İrademiz şeytanın zehirli oklarına hedef olmuş.
İradesiz kalanlar için esaret hayatı başlamış,
Şeytanın zindanlarında.
İradesini kaybetmeyenler, iman kılıcını kuşanmış.
Şeytana ve onun dostlarına.
***
Güneş doğar, sonra da batar.
Gider insanlar ahirete, katar katar.
Nedendir bilinmez, gafil görmez bunu.
Esefledir ki kendini hep ucuza satar.
10/05/2005
8 Ocak 2013 Salı
6 Ocak 2013 Pazar
Tek Başına Ama Bir Ümmet! İmanın Bir Zaferi
"Şüphesiz ki İbrahim, tek başına bir ümmetti." (Nahl:120)
Hayat sürecimizde çoğu zaman hissederiz yalnızlığımızı. Özellikle fikirsel anlamda bir yük taşıyor isek bu duygu bırakmaz bizi. İnsanın, fikirleriyle var olmaya çalıştığı toplumda tepkilerle karşılaşması kaçınılmazdır. Ancak kimi tepkiler insanı geliştirirken kimi tepkiler ise insanı yıpratır. Yıpranan insan, çoğu zaman fikirlerini taşıyamaz hale gelir ve yıpratıcı o toplumda yaşadığı sürece, zaman içerisinde 'fikri yüklerini' omuzlarından atmayı tercih eder. Bu sonuç o fikrin yenilgisi değildir, bilakis fikrin o insanın iç dünyasında ma'kes bulamamış olmasıdır. Toplumun cahili tepkilerine karşı bazen kulağı tıkamak bile yeterli olabiliyorken sonucun bu hale gelmesi kişi açısından üzücüdür. Bu fikirle yüreğini inşa edeceği yerde, fikirleri üzerinden atıp cahili hayatın başıboş akışına kendini bırakması, aslında insanın kendi yenilgisidir.
İnancı yüreğinde makes bulan inanç sahibi insanlar da vardır. Cahili her türlü tezvirata karşın onlar asla inançlarından vazgeçmezler. Bilakis bu süreçte inanç ile yürek adeta bir anne ile yavrunun birbirine sıkıca sarılması gibi bir hale bürünürler. Aslında cahiliye toplumu bu defa istediği sonucun tam tersiyle karşılaşıyor. Bu durum insanın inanç yönünden zaferi demektir. Zaten hayatında bir inanç uğruna yaşamamış olmak potansiyel bir yenilgidir. Bu hal, insana yakışmayan bir durumdur.
Zorlu zamanlar, inançları besleyen zamanlardır. Bolluk ve kolaylık zamanları ise inancın varlığını ortaya koyup koyamamanın belirlendiği zamanlardır. İnsan her halükarda bir direniş içerisindedir. Hayatı anlamlı kılan da bu değil mi? İnancınız uğrunda direnmek... Mücadele etmek... İnancınızı beslemek...
Yukarıdaki ayette Rabbimizin İbrahim aleyhisselam'ı şöyle niteliyor: "O tek başına bir ümmetti." Bu ayetten de anlıyoruz ki İbrahim aleyhisselam da davası adına yalnızlığı yaşamış bir önder idi. Ama Rabbimiz onu bu şekilde nitelediğine göre rahatlıkla görebiliriz ki İbrahim aleyhisselam yalnızlığın karanlığına gömülüp omuzundaki 'Tevhid Davasını' indirmemiştir. İnanç bir yürekte karar kıldığı zaman sizin orada yapacağınız şey o yüreği söküp almaktır. İbrahim aleyhisselam inancını yüreğine nakşetmişti. Bu anlamda cahiliye toplumundan gelen püskürtmelere karşı direnmişti. En yakını olan babasına karşı bile bu tavrı sergilemiş ve tek başına ümmet olmanın şerefini taşımıştı. Biz 21. yy müslümanlarına güzel bir örnek olmuştu. Rabbimiz ise onu tüm çağlara örnek göstermişti. İnancı besleyen dik duruştur. İnancı besleyen, sabit kadem olmaktır. Bunu İbrahim aleyhisselam da rahatlıkla görebiliyoruz. Zaten tüm peygamber kıssaları bize bunu öğretmiyor mu? Yusuf peygamberin Allah'a ve ahiret gününe inanmayan bir toplumun hayat tarzını terketmesi, Şuayb ve Salih peygamberin toplumlarının zorlamalarına karşı direnmeleri ve dik duruşları, Muhammed peygamberin kendi kavminin tüm yıpratıcılıklarına karşı arkadaşlarıyla birlikte harika bir şekilde direnmeleri... Rehberlerimizin yaşadıkları tüm bu olaylar bizler için birer numune-i imtisal ve gücümüze güç katacak örnekliklerdir. Bizler de kendi bulunduğumuz ortamlarda, cahiliyenin yıpratıcı tezviratlarına karşı işte bu şekilde nebevi bir duruş sergileyebilmeliyiz. Bu durumda uğruna direndiğimiz davamız yüreğimizde daha da güçlenecek ve o toplumun tezviratları boşa çıkaracaktır. Ama tüm bunları uygularken uyanık bir şuurla yapmalı ve egomuzun bize kuracağı kahramanlık tuzağına da dikkat etmemiz gerekir.
