5 Ağustos 2015 Çarşamba

Her Kestirme Yol, Kestirme Değildir - Hayattan Bir Kesit

        Dün akşam misafirlikten dönerken bizi getiren araba, eve doğru yola çıktı. Arabanın arkasında oturuyordum. Bizi getiren şoför mazot fazla yakmamak için kestirme yola kırdı direksiyonu. Vakit gece ve ilerliyoruz. Yolu karıştıran şoför gide gide çıkmaz sokakta olan bir evin bahçesine kadar ilerlediğini farketti... 

        Tüh, vah ettik, geri döndük. 10-15 dk yollardan ilerledik, ana yola çıkmayı beklerken bir baktık araba yine aynı çıkmaz sokaktaki eve geri döndüğünü farkedince bu defa gülmekten adeta nefesimiz kesildi. 
Bunca yolu kat et, kat et sonra  tekrar eski yerine gel....

        Şoföre şunu ilettim: 
        Demek ki her kestirme yol kestirme değilmiş. Ayrıca bazen kısayım derken öyle yaşantılar başına geliyor ki kıstığının kaç katı kadar zarar ediyorsun.

        Ders alabilenler için bu yaşanmış hikayede harika dersler var.

        (04.08.2015)

11 Temmuz 2015 Cumartesi

Sünnetin Mahiyeti - Yahudileşme Temayülü Kitabından

İşte Sünnete Bakış Açısı..
Gayet güzelce rivayetler inkar edilmeden ve Kur'anla zıtlaşmadan izah edilmiş..
Mustafa Hocadan Allah Razı Olsun...
Allah onun muarızlarına da sukunet ihsan eylesin.. Anlayışlarını kolaylaştırsın ...
*****

16 Haziran 2015 Salı

Para ve İnsan

Cepler kabirlere dönüşecek

Ve insan paraya gömülecek
*
Ve Beled Suresi ile uyanacak kabirdekiler
Üzerlerinde para dökülecek
*
Miskini doyurmayanlar
Zor yokuşu aşamayacaklar
*
Ve insan topraga degil paraya sarılacak
Kefeni de tabutu da hep para olacak
*
Yüzü saga ve kıbleye degil
Eli cebinde olarak sarılacak kefene
*
Melekler bakacak
Ne kadar parayla geldin kabre diyecek
*
Hayır öyle büyük degil
Kuruşun bile anlamlıydı
*
Ve o kuruşun
Fakirin bogazından geçmemeliydi
*
Üç katlı bogazının
İnşasında gerekli idi para
*
Fakir bogazsız kalsın
Sana çok katlı bogazlar lazım
*
Çıkmasın elin cebinden
Seni zaten öyle gömecekler
*
Paranın yanında küçül
İnsanın yanında burnunu havaya dik
*
Takvasıdır bu, paralıların
Paraya karşı zelil olmak, insana karşı ise
müstekbir

10 Mayıs 2015 Pazar

Bid’atlar sünnetleri yok eder


Bid'at, sahih dinde bulunmadığı halde sonradan uydurulan ve dine sokulan inançlar, ibadetler ve dînî denilen kurallardır.
“Hurafeler ve bid'atlar, avâmın (din bilgisi ve ilgisi zayıf olan kimselerin) din ile ilişkilerini ve bağlarını korur, onları kaldırırsanız avam, saf dini de yaşayamaz hale gelir, bu sebeple hurafeler ve bid'atlarla mücadele etmemek gerekir” diyenler de vardır. Ama bu görüşe katılmamız mümkün değildir.
Evet avama yönelik din eğitiminde ve avamın din hayatını ıslah etmede hikmete (en uygun söylem ve yönteme) riayet etmek gerekir, bu sebeple bazı bid'atlarla mücadele ertelenebilir, önem sırasına göre ıslah yoluna gidilebilir, ama “bırakalım insanlar hurafe ve bid'atlarıyla yaşasınlar” demek doğru değildir; çünkü bunun sonu; sünnetlerin, sahih dinin yerini, hurafelerin ve bid'atların alması olur.

