islami etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
islami etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Mayıs 2022 Pazar

İslami Hassasiyeti Korumak Mı Yoksa Çözülmek Mi?

Bir yerde duydum. Duyduğum için yazıyorum yoksa gündemim bu değil. Bir iş ortamında kadın-erkek voleybol oynama adeti başlatmış. Birilerine göre sorun olmayabilir. Ama Müslümanlık hassasiyeti olan çalışanlar için bunun doğru bir zemin  olmadığını düşünüyorum. 

Müslümanlık hassasiyeti olup da çalıştığı ortamda bunu yansıtamayan, pasif kalan kardeşlere buradan hatırlatmak isterim: (madde madde yazdım, her maddeyi okuyarak bütüncül şekilde meramımın anlaşılmasını isterim)

23 Nisan 2021 Cuma

İslami Şuur ve İslami Şahsiyetlerin Handikapı

        İslami şuur, red ve tasdik temellidir. Red ve tasdiğin özü malumunuz La ilahe-İllallah'tır. Bu öz, hayatın tamamını kuşatması gereken bir öz'dür. Parçacı bir yaklaşımı kabul etmez. Parçalanınca öz olmaktan çıkar.

        Hem red hem de tasdik, belli düzeyde duygu/düşünce emeği gerektirir. Bunu başaramayan kitle seviyesinde kalır. Kitleye göre yaşar. Kitleyi model alır. Şahsiyet olarak var olunamadığı için.

19 Ekim 2014 Pazar

İslami Kimlik İlkeler ve Hareket

-Tevhid akidesi, bilgi ve eylemi birbirinden ayrıştırmayan dinamik bir inançtır. (18)
- Bilgisiz bir eylemin ilkelerden çok, duygulara dayanan yüzeysel bir kalkış olduğu doğrudur. Ancak diğer taraftan amelsiz bir bilginin de hamallık olduğunu ve amelsiz söylemlerinin kınandığını Kur'an bilgisine sahip olanlar çok iyi bilmektedir. (23)
-Sahih bilgiye dayanmayan eylem, körlükten kurtulamaz. Ancak Kur'ani bilgiyi düşünce düzeyinde tutan ve amelleştirmeyen tavır ise, İslami yaşam açısından sahih bir inanç ve sahih bir tutum sayılmaz. (24)
-Direnişi güçlendirmenin yolu, Kur'an dışı kabuller ve eklektik anlayışlarla üreyen hastalıklardan bizi arındıracak olan "ıslah projesi"nin yaygınlaştırılmasından geçer. (47)
-Direniş ve ıslah; tevhidi, fikri ve siyasal boyutuyla kavrama eylemidir. (47)
-Tevhidi şahitliği üstlenecek yeterli bir yapı oluşturmadan, gerekli ve yeterli donanıma sahip olmadan öncelenen   bir iktidar hedefi yanlıştır. (47)
-Hayır ve hasenat amaçlı çaba ve tavır, toplumu kuşatan ve tevhidi iktidar kılma amacı taşıyan sürekli bir eylemliliği değil; cami ve Kur'an kursu yapma, yurt ve okul açma, yoksul doyurma, sadece mevcut durumun nisbi bir iyileşmesine katkıda bulunma gibi mevzi ve sınırlı çabaların ifadesidir. (49)
-Devrimci eylem ve ıslah çabası , bozulanı kökten değiştirmeyi ve tevhid ve adaleti ikame etmeyi amaçlayan sürekli, kuşatıcı, bağlayıcı ve disiplinli bir mücadeleyi gerekli kılar. (49)
-İslami mücadele sorumluluğumuz, Müslüman olduğumuzu bilinçli olarak idrak ettiğimiz anla başlar. (49)
-İslami mücadele, ne sadece teorik sorunlara hapsolmuş bir fikir kulübü faaliyetidir; ne de düşünsel üretime ve eğitime önem vermeyen salt siyasal bir harekettir. İslami mücadele, mektep ve hareket anlayışlarını aynı anda içinde barındırmalıdır. Hayat bir bütündür. Kendimizi yetiştirme ve cemaatimizi oluşturup geliştirme çabası, düşünsel ve teorik kazanımlara bağlı olduğu kadar, mücadele içinde ortaya konulacak bir eylemliliğe de gerekli kılar. Günlük programlar dahilinde eğitimimiz geliştirilecek, Kitaptaki ve evrendeki ayetler kavranacak ve bu çabalarla birlikte günün her anında "lailahe illallah" şiarının bilinciyle Rabbimize kul olduğumuz hatırlanacak, batıl inanış ve şerden uzaklaşılacak ve onlara itaat edilmeyecektir. (50)
-"Kur'an nesli" diyebileceğimiz bir oluşumun gerçekleşemediği coğrafyalarda mesaimiz öncelikli olarak bu oluşumun tesisi için harcanmalıdır. (58)
-İslami tebliğ, ancak tevhid ve adaletin şahitliğini üstlenen bir mücadele sıcaklığı içinde yerine getirilecek bir eylemdir. (59)
-İslami mücadelenin ilk safhasında bulunanlar veya konumlarını kıtal öncesi bir merhaleyle açıklayanlar;  fiili direniş şartlarıyla veya kıtal zorunluluğu ile karşı karşıya kalan diğer İslami çalışmaların eylemlerini eleştirmekten ziyade anlamaya ve haklılığı oranında sahiplenmeye çalışmalıdırlar. (59)