Kur'an'ı Kerim'in bir ayetinde, iman edenleri korkutmak için bir topluluğun savaş için hazırlık yaptığı söylendiğinde, bu haberin tam tersine iman edenlerin imanlarını arttırdığını öğreniyoruz. Evet, imanınıza yapılan saldırıda imanınızın korkup geri çekileceği yerde daha da güçlenmesi imanın bir zaferidir. Her imanın bu anlamda bir korku ile karşılaşacağı mukadderdir. Şu halde imanımızla ilgilenmek zorundayız.
Modern çağın içerisinde bulunduğumuz, imanımızın karşı karşıya kalacağı farklı durumlar olacaktır. İş yerlerinde, okullarda, üniversitelerde, esnaf çevremizde ve buna benzer tüm çevrelerden imanımıza yönelik saldırılar/alaylar/çürütmeler oluyor. İşte bu gibi durumlarda göstereceğimiz dik duruş, bizi de kendi başımıza bir ümmet yapacaktır. Bu bizim için olmak ya da olmamak meselesidir aslında. Rabbimizin Yüce kelamından da alacağımız güçle bu duruşu sergilememiz bizim zafer harcımızdır. Aynı zamanda peygamber yolunun takibçileri olan Rabbanilerin hayatlarından da örneklikler görebiliriz. Onlar da imanlarına ümmetçe bir duruş kazandırdılar. Sıra elbette ki bu çağın iman sahiplerine geliyor. Bu konuda yalnız olmadığınızı bilmelisiniz. Çünkü sizler çağlar üstü bir iman perspektifine sahipsiniz. İşte bu imanla, taa Adem aleyhisselamdan beri ümmetçe bir duruş sergilemiş imanları, yanınızda hissedeceksiniz. Sizler de bu kervana katılmış olacaksınız.
Allah bizleri, tek başına da kalsa İbrahim gibi ümmetçe bir duruş sergileyenlerden olmamızı nasib eylesin.
Güç ve kuvvet ancak Allah'tadır.
Hayat sürecimizde çoğu zaman hissederiz yalnızlığımızı. Özellikle fikirsel anlamda bir yük taşıyor isek bu duygu bırakmaz bizi. İnsanın, fikirleriyle var olmaya çalıştığı toplumda tepkilerle karşılaşması kaçınılmazdır. Ancak kimi tepkiler insanı geliştirirken kimi tepkiler ise insanı yıpratır. Yıpranan insan, çoğu zaman fikirlerini taşıyamaz hale gelir ve yıpratıcı o toplumda yaşadığı sürece, zaman içerisinde 'fikri yüklerini' omuzlarından atmayı tercih eder. Bu sonuç o fikrin yenilgisi değildir, bilakis fikrin o insanın iç dünyasında ma'kes bulamamış olmasıdır. Toplumun cahili tepkilerine karşı bazen kulağı tıkamak bile yeterli olabiliyorken sonucun bu hale gelmesi kişi açısından üzücüdür. Bu fikirle yüreğini inşa edeceği yerde, fikirleri üzerinden atıp cahili hayatın başıboş akışına kendini bırakması, aslında insanın kendi yenilgisidir.