Bid'atların sünnetleri yok edip onların yerini aldığına dair üç örnek üzerinde duracağım:

1. Peygamberimiz (s.a.) ölüyü gömdükten sonra cemaatin bir süre kabir başından ayrılmayıp istiğfarda bulunmalarını (kendilerinin ve ölünün bağışlanması için Allah'a yalvarmalarını) istemiş ve bunu uygulamıştır. Bugün çok yaygın olarak uygulanan “telkin” ise uydurmadır ve bid'attır. Sünnete uygun telkin, son nefeslerini vermekte olduğu anlaşılan hastanın başında bulunanların ara sıra, hastanın işitebileceği bir sesle “Lâ İlâhe İllallah Muhammed Resulullah” veya “Eşhedü En Lâ İlahe İllallah ve Eşhedü Enne Muhammeden Abduhû ve Resûlüh” demeleridir.
Ne yazık ki, bu iki sünnet terk edilmiş ve bunların yerini, ölüyü gömdükten sonra imamın, kabir başında yaptığı uydurma telkin almıştır.
Kur'an-ı Kerîm'in bir mezarlık ve ölü kitabı haline getirilmiş olması da bu noktada hatırlanması gereken öldürücü bir bid'attır.

2. Kandil adı verilen bereketli gecelere ait belli sayıda ve vakitte kılınacak bir namaz ibadeti yoktur. Peygamberimiz'in devamlı okuduğu ve tavsiye ettiği belli dualar da yok denecek kadar azdır. Ama hem kandil gecelerinde hem de yılın diğer gün ve gecelerinde devamlı yapılacak namaz, oruç, yoksullara yardım, tevbe ve istiğfar gibi sünnet ibadetler vardır. Bundan sonraki birkaç yazıda bu “nafile namaz ve oruçlar” hakkında özet bilgiler vereceğim. Ne yazık ki, sünnet olan bu nafile namaz ve oruçlar ihmal edilmekte, bunların yerine yılın birkaç gecesinde uydurma namazlara yer verilmektedir.

3. Hac ve umre ibadetlerinde tavafta her bir şavta (yedi turun her birine) ve sa'yde dört gidiş üç dönüşün her birine ait sünnet olan zikir ve dua yoktur. Bazı zevat bu hareketleri yaparken bazı duaları okumuş, bazı zikirleri yapmış olabilirler, ama bunlar sünnet olmaz. Tavafın ve sa'yin başlangıcında bir okuma, iki köşe arasında da bir dua vardır o kadar. Yaygın uygulamada ise grupların başında bulunan bir kişi ya ezberinden veya elindeki kitaptan sünnette yeri olmayan duaları yüksek sesle okumakta, ona uyanlar da bunları okumazlarsa ibadetleri eksik kalacak inanç ve duygusu içinde duyduklarını, manasını anlamadan ve telaffuzunu da yapamadan tekrarlamak için bütün dikkat ve gayretini sarf etmektedirler. Bu bid'atın zararı da tavafın ve sa'yin her bir mümine ait düşünce, duygu, haz ve maneviyatı yok etmesidir. İnsanlar kendi hallerine bırakılsa, ne yaptıklarının farkında olmaya çalışsalar, bu arada bildikleri kadar Kur'an okusalar, zikir yapsalar, dua etseler ve bunları yaparken de bütün dikkatlerini yaptıkları ibadete ve onun yöneldiği Yüce Zat'a verseler asıl o zaman sünnet yerini bulacaktır.

