28 Şubat 2019 Perşembe

28 Şubat Zulmüne Dair



        28 Şubat darbesi, adını Milli  Güvenlik Kurulu’nun toplantı gününden alıyor. Yani 28 Şubat 1997 tarihinde toplanan MGK’nın toplantı yaptığı gün. O günden Refah-Yol hükümetine yönelik yaptırım kararları çıkacak ve laik rejimin elden gitme tehlikesine binaen çeşitli yaptırımlar ortaya koyacaktı. Nitekim 9 saat süren bu toplantıda seçimle işbaşına gelmiş bir hükümete askerin zorla uygulamaya sokması beklenilen kararlar çıkarıldı. Ancak bilinen o ki, Refah-Yol hükümeti başbakanı Necmeddin Erbakan bu bildiriyi imzalamadı. Ancak o günün atmosferi doğrultusunda bu bildiri imzalanmış gibi bir atmosfer oluşturulup çeşitli süreçlere girildi.

        Özellikle ordunun içerisinde olan katı laik subaylar, irtica olarak nitelediği Müslüman kesimin kamusal hayatta rol almasını Pkk’dan daha tehlikeli gördüklerini ifade ettiler. Askerin görevi vatanı düşmanlardan korumak iken, sosyal ve siyasal hayata yönelik cebri müdahaleleri oldu. Dindarların medyada yansıya her haberlerinin altından bir şeyler çıkarıldı ve sansasyonel haber şeklinde piyasaya sürüldü. Asker niyetini bozmuş ve hükümeti yöneten dindarları alaşağı etmeye kendini şartlandırmıştı. Medya bu süreçte askeri gören gözü işiten kulağı olmuştu. Bahane üretme makinası olmuştu adeta. Aczmendilerin birkaç görüntüsü, (ki aczmendiler, Müslüman toplum içerisinde etkin olmayan küçük bir grup), Kudüs Gecesi görüntüleri, benzeri  haberlerle kamuoyu üzerinde gulyabani gibi lanse edilen bir irtica görüntüleri piyasa sürüldü. Niyet, kökten devirmek ve sindirmekti, yoksa dindarlar içerisinde bir ıslah süreci başlatmak değildi. 28 Şubat sürecinin aktörleri Kur’an ve Sünnetin hayata hakim olmasına karşı idiler. Oysa Müslümanlık kitabı ve elçisi gereği asla sadece camiye veya kandil gecelerine hasredilecek bir yaşam biçimi değildi. Laik, seküler subayların yapmaya çalıştığı tümüyle dindarların sindirilip siyasi hayattan uzaklaştırılmasıydı. Buna uygun bahaneler, gerekçeler üretildi veya kamuoyu nezdinde abartılarak bire üç katılarak sunuldu ve zemin oluşturulmaya çalışıldı. Neyin zemini? Refah-Yol hükümetinin seçim dışı süreçlerle devrilmesi. Oysa laik kesimlerin dillerinden düşürmediği “demokrasi” kavramı vardı ve şimdi rejim tehlikesi bahanesiyle gözlerine düşman ilan ettikleri dindarları alaşağı etmeyi kestirmişlerdi. Nitekim bunu başardılar, Erbakan hoca istifa ederek görevi doğal olarak Tansu Çiller’e devrederken, araya giren Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in başbakanlığı Mesut Yılmaz’a vermesiyle subayların başlattığı, medyanın olgunlaştırdığı kaos ortamı son olarak da  cumhurbaşkanının kendi demokrasi putlarını yemesiyle kemale erdi. Refah-Yol hükümeti tümüyle etkisi hale getirildi. Yerine ANASOL-D hükümeti kuruldu.

        Kısaca izah ettiğimiz bu darbe süreci öncelikle halka yapılmıştı. Halkın seçtiklerine yapılmıştı. Müslüman halka yapılmıştı. Bu süreçte özellikle Müslüman olarak kabul edilen Feto grubu da 28 Şubat darbesini savunmuştu ve Erbakan’a kendi manşetleri üzerinden gitmeleri gerektiğini söyleme küstahlığına da girmişlerdi. Yani anlayacağını Feto, dindarlardan ziyade o dönemde laik, Kemalist güruhla birlikte hareket etti.
    