İnancı yüreğinde makes bulan inanç sahibi insanlar da vardır. Cahili her türlü tezvirata karşın onlar asla inançlarından vazgeçmezler. Bilakis bu süreçte inanç ile yürek adeta bir anne ile yavrunun birbirine sıkıca sarılması gibi bir hale bürünürler. Aslında cahiliye toplumu bu defa istediği sonucun tam tersiyle karşılaşıyor. Bu durum insanın inanç yönünden zaferi demektir. Zaten hayatında bir inanç uğruna yaşamamış olmak potansiyel bir yenilgidir. Bu hal, insana yakışmayan bir durumdur.
Zorlu zamanlar, inançları besleyen zamanlardır. Bolluk ve kolaylık zamanları ise inancın varlığını ortaya koyup koyamamanın belirlendiği zamanlardır. İnsan her halükarda bir direniş içerisindedir. Hayatı anlamlı kılan da bu değil mi? İnancınız uğrunda direnmek... Mücadele etmek... İnancınızı beslemek...
Yukarıdaki ayette Rabbimizin İbrahim aleyhisselam'ı şöyle niteliyor: "O tek başına bir ümmetti." Bu ayetten de anlıyoruz ki İbrahim aleyhisselam da davası adına yalnızlığı yaşamış bir önder idi. Ama Rabbimiz onu bu şekilde nitelediğine göre rahatlıkla görebiliriz ki İbrahim aleyhisselam yalnızlığın karanlığına gömülüp omuzundaki 'Tevhid Davasını' indirmemiştir. İnanç bir yürekte karar kıldığı zaman sizin orada yapacağınız şey o yüreği söküp almaktır. İbrahim aleyhisselam inancını yüreğine nakşetmişti. Bu anlamda cahiliye toplumundan gelen püskürtmelere karşı direnmişti. En yakını olan babasına karşı bile bu tavrı sergilemiş ve tek başına ümmet olmanın şerefini taşımıştı. Biz 21. yy müslümanlarına güzel bir örnek olmuştu. Rabbimiz ise onu tüm çağlara örnek göstermişti. İnancı besleyen dik duruştur. İnancı besleyen, sabit kadem olmaktır. Bunu İbrahim aleyhisselam da rahatlıkla görebiliyoruz. Zaten tüm peygamber kıssaları bize bunu öğretmiyor mu? Yusuf peygamberin Allah'a ve ahiret gününe inanmayan bir toplumun hayat tarzını terketmesi, Şuayb ve Salih peygamberin toplumlarının zorlamalarına karşı direnmeleri ve dik duruşları, Muhammed peygamberin kendi kavminin tüm yıpratıcılıklarına karşı arkadaşlarıyla birlikte harika bir şekilde direnmeleri... Rehberlerimizin yaşadıkları tüm bu olaylar bizler için birer numune-i imtisal ve gücümüze güç katacak örnekliklerdir. Bizler de kendi bulunduğumuz ortamlarda, cahiliyenin yıpratıcı tezviratlarına karşı işte bu şekilde nebevi bir duruş sergileyebilmeliyiz. Bu durumda uğruna direndiğimiz davamız yüreğimizde daha da güçlenecek ve o toplumun tezviratları boşa çıkaracaktır. Ama tüm bunları uygularken uyanık bir şuurla yapmalı ve egomuzun bize kuracağı kahramanlık tuzağına da dikkat etmemiz gerekir.
Kur'an'ı Kerim'in bir ayetinde, iman edenleri korkutmak için bir topluluğun savaş için hazırlık yaptığı söylendiğinde, bu haberin tam tersine iman edenlerin imanlarını arttırdığını öğreniyoruz. Evet, imanınıza yapılan saldırıda imanınızın korkup geri çekileceği yerde daha da güçlenmesi imanın bir zaferidir. Her imanın bu anlamda bir korku ile karşılaşacağı mukadderdir. Şu halde imanımızla ilgilenmek zorundayız.
Modern çağın içerisinde bulunduğumuz, imanımızın karşı karşıya kalacağı farklı durumlar olacaktır. İş yerlerinde, okullarda, üniversitelerde, esnaf çevremizde ve buna benzer tüm çevrelerden imanımıza yönelik saldırılar/alaylar/çürütmeler oluyor. İşte bu gibi durumlarda göstereceğimiz dik duruş, bizi de kendi başımıza bir ümmet yapacaktır. Bu bizim için olmak ya da olmamak meselesidir aslında. Rabbimizin Yüce kelamından da alacağımız güçle bu duruşu sergilememiz bizim zafer harcımızdır. Aynı zamanda peygamber yolunun takibçileri olan Rabbanilerin hayatlarından da örneklikler görebiliriz. Onlar da imanlarına ümmetçe bir duruş kazandırdılar. Sıra elbette ki bu çağın iman sahiplerine geliyor. Bu konuda yalnız olmadığınızı bilmelisiniz. Çünkü sizler çağlar üstü bir iman perspektifine sahipsiniz. İşte bu imanla, taa Adem aleyhisselamdan beri ümmetçe bir duruş sergilemiş imanları, yanınızda hissedeceksiniz. Sizler de bu kervana katılmış olacaksınız.