Üç aylara girdik, bu aylarda kandil gecelerini de yaşayacağız. Yılın bütününe ait nafile ibadetleri bırakıp birkaç gecede “işi halletme” kabilinden sünnette yeri olmayan şeyleri yapmayalım, ömrümüzün her gün ve gecesini sünnete uygun olarak yaşadığımız takdirde bu gecelerde de tarif edilemez ilâhî lütuflara nail olacağımıza inanalım, Güzel Örnek (s.a.) ne yapmış ve neyi yapın demiş ise onu yapalım.

Peki bütün yılda ne yapmış, neyi yapın demiş?
İşte gelecek yazılarda namaz ve oruç olarak bu sorulara verilmiş cevapları özetleyeceğim.
Hayrettin Karaman
Yeni Şafak
10.05.2015

24 Nisan 2015 Cuma

Sözün Gücü

Günümüzün kimi özgüven kaynakları diplomalar ve maaşlardır...
Bu da iki üç hamle ile rahatlıkla sırıtabiliyor..
***
Yaşam kolaylaştıkça, hayat zorlaştı!
***
Öyle mizaçlar var ki, Aziz İslam'ın dokunamadıgı...
Öyle kişilikler var ki, Aziz İslam'ın, ancak kıyısında dolaşabildigi...
***

11 Nisan 2015 Cumartesi

Uyku

Uyku... Küçük ölüm
Öte alemin eşiğine kadar gitmek
Buralı olmadığını anlamak
Uyku... Küçük ölüm
Kopmak dünyadan ve sığınmak sessizliğe
Farklı bir alemde yaşamak
Uyku... Küçük ölüm
Bir nebze de olsa uzak kalmak, insanlardan
Kapatmak gözleri bu den'i dünyaya
Gitmek uzaklara
Ancak ecel gelmemişse şayet
Zorunludur geri dönmek
Gözüm arkada kalacak
Öte alemin eşiğinde
Gün gelecek bizi de içeri alacaklar
Büyük uyku... Ölüm...
Hakiki yurda gidişin ilk adımları
İnşaallah Darusselam olur yurdumuz
İşte o zaman hakiki özgürlük ve hayat başlamış demektir.