12 Mayıs 2013 Pazar

Çağdaş İslami Akımlarlar ve Sorunları - Sönmez KUTLU

Günümüz Müslümanının, gelecek yüzyılda devam edecek en büyük bilgi açığı Kur'an konusundaki bilgi

açığıdır. Dini en iyi bildiğini sananlar bile geleneklerle küllenmiş birtakım hurafeler ve aslı astarı olmayan görüşlere din olarak inanmaktadırlar. (18)
***
Bütün Müslümanlar, ilk önce yüce kitabını okuyup anlamak ve ondan evrensel ilkeler çıkararak hayatına yön vermekle sorumludur. Allah hiç kimseye, falanca şahsın veya şeyhin kitabını, niçin okuyup anlamadığını sormayacak, bütün Müslümanların el kitabı olması gereken Kur'an'ı niçin okuyup anlamadığını ve Peygamber'i niçin anlamadığını soracaktır. Çünkü iman noktasında tek belirleyici ve yegane bilgi kaynağı Kur'an'dır. Diğer taraftan, o bütün insanlar için hidayet, öğüt, rehber ve en önemli bir katkıdır. (19)
***
İslam, evrenselliği ve sürekliliği dolayısıyla, günümüzdeki İslami akımlar başarısızlığa uğrasa bile, kendi içerisinde kendi alternatifini ortaya çıkaracak güçtedir. Böyle bir durumda o, asla başka medeniyetlere entegre veya adapte olmayacak, diğer medeniyetlerden alınması gereken şeyleri alıp kendi bünyesinde onları yeniden şekillendirebilecektir. İslam, tarihte Hint medeniyeti, Bizans medeniyeti ve Sasani medeniyeti karşısında gösterdiği başarıyı, bugün Batı medeniyeti karşısında da gösterebilecek güçtedir. (26)
***
İletişim Bilimi'nin bilimsel verileri ışığında gerçekleştirilmeyen bir tebliğ eylemi günümüz insanını etkilemede, eğitmede, değiştirmede ve dönüştürmede yeterince başarılı olamayacaktır. (27)
***
Dini-toplumsal ve dini-politik hareketler İslam'ı doğru ve özgün şekliyle, Kur'an merkezli ve Hz. Peygamber'in örnekliği doğrultusunda sunduğu sürece, İslam düşüncesine ve insanlığa önemli katkılarda bulunurlar. Ancak insanların düşünce özgürlüğünü kısıtlamaları, liderleri ve eserlerini kutsallaştırmaları, kendilerini İslam'la özdeşleştirmeleri ya da İslam'ın tek temsilcisi olduklarını iddia etmeleri ve bir ruhban sınıfı oluşturmaları durumunda, fikir üretiminin ve düşünce özgürlüğünün önünde büyük bir engel oluştururlar. Bugün İslam'ı tebliğ ettiğini iddia eden bazı dini oluşumlar, birinciden çok ikinci rolü üstlenmiştir. Fakat onların yöntemleri ve yanlışları bilimsel açıdan yeterince eleştiriye tabi tutulmamıştır. (28)
***
Dini, siyasi veya ideolojik bir mesajın, insanlar tarafından benimsenmesi ve toplumda taban bulması için mesajın doğruluğu kadar kim tarafından, nasıl ulaştırıldığı da son derece önemlidir. (29)
***
Günümüzde öncelikle tarikat ve cemaatler, büyük bir nitelik ve imaj sorunu ile karşı karşıyadır. (31)
***
Hindistan'da 1926 yılında Muhammed İlyas tarafından "sırf İslam'ı tebliğ amacıyla kurulan" Tebliğ Cemaati adlı bir cemaat vardır. Bu cemaat, "öğreterek İslam'ı öğrenmeyi" ilke olarak benimsemiştir. Bu sebeble üyeleri özel eğitimden geçirmeye gerek duymamaktadır. Bugün İslam'ı tebliğ eden bu kaynaklar (tarikatlar ve cemaatlar), genel olarak, İslam, O'nun kitabı Kur'an ve peygamberi Hz. Muhammed'den çok kendi mensubu oldukları cemaatin-tarikatin lideri, eserleri ve İslam'ı algılama biçimleri konusunda bilgi sahibidir. (32)