Allah bizleri, tek başına da kalsa İbrahim gibi ümmetçe bir duruş sergileyenlerden olmamızı nasib eylesin.
Güç ve kuvvet ancak Allah'tadır.
26 Aralık 2012 Çarşamba
Namaz 2 - Hasan Turabi
Dinin insan hayatının bir kısmını aydınlatıp geri kalan kısmında onları dalaletin karanlıklarına terk etmesi mümkün değildir. Yine dinin bazı emirlerine uyup, diğerlerine uymama şeklinde kabulü de geçerli sayılmamıştır. İnsanlar tarafından ihdas edilip de zamanla dini inanış haline gelmiş olan doktrinler çevrenin problemleri ve ihtiyaçlarıyla sınırlanan beşeri fikrin tabiatıyla uyumlu görünse de bu inançlar, hayatın bazı konularıyla ilgilenmiş olmaktan öteye gidememişlerdir. Vahiyden doğan dinlere gelince, bunların da asılları -İslam hariç- kaybolmuş ve sonradan konulan prensiplerle karışmıştır. Bu konudaki tarihi gerçek; dinin, cehaletlerinden dolayı dini dondurup katılaştıran veya hedefleri için istismar eden din adamlarıyla temsil edilmesiydi. Bunun neticesi olarak insanlar, dini terk ederek dünya hayatının eğlencelerine meylettiler. Siyasi ve iktisadi hakimiyet sahipleri arzularını gerçekleştirme imkanı buldular. Dinler, ayin ve şekillere hapsedildi. Nihayet bu durum hayatın mühim hadiselerinin şahsi işlere dönüşmesiyle son buldu. İnsanlar, hayatın nimetleri konusunda ölçüsüz, delilsiz ve kötü davranırken din ehli, mabedlerin duvarları arasına çekildi. Din aydınlığından mahrum kalan hüküm sahipleri, ise, bir takım beşeri prensiplerle hareket ettiklerinden cemiyetin saadetini hiçbir zaman temin edemediler. (48)
***
Yeryüzü bütünüyle Allah için bir ibadet yeri, din için bir alan olarak belirtilmiştir. (50)
***
Oruç gücü yetene farzdır. Hacc, şartlarını taşıyan kişiye gerekir. Zekatı, nisaba malik olanlar verirler. Namaza gelince, insandaki özürler bile onu düşüremez. (53)
***
Namaz kılan kişi zihnen Allah'a yönelip, kendisini Allah'ın huzurunda duran ve O'na teslim olan birisi gibi hissetmedikçe bedeniyle kıbleye yönelmenin de manası olmaz. (57)
***
Namaz, alemlerin Rabbine ihlasla ve her şeyden soyutlanarak yönelmeye sevketmektedir. (69)
***
Bir seferinde Hz. Peygamber mescide girdi. İki direk arasına bağlanmış bir ip vardı. 'Bu ip nedir?' diye sordu. 'Falanca ibadetten çok yorulduğunda kendisini ona bağlar' dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: 'Hayır, onu yok edin. Sizden biriniz güç yetirdiği kadar namaz kılsın. Çok yorulduğu zaman yatsın, dinlensin.' (73)
***
Yeryüzü bütünüyle Allah için bir ibadet yeri, din için bir alan olarak belirtilmiştir. (50)
***
Oruç gücü yetene farzdır. Hacc, şartlarını taşıyan kişiye gerekir. Zekatı, nisaba malik olanlar verirler. Namaza gelince, insandaki özürler bile onu düşüremez. (53)
***
Namaz kılan kişi zihnen Allah'a yönelip, kendisini Allah'ın huzurunda duran ve O'na teslim olan birisi gibi hissetmedikçe bedeniyle kıbleye yönelmenin de manası olmaz. (57)
***
Namaz, alemlerin Rabbine ihlasla ve her şeyden soyutlanarak yönelmeye sevketmektedir. (69)
***
Bir seferinde Hz. Peygamber mescide girdi. İki direk arasına bağlanmış bir ip vardı. 'Bu ip nedir?' diye sordu. 'Falanca ibadetten çok yorulduğunda kendisini ona bağlar' dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: 'Hayır, onu yok edin. Sizden biriniz güç yetirdiği kadar namaz kılsın. Çok yorulduğu zaman yatsın, dinlensin.' (73)