        Anasol-D hükümetinin başa geçmesiyle imam-hatiplerin hemen önü kesildi, Müslüman kadının tesettürünün simgesi olan başörtüsü kamusal hayatta yasaklandı. Çok sayıda kaliteli insanın önü kesildi. Çok sayıda Müslüman öğrencilerin eğitim hayatı sekteye uğratıldı. Birkaç görüntü karesi ile tüm Müslümanlar öcü ilan edildi. Özellikle imam-hatip katsayı problemi ile dinine bağlı, şuurlu, bilinçli Müslüman gençler üniversitelerin farklı bölümlerine giremedi, böylece sosyal, siyasal ve bürokratik hayatta şuurlu Müslümanlar yer alamadı, onun yerine tavizkar, kolay değişen ve dönüşen fırıldak tipler bahsettiğimiz alanlarda ilerledi. Kimisi Müslümanlık görüntüsü ile arz-ı endam etti. Ama mevki ve makam hırsı daha baskın olan bu tipler, dini şuuru ve kaliteyi ortaya koyamadılar ve kötü örneklik ürettiler. Bununla beraber Müslüman kadınlardan da dini şuuru yüksek olanlar başörtüsü yasağı sebebiyle okullarını devam ettiremediler. Ettirenler ise dini bilinci zaman içinde zayıfladı. 

        28 Şubat askeri-medya-laik kurumların bu darbesi Müslümanların üzerinden silindir gibi geçti. Teşkilatları dağıttı. Özeleştiri yapmalarına bile fırsat kalmadı. Daha sonra Ak Parti'nin 2002 ile iktidara gelmesi ile başlayacak olan özgürlük süreçleri yine de 28 Şubat'ın yüreklerde ve zihinlerde bırakan olumsuz etkisini yok etmeye yetmedi. Müslümanlar bireysel yaşamı önceledi. Cemaat ruhu yara aldı. Birbirine karşı sorumlu Müslüman toplum yerine kimsenin kimseye hesap soramadığı ve başına buyruk süreçler oluştu. Bu şekilde ilerleyen süreçte Müslümanların çocukları elbette İslami eğitim ve ortamdan mahrum yetişti. Aileler de dirayetli olmadı. İmam hatiplerin nesli kesildi, hatta öğretmenler sırf imam hatip okulları kapanmasın diye köylere kadar gidip öğrenci topluyorlardı. Müslüman grup ve cemaatler sindirildi, yıllarca hapis yatanlar oldu ve maalesef halen yatmaya devam edenler var.

        Yaşanan tüm bu süreçlerde elbette ki Müslümanların hatalarından bahsedilebilir, Müslümanlar açısından hatasız bir süreç denilemez. Ama laik-kemalist rejim bekçisi subay-medya ve bürokratlar o kadar zalimane bir yok etme sürecine girdi ki, bu sürecin asla bir ıslah süreci değil tam tersine bir yıkım süreci olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Hak-batıl sürecinin bir yansıması diyebiliriz. Allah’ın kamusal hayatta aktif olmasını inkar eden bir güruhun Müslümanların önünü kesme süreci diyebiliriz.