***
Bu insanlar, İslam'ın özgün mesajı ile karşılaşmak yerine anlamaları son derece zor ve karmaşık olan cemaatlerin din anlayışıyla karşılaştıkları için mesajın aktif katılımcıları da olamadılar. (35)
***
Bugün dini cemaatlerin ve tarikatların, herkesçe anlaşılmayan sembol, değer ve kavramlardan oluşan bir din dili bulunmaktadır. Özellikle dini duyguları zayıf, dini bilgilere sahib olmayan veya çok az sahib olan genç kesim arasında bu dilin anlaşılması son derece zordur. Hatta birçok cemaatin bu dille yazılmış bir edebiyatı oluşmuştur. Oluşan bu dilin herkesçe anlaşılmaması ve dil oyunlarından oluşan gizemli bir yapıya büründürülmesi, metinlerin anlamaksızın kutsallaştırılmasına, dilin sadeleştirilmeden muhafazasına, bu eserlerin dilini anlayanların önderliğinde okunup anlaşılmasına eserlerin defalarca okunmasına ve asli şekilde elle yazılmasının dini bir vecibe olarak algılanmasına götürmüştür. Hatta İslam mesajı bu tür metinlere indirgenirken Kur'an'ın anlaşılması da bu edebiyatın anlaşılmasına bağlanmıştır. Bu yüzden sözü edilen eserler, cemaat üyeleri arasında ilhamla yazdırılmış kutsal gibi ilgi görmektedir. Arkon'un da ifade ettiği gibi, 'tek kitaplı topluluktan çok kitaplı topluluklara' dönüşen bir duruma gelinmiştir. Halbuki İslam mesajının din dili/mantığı özgün şekliyle Kur'an ve onun dini söylemi olmalıdır. Böyle olmadığı sürece insanlar ve özellikle genç nesil İslam mesajına ilgisiz kalacaktır. (37)
***
İslam mesajı, maalesef, büyük toplumsal, siyasi, kültürel, bilimsel, teknolojik değişimleri hızlı bir şekilde yaşayan günümüz insanlarının anlayacağı ve ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde işlenmektedir. (37)
***
Zamanla mesajın taşıyıcıları olan mezhep, tarikat ve cemaatlerin Kur'an'ın mesajını aktarmak yerine kendi anlayışlarını mutlak dini gerçekler olarak aktarmaya başlamalarıyla birlikte Kur'an'la olan sıcak diyalog yerine mezhep, tarikat ve cemaatler arası mücadeleye ve rekabete bırakmıştır. (37)
*
Şekli Dindarlık: Dini cemaat ve tarikatların İslam mesajının özünü, ahlaki ve manevi unsurlardan yoksun kulluk/ibadet merkezli bir din anlayışı oluşturur. Bu din anlayışının temel göstergesi, namaz, oruç, zekat ve hac ibadetlerinden oluşan şekli dindarlıktır. Bu anlayışa göre, insanlar ne kadar fazla ibadet yaparsa, bu konuda ne kadar meşakkat çekerse, ne kadar çok hacca giderse, ne kadar fazla namaz kılarsa o kadar iyi Müslüman olur ve daha çok sevap alır. İbadet kavramının yukarıda sayılan şeylere hasredilmesi, dindarlıkta bulunması gereken bilgi, inanç ve ahlak boyutunun öne çıkarılmasını engelledi. İbadet, sadece bunlardan ibadet değildir. İslam'da yapılan her iyilik ve güzel davranış da bir ibadettir. Bu yüzden, dini cemaatler ve tarikatların insanlara telkin ettiği dindarlık, şekli ve daraltılmış bir dindarlık çerçevesinin dışına çıkamadı. Hatta bazı cemaatlerde, sarık, sakal ve cübbe ve diğer bazı şeyler dindarlığın sembolleri olarak görüldü. (40)