Namaz - Hasan Turabi
Müslümanların namaz konusundaki ihmalkar tavırlarını değiştirmeleri, onun manasını ve hikmetlerini derinlemesine bilmelerine bağlıdır. (8)
*
Namaz, her kılanın farklı lezzetler tattığı şahsi bir tecrübedir. (9)
*
Müslümanların çoğunluğu, namazın şekli yönüne önem vererek, onun umulan pek çok faidesinden mahrum kalmışlardır. (10)
*
Namaz, dindarlığın özüdür. (11)
*
Namaz, akideden sonra Peygamber'in muhatab olduğu İslam'ın ilk emridir. (18)
*
Namaz, İslam'da, İslam milletine mensup olmanın şartı ve alametidir. (27)
*
Peygamber'in müslüman olan kişiye ilk öğrettiği şey namazdır. (29)
*
İslam mensuplarını, hidayetleri için diğer insanlarla da ilgilenmeye teşvik eder, kendi durumlarını ve İslam'ın hakikatlerini açıkça ilan etmeye yönlendirir. (36)
*
Namaz, müslümanın İslam'ını ilan eden, onun dinini öğrenmek isteyen kişilere sahibi hakkında ip ucu veren bir özelliktir. (36)
*
İbadetine önem veren müslüman, namazını vaktinde kılabilmek için vakitlerini ayarlar, vaktin akışını hissederek zamanını hesap eder. (41)
*
İnsanın mübtela olduğu en kötü şey, vakitlerin elden giden fırsatlar olduğunu, bir daha ele geçemeyeceğini bilmeden onu heba etmeye, bütün hayatı ziyan etmeye sebeb olan başıboş gaflettir. (41)
*
Malı boş yere sarfedip israf eden şeytanın kardeşidir. (43)
*
Zekat da fakire yardımdan ziyade vereni temizleyen bir ibadet şeklidir. (47)
*
*
Namaz, her kılanın farklı lezzetler tattığı şahsi bir tecrübedir. (9)
*
Müslümanların çoğunluğu, namazın şekli yönüne önem vererek, onun umulan pek çok faidesinden mahrum kalmışlardır. (10)
*
Namaz, dindarlığın özüdür. (11)
*
Namaz, akideden sonra Peygamber'in muhatab olduğu İslam'ın ilk emridir. (18)
*
Namaz, İslam'da, İslam milletine mensup olmanın şartı ve alametidir. (27)
*
Peygamber'in müslüman olan kişiye ilk öğrettiği şey namazdır. (29)
*
İslam mensuplarını, hidayetleri için diğer insanlarla da ilgilenmeye teşvik eder, kendi durumlarını ve İslam'ın hakikatlerini açıkça ilan etmeye yönlendirir. (36)
*
Namaz, müslümanın İslam'ını ilan eden, onun dinini öğrenmek isteyen kişilere sahibi hakkında ip ucu veren bir özelliktir. (36)
*
İbadetine önem veren müslüman, namazını vaktinde kılabilmek için vakitlerini ayarlar, vaktin akışını hissederek zamanını hesap eder. (41)
*
İnsanın mübtela olduğu en kötü şey, vakitlerin elden giden fırsatlar olduğunu, bir daha ele geçemeyeceğini bilmeden onu heba etmeye, bütün hayatı ziyan etmeye sebeb olan başıboş gaflettir. (41)
*
Malı boş yere sarfedip israf eden şeytanın kardeşidir. (43)
*
Zekat da fakire yardımdan ziyade vereni temizleyen bir ibadet şeklidir. (47)
*