        Özellikle genç nesiller bu süreçleri iyi öğrenmeli ve geleceği daha sağlam adımlarla inşa etme adına birlik olmanın önemini bilmeleri gerekmektedir. Bu nedenle mezhepçilik ve cemaatçilik gibi sosyla hastalıkların tedavi edilmesi gerekmektedir.
*
28 Şubat sürecine Dair: (2020)
28 Şubat'ın her yeni senede içimizde oluşturduğu boşluğu daha iyi anlıyoruz. İyilerimizin çoğu sindirildi, korkutuldu, sosyal hayattan el-etek çektirildi. Meydan, çoğunlukla içimizdeki menfaatperestlere kaldı..
*
Dava bilinci dumura uğrayan insanlar bir mevki ve makama geldiğinde halkı hidayete yöneltici örneklik sergileyemedi.
*
Feto darbesi, kim ne derse desin, 28 Şubat'ın devamı oldu. Zaten onlar da 28 Şubat'ı desteklediler. O açıdan 28 Şubat'tan sonra bazı kazanımlarımız olduysa da Feto darbesi 28 Şubat gibi kabus oldu ve kazanımları tehlikeye attı. Şimdi kemalist-milliyetçiler maalesef iktidarda söz sahibi oldu onlar yüzünden.
*
28 Şubat ve feto gibi darbe süreçlerinden dolayı gençlik sahipsiz ve başıboş kaldı. Dava adamlarının tedrisinden geçemediler, taşeronlaşan cemaatlerin eline düştüler ya da dünyevileşme ile erken tanıştılar.
*
28 Şubat sonrası cemaatler, kardeşliği pekiştirecekleri yerde kelami tartışmalara boğulup bir çuval inciri berbat ettiler, siyasilerin de işini zorlaştırdılar. Kazanımlar, bu defa cemaatlerin tahakküm yarışına döndü. Feto bunun zirvesindeydi ve hala benzer tahakkümler devam ediyor maalesef. Aşmalıyız bunu. Ümmet çapının aşağısına inmemeliyiz.
*
28 Şubat iyilerimizi sindirdi, maalesef sonrasında kaht-ı rical dönemi başladı. Kazanımlar elde ettiysek de menfaatperest asalak ruhluların elinde heba oldu. Hidayet yerine dalalet saçmış oldu bizden dediğimiz menfaatperest asalak ruhlular. (kişi veya cemaat)
/
28 Şubata Dair (2021)
28 Şubat zulmünü genç nesillere anlatmalıyız ki, onlar da önlemlerini alsınlar ve ülkenin yönetimini asla "beyaz türklere&kürtlere" teslim etmesinler. Onlar da daima aşağılama ve yok etme var.
*
Dün akşam ki programımızda ve önceki gece başka bir programda bu zulmü yaşayan büyüklerimizden Şükran Taşdelen hocanın yaşadığı zulümler.. Okullarda müfettişlerin ve işgüzar müdürlerin yaptığı alçaklıklar insanın dehşete düşürüyor
*
Ben ise imam hatibe gidemeyerek yaşadım bu zulmü. Tabi sonradan farkettik.
*
Şunu da dipnot olarak düşelim. Tüm zamanların zulümlerine itiraz bilincimiz olmalı. Bizden dediklerimizin olsa da...
/
Bugün #28Şubat (2018)
1000 yıl sürmedi ama biz 1000 yıl geçse de unutmamalıyız. Ki o alçak zalimlerin beli doğrulamasın.
Bu topraklar 100 yıl önce ecnebilere karşı kurtuluş savaşı verdi ama o ecnebilerin yerli tohumlarına karşı hala veriyor ve halk #28şubat ile son yenilgisini yaşadı. Bundan sonraki savaşlarda halk kazandı elhamdulillah ve inşaallah kazanmaya devam edecek.. Bize düşen sürekli teyakkuz ve gelecek nesilleri yetiştirmektir.

Mustafa TOSUN

1 Ocak 2019 Salı

Milli Piyango Haramdır

Milli piyango ve iddia benzeri oyunlar yolu ile kazanılan para haramdır.
Müslüman olan kişi bunlardan uzak durmalıdır.
İlahi mesaja göre şekillenen hayat ancak huzur getirir.

29 Aralık 2018 Cumartesi

Yılbaşı Üzerine



Miladi takvime/ölçüme göre yılbaşı yaklaşıyor. Başlangıç noktası İsa Peygamberimizin doğumu kabul edilmiş "teslisçi(tevhid dışı)" hıristiyanlar tarafından.

Bizim ülkemizde ise Cumhuriyet öncesinde hicri takvim yürürlükte idi. Yani Hz. Muhammed'in(as) ve sahabesinin Medine'ye hicret tarihini başlangıç noktası yapan bir takvim/ölçüm. Müslümanların bu takvimi kullanıyor olması son derece normal ve gerekli.

Başlangıç noktası ne olursa olsun takvimler nötr anlamda zamanı ölçer. Ama işin içine semboller girince elbette ki herkes kendi takvimine yönelir.