8 Nisan 2015 Çarşamba

İran'la Reel Politik ve Hak olan - Hamza Türkmen

Güçlü bir kitlesellikle oluşan İran Devrimi, ‘Siret-i Resulden bu yana ilk’ olduğu tarzında hamasetli yaklaşımları da beraberinde getirmişti. Bu da kopuk ve romantik tarih algısını güçlendirdi.
Algı ideolojiyi, ideoloji taklitçi aidiyetleri üretti.
Bu durum, tarihimizi ‘siyasal merkezli’ bir okumanın sonucuydu. Oysa Kur’an’ın gösterdiği ise‘ümmet merkezli’ okumaydı.
R. Tayyip Erdoğan Türkiye Devleti’ni temsilen 7 Nisan’da gittiği İran’da vahyi ölçüleri unutup Şiiciliği politikleştirmiş zor ve pragmatik bir yönetimle temas kurdu. Bu temasların özel oturumlarında daha çok Şii ve Sünni çatışmasını körükleyen problemler ve ümmetin ortak sorunları mı; yoksa Türkiye ve İran’ın karşılıklı ekonomik çıkarları mı konuşuldu? Ya da diyalogun ne kadarı fikri ve siyasi, ne kadarı politikti?
Bu soruların ayrıntılı cevaplarını önümüzdeki günlerde öğrenmeye çalışacağız.
İran’daki Devrim, Afgani’nin İttihad-ı İslam çağrısını diriltmek için bir fırsattı. Ama olmadı.
Devrim, yani revolution/ihtilal ötekini yıkmayı; ıslah ise kısmen inkılâbı veyaevolution’ı/değişimi, daha çok da fikri ve siyasi ‘köklü dönüşüm’ü ifade etmektedir. İran’da Şah devrildi, ama ıslah temelli değişim açısından sığlıklardan, sonra da sapmalardan kurtulunamadı.
Olivier Roy’un ‘siyasal islamın iflası’ söylemine hep karşı çıktık. Ama fikri ve toplumsal değişimde sünnetullaha dikkat edilmemesi, sonuçta Batı’nın görmek istediklerini önümüze çıkardı.
Bir kere tağut’a karşı çıkmak, içinde FiravunKarunHaman ve Samiri motiflerinin olduğu tüm siyasi, ekonomik ve itikadi azgınlıklara karşı olmayı gerektirirdi.
Ümmetin korunması veya ıslah ve inşası için yapacağımız okuma dili, toplumsal yaşamla ilgilidir. Bizim için müslimlerin iktidarı ümmetin örgütlenmiş halidir. Yani bir sonuçtur. Yani dönüşüm, Kur’an’da resullerin siretinden okuduğumuzdur; alttan yukarıya bir süreçtir.
Sahih bir iktidara, romantik ihtilallerle veya molla oligarşisiyle değil; ancak  zeminden yukarıya merhale merhale oluşacak ümmet gücüyle ulaşılabilinir.
Ümmetin düşkünlük dönemlerinde İslam’ın yaşayan gücü; sıddıkları, salihleri, şehidleri üreten kuvve; ıslah çabaları ve hareketleriydi. 19. Yüzyıl Urvetu’l-Vuska hareketinin açtığı ıslah çığırı 20. yüzyılda karşımıza müşteşrik Esposito’nun ifadesiyle ‘İslam’ın Yükselen Yankıları’ olarak çıktı. İhvan, Ulema Hareketi, Cemat-i İslami, Hizbu’t-Tahrir ve Şia içindeki usûli hareketler bu çizginin farklı yorumsal açılımlarıydı.
İran’daki usûli kanat imkân buldu, beklemediği bir süreçte Şah Diktatörlüğü’nü alaşağı ederek iktidar imkânına ulaştı. Ama asıl imtihanı da o zaman başladı.
İran’daki ıslah ve usûli çizgi dayandığı kitle olarak iktidara ne kadar hazırdı?
İşte Safevi Şiası’ndan izler taşıyan kaos tutkunu Huccetiye’nin ve İran ulusçuluğu’nun önünün açılması, toplumsal dönüşüm imkânlarındaki boşluk ve zaafın giderilememesiyle ortaya çıktı.
Ve maalesef ki Huccetiye, bugün İran ulusçuluğunun asabiyesi içinde İran’a hakim hale geldi ve gücünü Akdeniz kıyılarına, Körfez ülkelerine ve Yemen’e kadar yaymaya çalışmakta ve ümmet birlikteliğini de mezhep ateşinin içine sürüklemekte… Coğrafyamızda mezhepçilik ateşi de emperyalizmi sevindirmekte…
Erdoğan’ın İran’da bu konuları gündeme getirdiğini, tartıştığını, sorguladığını tahmin etmek zor değil.
İran’la yürütülen tüm reel-politik ilişkilere rağmen, bugünkü İran’da hak olandan vazgeçmemek gerekli. İran’daki muhalif kitleyi dini ve nizami oligarşik diktatörlükten kurtarma ve Şia içindeki usûlî çizgiyi yeniden ihya etme çabalarına omuz vermek gerekli.
İran’da hakka yöneliş, haklı muhalefet ve özgürlük arayışı bizlerin gündeminde olmazsa, maâzallah İran’daki özgürlük arayışı tam da Batı’nın istediği gibi emansipasyona dönüşebilir.
 http://www.haksozhaber.net/iranla-reel-politik-ve-hak-olan-28972yy.htm





Öne Çıkan Yayın

RAB NE DEMEKTİR? MUSA PEYGAMBER CEVAPLIYOR:

__ Kimmiş bakayım sizin Rabbiniz ey Musa? __ Bizim Rabbimiz her şeyin YARATIŞINI (helqehu) takdir edip, sonra da yaratılış AMACINA (heda) y...