***
Bazı kesimlerde dindarlık, fıkıh dindarlığına dönüştü. (40)
***
Nurettin Topçu'nun da dediği gibi, İslam'ın ruh ve manasından sıyrılan dini hayatın bu şekilperestliğine zühd ve takva adı verildi. (40)
***
Taklide dayalı ve şekli dindarlık, çoğu kere cemaat dindarlığını öngördü. (40)
***
Oysaki mevcut dini cemaatlerin İslam mesajı, genelde, Müslümanlarda bireysel sorumluluğu, kimlik bilincini, varlığını gerçekleştirme şuurunu köreltmekle ve kişisel kabiliyetlerin geliştirilmesine engel olmakla kalmamakta; ferdi cemaate, siyasete ve tarikata kurban etmektedir. Öyle ki bu gruplar, kişisel başarısızlıklarını telafi etmek isteyen, sorumluluktan kaçan, kimlik arayışında olan kimselerin sığınağı haline gelmiştir. (42)
***
Batı kendisine rakip olabilecek ve gelecekte karşısında duramayacağı bir medeniyetin doğuşunu engellemek için, Demokrasi'yi ve insan haklarına saygıyı bir tarafa bırakmıştır. Teknolojik ve bilimsel gelişmelere sahip olmayan bir İslam medeniyetinin kalıntıları ile bu Batı vahşeti karşısına çıkabilmek oldukça zordur. (47)
***
Yüce bir dinin ve medeniyetin mensubu olan günümüz Müslümanı, Batı medeniyeti karşısında, ekonomik, siyasi, askeri ve teknolojik sahalarda, güçsüz ve aciz duruma düşmesini nefsine ve gururuna yedirememektedir. Bu yüzden Batı medeniyeti karşısında aşağılık kompleksine düşmektedir. Bu ise, insanımız üzerine davranış bozukluğuna ve kimlik krizine sebeb olmaktadır. (50)
***
Genetik mühendisliği, silah, ekolojik meseleler ve benzeri alanlarda yürütülen bilimsel faaliyetler, insan olmanın  en belirgin şartı olan, ahlakın temel ilkelerinin yol göstereciliğine sırt çevirmiştir. (51)
*
Dr. Hişam Cuayt da şunu söylemektedir: "İslam kültür ve medeniyet olarak teslimiyeti kabul etmez. Varlığının
kaynağını kendinde görür. Çünkü onun kendine has olağanüstü bir gücü olup modernleşmenin ortaya koyduğu insani ve siyasi bütün kültürlere meydan okumaktadır. Ancak, bu durum, İslam'ın zaaf noktasıdır. Bu, onun başkalarını reddetmesine ve kendi fikri sisteminin donukluğuna sebeb olmuştur. O gerçekte, başkalarını dışlayan bir güçtür. Fakat diğer taraftan modernleşmenin ferdiyetçilik, uzlet, maddi iktisat aldatma, psikolojik bunalım gibi olumsuzluklarına bakarak, İslam'ın 21. yüzyıl insanı için yenilikçi bir mesaj yayabilecek ruhi bir güç olduğunu düşünmek mümkündür. (144)