Asıl sorun 100 yıl önce batıcı/pozitivist/seküler/profan bir yapının Osmanlı'yı yıkıp halka yönelik yıkıcı bir sosyal mühendislik yapıp halkın kültür ve inanç kodları ile oynaması ile başladı. Her şeyi körü körüne batıdan alma işi takvim için de vaki oldu. Bu arada batı da Hıristiyan inancından kopup daha çok seküler ve din dışı bir pozisyona evrildi. Ancak dini ritüeller ve sembolleri kaldı yerinde. Böylece yılbaşını kutlama veya yeni yıla girme etkinliğinin içeriği dua, tevbe, ilahi gibi dini ritüeller yerine daha çok hazza ve hevaya hitap eden behimi bir kutlamaya dönüştü. Böyle bir dönüşüm olmakla birlikte yine Hıristiyan kültürüne ait semboller de tümüyle yok olmadı bu kutlamalarda.

 İşte bizim batıcı/pozitivist/seküler kurucular batının bu çarpık ama daha çok hazza dayalı kültürünü bu topraklara taşıdılar. Bu ahvali kerih görerek şuurunu korumaya çalışan müslüman halk buna karşı direnç gösterdi. Bu tarz kutlamaları benimsemedi.  Üstelik milli piyango kumarı eğlencenin bir parçası yapıldı. Halkın yılbaşı kutlamalarına karşı olması son derece haklı ve dini şuurdan kaynaklanan  bir dirençtir. Evet halk günahkar olabilir ama dini anlamda sembol yüklü bu tür kutlamalara karşı direnç gösteriyorsa aynı zamanda halkın ıslah edilebilir olacağını gösteriyor.

Hasıl-ı yılbaşı nötr olarak elbette ki bir şey değil ama adet olarak muharrif bir dinin ve sonrasında profan bir kültürün zemininde olgunlaşan hazza ve kumara dayalı bir etkinlik süreci olduğu için müslüman halk haklı olarak direnç gösteriyor. Halkın başka günahlarını gündeme getirip bu direncini yok saymak bir çeşit uyanıklıktır ve ıslah dili değildir.

Bu konu ile ilgili bir paylaşıma yaptığım yorum:

İnanç ve kültürümüzle yoğrulmuş bir geçiş etkinliği olabilir ama yine de halkın bunu kerih görmesi  başka inancın ürettiği kültüre benzememesi ile alakalı.. Yılbaşı kutlamaları konusunda müslümanların böyle bir adeti olmadığı için otomatik olarak batılıların yaptığı gibi yapma durumu ortaya çıkıyor.. Özellikle Türkiye'nin batısında anormal derecede içkili ve kızlı- erkekli karışık eğlence ortamları içerisinde olması bu kutlamanın örnekliği oluyor ve bizim nesilleri olumsuz etkiliyor. Biz ya sıradan geçireceğiz ya da yeme-içme konusuna girmeden İsa peygamberi gündeme alarak onun tevhid çağrısını hatırlama tarzında etkinlikler yapacağız.

Bir de bu konunun ne kadar din ile alakası yok dense de miladi takvim batılıların oluşturduğu ve zaman içerisinde kutlamalarını da onların şekillendirdiği bir adet olduğundan dolayı müslüman halka iğreti geliyor.

Mesela bizim hicri yılbaşı gelse biz vur patlasın, çal oynasın yapmadan dua, tevbe ve ilahi-ezgiler ile geçireceğiz. Asıl sorun bizim inanç kodlarımıza uygun bir adet üretememizdir. Çünkü dini bilincimiz iç alemimizde de henüz özne değildir.

Yani zemin onlara ait bir zemin ve biz o zeminde olmak istemiyoruz, diyoruz.. Ama bizim yerli, batıcı, kemalist sistem milli piyangosu ile içkisi ve göbek atması ile yıllarca o zemini popüler yaptı ve gözümüzün içine soktu.

3 Ocak 2017 Salı

Yılbaşı - Şiir

Seneler ard arda dizilmiş. Onlar durmuş, biz ilerliyoruz. Bir Son'a doğru ilerliyoruz. Yutkunuyor insan. Son'umuz ne olacak? Evet yutkunuyor insan. Geleceğini düşünmeyen insan, bugünden nasıl haz alabilir ki? Kendisine seneleri veren Allah'a neden sırtını döner? İnsan hesapsız, kitapsız seneleri nasıl tüketir. Cebindeki iki üç kuruşun hesabını yapan insan neden senelerinin hesabını yapmaz? İslam bizi aydınlattı ve bu hayatın imtihan olduğunu, asıl hayatın ahirette olacağını öğretti. Bize Kitap ve Peygamber gönderen ve Asr (Zaman/Çağ) suresini indiren Allah'a hamd olsun..