Dinin insan hayatının bir kısmını aydınlatıp geri kalan kısmında onları dalaletin karanlıklarına terk etmesi mümkün değildir. Yine dinin bazı emirlerine uyup, diğerlerine uymama şeklinde kabulü de geçerli sayılmamıştır. İnsanlar tarafından ihdas edilip de zamanla dini inanış haline gelmiş olan doktrinler çevrenin problemleri ve ihtiyaçlarıyla sınırlanan beşeri fikrin tabiatıyla uyumlu görünse de bu inançlar, hayatın bazı konularıyla ilgilenmiş olmaktan öteye gidememişlerdir. Vahiyden doğan dinlere gelince, bunların da asılları -İslam hariç- kaybolmuş ve sonradan konulan prensiplerle karışmıştır. Bu konudaki tarihi gerçek; dinin, cehaletlerinden dolayı dini dondurup katılaştıran veya hedefleri için istismar eden din adamlarıyla temsil edilmesiydi. Bunun neticesi olarak insanlar, dini terk ederek dünya hayatının eğlencelerine meylettiler. Siyasi ve iktisadi hakimiyet sahipleri arzularını gerçekleştirme imkanı buldular. Dinler, ayin ve şekillere hapsedildi. Nihayet bu durum hayatın mühim hadiselerinin şahsi işlere dönüşmesiyle son buldu. İnsanlar, hayatın nimetleri konusunda ölçüsüz, delilsiz ve kötü davranırken din ehli, mabedlerin duvarları arasına çekildi. Din aydınlığından mahrum kalan hüküm sahipleri, ise, bir takım beşeri prensiplerle hareket ettiklerinden cemiyetin saadetini hiçbir zaman temin edemediler. (48)
*
Yeryüzü bütünüyle Allah için bir ibadet yeri, din için bir alan olarak belirtilmiştir. (50)
*
Oruç gücü yetene farzdır. Hacc, şartlarını taşıyan kişiye gerekir. Zekatı, nisaba malik olanlar verirler. Namaza gelince, insandaki özürler bile onu düşüremez. (53)
*
Namaz kılan kişi zihnen Allah'a yönelip, kendisini Allah'ın huzurunda duran ve O'na teslim olan birisi gibi hissetmedikçe bedeniyle kıbleye yönelmenin de manası olmaz. (57)
*
Namaz, alemlerin Rabbine ihlasla ve her şeyden soyutlanarak yönelmeye sevketmektedir. (69)
*
Bir seferinde Hz. Peygamber mescide girdi. İki direk arasına bağlanmış bir ip vardı. 'Bu ip nedir?' diye sordu. 'Falanca ibadetten çok yorulduğunda kendisini ona bağlar' dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: 'Hayır, onu yok edin. Sizden biriniz güç yetirdiği kadar namaz kılsın. Çok yorulduğu zaman yatsın, dinlensin.' (73)
*
Yeryüzü bütünüyle Allah için bir ibadet yeri, din için bir alan olarak belirtilmiştir. (50)
*
Oruç gücü yetene farzdır. Hacc, şartlarını taşıyan kişiye gerekir. Zekatı, nisaba malik olanlar verirler. Namaza gelince, insandaki özürler bile onu düşüremez. (53)
*
Namaz kılan kişi zihnen Allah'a yönelip, kendisini Allah'ın huzurunda duran ve O'na teslim olan birisi gibi hissetmedikçe bedeniyle kıbleye yönelmenin de manası olmaz. (57)
*
Namaz, alemlerin Rabbine ihlasla ve her şeyden soyutlanarak yönelmeye sevketmektedir. (69)
*
Bir seferinde Hz. Peygamber mescide girdi. İki direk arasına bağlanmış bir ip vardı. 'Bu ip nedir?' diye sordu. 'Falanca ibadetten çok yorulduğunda kendisini ona bağlar' dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: 'Hayır, onu yok edin. Sizden biriniz güç yetirdiği kadar namaz kılsın. Çok yorulduğu zaman yatsın, dinlensin.' (73)
25 Aralık 2012 Salı
Tevhidi Gerçekliğin Işığında 9
Kalbinde ve vicdanında helal kazanma kaygısını büyütenleri kuşkusuz Allah koruyacak, gözetecektir. (86)
***
Cahili düşüncelerin şemsiyesi altında yaşamak, insanı bütünüyle dini hazlardan, coşkulardan uzaklaştırır. İlk dönemin Müslümanları, bilgiyle olduğu kadar aşkla, aşkla olduğu kadar coşkuyla da donanmış bulunuyorlardı. (87)
***
Kişiliğini Allah'ın eliyle bulmamış bir topluluğun izzetinden söz edilemez. (88)