***
Savaştan çekilen düşmanın affedilmesini emreden Kur'an emrini tavizsiz bir şekilde uygulayan Hz. Peygamber, kaçmakta olan düşmanın takip edilmesini bile yasaklayacak kadar işi ileri götürmüştür. Eğer İslam'ın amacı başka dinlere hürriyet tanımamak, çevreyi tahrip etmek, önüne geleni öldürmek olsaydı, yukarıda sayılanları da hedef seçmesi gerekmez miydi? Oysaki insanlar bu dine yumuşak ve ikna edici bir şekilde davet etmişlerdir. Davet edilen uyup uymamakta serbest bırakılmıştır. Ancak onun da inananlara inançlarını diledikleri gibi yaşamak, yüceltmek ve ona layık olduğu değeri vermek hususunda aynı hürriyeti tanıması şarttır. (151)
***
Asabiyet duygusuyla dini seçilmişlik inancı birleştiğinde tüyleri ürperten vahşice katliamların meydana gelmesi kaçınılmazdır. Bu sebeble Hariciler, saygın sahabilerden Abdullah b. Habbab. Eret'i, hanımını ve karnındaki çocuğu, sırf kendi fikirlerini benimsemedikleri gerekçesiyle feci bir şekilde öldürmüşlerdir. Daha sonra onlar bu tür eylemlerini Emevi iktidarına yöneltmişler, ancak şiddet karşı şiddetle neticelenmiştir. (164)
***
Kur'an, inanç, ibadet ve ahlak konularına doğrudan ve ayrıntıları ile yer verirken siyasi konulara, evrensel nitelik taşıyan genel ilkelerin dışında her hangi bir belirlemede bulunmuş değildir. (171)
***
Ehl-i Sünnet'in siyasal düşüncesinin oluşumunda, adaletin temini ve zulmün ortadan kaldırılmasından ziyade güç, iktidar ve güvenlik merkezi bir rol oynamıştır. (181)
***
Sünni siyaset anlayışı, Kur'an ayetlerinden hareketle değil Peygamber sonrasında yaşanan tarihsel siyasi tecrübelerden hareketle oluşturulmuştur. (180)
***
Siyasetin dini ve kelami açıdan temellendirilmesi, ilk defa, fiziki güç kullanarak iktidarı ele geçiren emevilerin, iktidarlarını ve siyasi uygulamalarını, Allah'ın iradesi, takdiri, kaza ve kaderiyle ilişkilendirmeleriyle başlamıştır. (181)
***
Devletin, hak ve adaletin gerçekleşmesinde, toplumsal düzenin sağlanmasında bir araç olarak görüleceği yerde, devletin ve devlet başkanının kutsallaştırılması suretiyle Müslüman toplumun siyasi iradesi ve seçimi hiçe sayılmıştır. (182)
***
Ehl-i Sünnet'e göre, siyasi anlayışta asıl olan geçmiş tecrübe ve onun devamı durumundaki mevcut durumdur. mevcut durumun, zulmetse dahi, korunması, her tür değişimden daha iyidir. Değişimin, daha büyük fitne ve adaletsizliklere yol açacağı inancıyla, mevcut durumun korunması gerekir. Özellikle siyasi irade, Allah'ın iradesiyle meşrulaştırılma yoluna gidildikten sonra, insanların çabaları ve faaliyetleri, Allah'ın iradesine karşı gelmek olarak görülmüştür. Böyle bir durumda siyasi iktidarın el değiştirmesi, Allah'ın kaderine bırakılmıştır. (183)
***
Maturidi, Diyanet-Siyaset ayrımı dolayısıyla "Allah'a, Resulü'ne ve Ulu'l Emr'e itaat edin." ayetinin yorumunda Ulu'l Emr'i seriyye komutanları ve fakihler olarak yorumlamayı tercih etmiştir. Aynı yerde Şia'nın özelde Ulu'l Emr'i masum imamlar olarak yorumlamasına, genelde de İmamet nazariyesine ciddi eleştiriler yöneltmiştir. (187)





Öne Çıkan Yayın

RAB NE DEMEKTİR? MUSA PEYGAMBER CEVAPLIYOR:

__ Kimmiş bakayım sizin Rabbiniz ey Musa? __ Bizim Rabbimiz her şeyin YARATIŞINI (helqehu) takdir edip, sonra da yaratılış AMACINA (heda) y...