12 Ekim 2016 Çarşamba

Cennet Salt Bedensel Haz Yurdu Değildir



وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَذْهَبَ عَنَّا الْحَزَنَ إِنَّ رَبَّنَا لَغَفُورٌ شَكُورٌ

"Ve diyecekler ki: "HÜZNÜ/TASAYI bizden gideren Allah'a hamdolsun; gerçekten de Rabbimiz, tarifsiz bir bağışlayıcıymış, Kendisine yapılan şükre hadsiz hesapsız bir karşılık verenmiş."

(Fatır Suresi 34. ayet)


**
        Cennet konusu Kur'an'ı Kerim'de vazıh bir şekilde beşer düzeyine indirilmiş gaybi bir konudur. Cennetteki nimetlere sürekli vurgu yapılır. Geleneksel algıda Cennet "hurilerle" meşhur olmuştur ve özellikle bu konuda aşırı ve abartılı ifadeler dillendirilmiştir. Allah için canını veren, dünyalar kadar sıkıntılara katlanan mücahidler ve şehidler sanki sadece "hurilere" kavuşmak için canlarını feda ettikleri iması yapılır. Bu da işi trajikomik durumlara götürmektedir. Oysa cennet ayetleri tümüyle okunduğu zaman "huri" mevzusuna birkaç atıf yapılıp geçilir. Bir ayette de cennetten de yüce olanın da "Allah'ın rızası" olduğuna vurgu yapılır. 

        

        Bununla birlikte yukarıda verdiğimiz ayette cennete girenlerin hamd etmesinin gerekçesinin kendilerinden "hüznün/tasanın" giderilmesi olarak dile getirilmiştir. "yeme-içme" ve "huri" gibi nimetlerle mukayese edildiği zaman, cennete girenlerin en çok rahata kavuştuklarının ifadesi bunlar değil, "hüznün ve tasanın giderilmesi" olduğunu görüyoruz. Çünkü bu dünyada var olan hüzün, bedensel nimetleri bile anlamsız hale getirecek çaptadır. Öyleyse, cenneti daha çok bedensel haz mekanı olarak lanse etmek eksik kalır ve hatalı da olur. 

 

       Kur'an, cennet yurduna şu ismi verir: "Darus'Selam" (Barış ve Esenlik Yurdu). Değil mi ki bu dünyada nimetler içerisinde yüzsek bile şayet "Barış ve Esenlik" ortamı sözkonusu değilse arzulanan hazzı elde etmemiz akamete uğrayacaktır. O halde cenneti anlamlı hale getiren bedensel hazlardan daha büyük nimetler vardır, cennet vurgusu çoğunlukla bunlara yönelik olmalıdır. 

 

        Yine başka ayetlerde cennette "yalan sözün" ve "boş söz"ün olmayacağı yönündedir. Evet, insanın aslında şu dünyada en çok muzdarip olduğu konularda biri de bu değil midir: yalan ve boş söz. Ne kadar nimetler içerisinde yüzersek yüzelim şayet yaşadığımız toplumda bu iki kötü özellik (yalan ve boş söz) varsa, nimetlerin tadına varılabilir mi? 

 

        O halde cenneti bu manevi nimetlerle anmamız daha gerçekçi ve daha çekici olmaz mı? Bunları söyleyerek asla bedensel haz nimetlerini boşa çıkarma çabasında değilim. Onların da olması son derece doğaldır. Gayem sadece işi dengeye getirmek. 

 

        Cihad dendiği zaman insanın aklına gelen ikinci kelime "Huri" olmamalıdır. Hem dünyada yaptığımız cihadımızda gayemiz cariye elde etmek değil ki keza, ahirette de salt huri elde etmek değildir.. Yüce Rabbimiz zaten, "hariran" ifadesiyle bir görüşe göre özgürlük nimetini de vereceğini ifade buyuruyor. (Kimileri "ipek" olarak anlıyor). İki görüşü birlikte ele alarsak ipekler içinde özgür bir yaşam. Bu da en derin arzularımızdan biri değil midir? 


