağında devletini kurmalı."
Sözde özgürlükçü idi bu ilke.
Oysa ümmetin dağılmasına sebeb olan bir mikrop idi.
Çünki kendileri Birleşik Devlet oluyorlardı. 
Araplar ve Türkler bu mikrobu yuttu ve fiile döktü..
Kürtler ise zorla mikrobu yutma çabasındalar...
Üstelik Kürtler ise İslami olmayan ideoloji sahiplerinin peşinden giderek..
Yani Türklerin kemalizmin peşinden
Arapların ise baasçıların, kralların peşinden gitmesi gibi...
Hani nerede Tevhidi Bir Duruş!!!!!

9 Eylül 2014 Salı

SİNSİ ADAM VE ZAYIF KİŞİLİKLER

Kitaplarla kişiliklerini inşa etmeyenler
uyanık ve sinsiler tarafından çok kolay kandırılabilirler.
Birilerinin ihtirasının ve hasedinin topu olup onunla gol atılması berbat bir durum olsa gerek.
Sinsi adamlar, zayıf kişiliklerin taraftarlığı üzerinden prim yapıyor.





Öne Çıkan Yayın

RAB NE DEMEKTİR? MUSA PEYGAMBER CEVAPLIYOR:

__ Kimmiş bakayım sizin Rabbiniz ey Musa? __ Bizim Rabbimiz her şeyin YARATIŞINI (helqehu) takdir edip, sonra da yaratılış AMACINA (heda) y...