***
İslam'In yalnızca bir mezhebin imkanlarıyla açıklanması, ya da yalnızca bir mezhebin ilkeleriyle kuşatılmak istenmesi de Müslümanlar arasındaki farklılaşmayı derinleştiren etkenler arasında bulunmaktadır. Öncelikle bilinmesi gereken husus şudur ki, her hangi bir mezhebin ilkeleri din bütünü olarak algılanamaz. (91)
***
Tekelci zihniyet, dünyasını her şey bizimle kaim, her şey bizimle mümkün anlayışı üzerine bina etmektedir. (91)
***
Psikolojik iklim şartları sürekli olarak müslümanların aleyhine işletilmektedir. (93)
***
Müslümanlar başkaları tarafından belirlenen program ve yöntemlere bu bunları uygulamaya memur ve mahkum edilemezler. (93)
***
Müslüman topluluklar için din, yani İslam, bütün unsurlarıyla yaşanılabilir bir gerçeklik olmaktan çıkmış, yalnızca ideolojik bağlamda yaşatılabilen bir kültür ilgisi haline dönüşmüştür. (94)
***
Issızlarda İslami özlemleri dile getirenler, kamuoyu önünde sağcı politikaların uygar mümesilleri olarak hayatlarını devam ettirebilmektedirler. (94)
***
Zihni düzlemlerde Rahman'ın yasaları geçerliliğini korurken, pratik hayatın içinde Şeytan'ın yasaları yürürlüğe girmektedir. (95)
***
Müslümanlar geçmişi kavmi duyarlıkla değil, tevhidi bir duyarlılıkla irdelenmelidirler. (95)
***
Bilinmelidir ki soyut tartışmalar Müslümanları birbirinden uzaklaştırmakta, bereketi ortadan kaldırmaktadır. (97)
***
Cahili düşüncelerin şemsiyesi altında yaşamak, insanı bütünüyle dini hazlardan, coşkulardan uzaklaştırır. İlk dönemin Müslümanları, bilgiyle olduğu kadar aşkla, aşkla olduğu kadar coşkuyla da donanmış bulunuyorlardı. (87)
***
Kişiliğini Allah'ın eliyle bulmamış bir topluluğun izzetinden söz edilemez. (88)
***
İslam'In yalnızca bir mezhebin imkanlarıyla açıklanması, ya da yalnızca bir mezhebin ilkeleriyle kuşatılmak istenmesi de Müslümanlar arasındaki farklılaşmayı derinleştiren etkenler arasında bulunmaktadır. Öncelikle bilinmesi gereken husus şudur ki, her hangi bir mezhebin ilkeleri din bütünü olarak algılanamaz. (91)
***
Tekelci zihniyet, dünyasını her şey bizimle kaim, her şey bizimle mümkün anlayışı üzerine bina etmektedir. (91)
***
Psikolojik iklim şartları sürekli olarak müslümanların aleyhine işletilmektedir. (93)
***
Müslümanlar başkaları tarafından belirlenen program ve yöntemlere bu bunları uygulamaya memur ve mahkum edilemezler. (93)
***
Müslüman topluluklar için din, yani İslam, bütün unsurlarıyla yaşanılabilir bir gerçeklik olmaktan çıkmış, yalnızca ideolojik bağlamda yaşatılabilen bir kültür ilgisi haline dönüşmüştür. (94)
***
Issızlarda İslami özlemleri dile getirenler, kamuoyu önünde sağcı politikaların uygar mümesilleri olarak hayatlarını devam ettirebilmektedirler. (94)
***
Zihni düzlemlerde Rahman'ın yasaları geçerliliğini korurken, pratik hayatın içinde Şeytan'ın yasaları yürürlüğe girmektedir. (95)
***
Müslümanlar geçmişi kavmi duyarlıkla değil, tevhidi bir duyarlılıkla irdelenmelidirler. (95)
***
Bilinmelidir ki soyut tartışmalar Müslümanları birbirinden uzaklaştırmakta, bereketi ortadan kaldırmaktadır. (97)
23 Aralık 2012 Pazar
Müzik Üzerine