        Hasılı;, cennet, salt bedensel hazza hitap eden, insanı sadece mide ve uçkura indirgeyen bir yurt değil, bilakis bunlarla beraber (ki bunlar bu dünyada da var) daha yüce nimetleri içerisinde barındıran bir yurt olacaktır. Aslında insanların şu an dünyada ızdırabını çektiği durum hazların eksikliği değil, yüce erdemlerin eksikliğidir. Cennet özlemimizi kamçılayan durum, bu dünyada tesis edilemeyen yüce erdemlerdir. Bunun için cenneti arzuluyoruz. Barışın olduğu, kinin olmadığı, tasa/hüzün/kaygının olmadığı, boş ve yalan sözün olmadığı, kıskançlık ve tuzak kurmanın olmadığı bir yurt özlemi içerisindeyiz ve kendimizde yüce hasletleri kesb ederek bu yurda layık hale gelme çabasındayız. 

 

        Cennet salihlerin yurdudur. Salih insanları bu dünyada bulmak zor ise şayet (ki zor), o halde cennet gibi bir yurdun olması duygularımız, arzularımız açısından da zaruri oluyor ve Yüce Rabbimizde salihlerin bu özlemini giderecek bir yurt hazırlamıştır, bunu vahiyden öğreniyoruz. O halde bizim de son sözümüz şu olsun: "Salihler için Barış Yurdu hazırlayan Yüce Allah'a hamd olsun"

 


7 Eylül 2016 Çarşamba

Sevkiyat o gün Allah'a

"İla rabbike yevme izinil mesaq" O gün Rabbine dogrudur sevkiyat (kıyamet:30) ** Ne kadar da ürpertici, Tüm planlar altüst oluyor adeta. Tüm hesaplar oldugu gibi kalıyor. Yaralar unutuluyor ama saçlar ağarıyor. Rabbe karşı kulluk yapmışsan, İçinde tatlı bir eminlik olabilir. Rahmet budur işte. Ama kulluk yapmamışsan, Oturacak yüregine bu söz. Kalbini eritecek. Sonunu merak etmekle beynini tüketeceksin. Midenin yıllarca elde ettigi haz, Bir kereden kuruyacak. Sana hiçbir faydası olmayacak, Eglenmelerin, gezmelerin, kazançların. Vurdumduymazlıgın var ya, Bu ayetle yerden yere vurulacak. Salihat üretmedigin için bu hayatta, Rezil-i rüsvay olacaksın. Sevkiyatta başkalarının olması, Moralini az da olsa iyileştirmeyecek. Geri dönüşü olmayan bu sevkiyatta, Kim seni kurtaracak?! ** La havle vela kuvvete illa billah. Estagfirullah.

3 Eylül 2016 Cumartesi

"Onlardan Sonra Gelenler" - Nesil Yazısı


        Bizleri yaratan ve yaşatan Yüce Rabbimize hamd olsun. Kendisini bizim için örnek kıldığı Rasulüne salat ve selam olsun.

        Toplumsal istikametin sürekliliği, nesillerin istikamet doğrultusunda yetişmesine bağlıdır. Bu döngü ise aynı zamanda her neslin omuzunda şerefli bir yüktür. Kuşaklar “emaneti” birbirine dosdoğru bir şekilde taşımak zorundadır. Bu konuda gevşeklik göstermek sapmakla eş değerdir. Geçmiş nesilden alınanları gelecek nesle bozmadan, eklemeden çıkarmadan taşımak tüm kuşakların sorumluluğundadır. Bunun için ufku geniş olmak ve günübirlik hengamelerin içinde boğulmamak gerekir. Rabbimizin Kerim Kitabı’nda nesillere dair iki ayeti vurgulayarak üzerinde tefekkür/tezekkür/tedebbür etmeye çalışacağız.





Öne Çıkan Yayın

RAB NE DEMEKTİR? MUSA PEYGAMBER CEVAPLIYOR:

__ Kimmiş bakayım sizin Rabbiniz ey Musa? __ Bizim Rabbimiz her şeyin YARATIŞINI (helqehu) takdir edip, sonra da yaratılış AMACINA (heda) y...