İnsanın ruhsal istekleri bedensel isteklerinden kat kat fazladır. Ruhun yapısı, bedenle kıyaslanmayacak derecede bilgi dünyamızdan uzak ve bir o kadar önemlidir. Ancak vahiyle anlayabiliyoruz insanoğlunun yapısını bir de somut olarak insani tecrübelerle. İnsan aslında iç dünyasının/ruhunun direktifleriyle hareket ettiğini unutmamalıdır. İç dünyasındaki malzemelerin ne olduğuna dikkat etmeden hayat üzerine hesap yapmamalı aslında insanoğlu. O halde şunu diyebilir miyiz? İnsan ilk önce kendini tanımalı, çapının ne olduğunu bilmeli. Kendine bir ayna bulmalı ve o aynaya bakıp kendisini tanımalı. Ayna derken de sadece insanın saçını, kaşını, dudağını gösteren aynayı kastetmiyorum. Ruhunu gösterecek bir ayna! Bu, camdan yapılmış bir ayna değil. Bu ayna, Yüce sözlerle meydana gelmiş bir Kitap... Vahiy! Tabi ki herkes kendi için farklı aynalar bulmak isteyecektir. Dikkat ederseniz, kendi için dedim. Kendisi nereden bilecek gerçek aynanın hangisi olduğunu? En azından şunu diyebilir bir insan: 'Beni Yaratana sormalıyım kim olduğumu!' Aslında bu, yapılacak en makul eylemdir. Yapana bin selam olsun.
21 Aralık 2012 Cuma
"Evlilik Şiirle Başlar, Şuurla Devam Eder."
İnsanoğlu tam da imtihan edilecek bir formatta yaratılmıştır.
İnsan hamken, ruhsal anlamda adeta
hayvani düzlemdedir. Basiretle bakarsak şayet Yüce Allah'ın insanın önüne çıkardığı kolaylıklar, zorluklar, engeller, rahatlıklar kısaca hayatta karşısına çıkardığı her şey hamlıktan kurtarmak içindir. Hiçbiri kalıcı değildir. Ne zorluk ne de kolaylık. Hedef insanın beşer düzeyinde kalmamasıdır.
Zorluğa düşen insan, hemen yelkenleri indirmemeli; kolaylığa eren insan "küçük dağları ben yarattım" türünden kibre kapılmamalı. Şayet olursa bunlar, işte o zaman kaybetmiştir insan, hamlıktan kurtulana kadar. Peki bu gel-gitler ne zamana kadar sürer? Tabi ki ölünceye kadar. Hamlıktan kurtulan insanca yaşamanın manevi hazzına erer ve ahirette salihlerle haşrolur, ham kalan ise dünyada da ahirette de ızdıraplar içinde kalır.
hayvani düzlemdedir. Basiretle bakarsak şayet Yüce Allah'ın insanın önüne çıkardığı kolaylıklar, zorluklar, engeller, rahatlıklar kısaca hayatta karşısına çıkardığı her şey hamlıktan kurtarmak içindir. Hiçbiri kalıcı değildir. Ne zorluk ne de kolaylık. Hedef insanın beşer düzeyinde kalmamasıdır.
Zorluğa düşen insan, hemen yelkenleri indirmemeli; kolaylığa eren insan "küçük dağları ben yarattım" türünden kibre kapılmamalı. Şayet olursa bunlar, işte o zaman kaybetmiştir insan, hamlıktan kurtulana kadar. Peki bu gel-gitler ne zamana kadar sürer? Tabi ki ölünceye kadar. Hamlıktan kurtulan insanca yaşamanın manevi hazzına erer ve ahirette salihlerle haşrolur, ham kalan ise dünyada da ahirette de ızdıraplar içinde kalır.
Bu düzlemde, bu bakış açısıyla baktığımızda evlilik de hayatın önemli kavşak noktalarından biridir. Bu kavşağa geldiğinizde hangi tarafa döneceğinizi bilmiyorsanız, belirsizlik halet-i ruhiyesi peşinizi bırakmayacaktır. Ama siz, kararlılığınızı koruyabilirseniz yanlış da olsa girdiğiniz kavşakta ilerlerken elbet doğru yola döneceğiniz bir yol bulabileceksiniz, bu da işin önemli bir yönü. Buradan hareketle evlilik için bir önbilgi, ön hazırlık gerekli midir diye sorarsak, kaçınılmaz olarak 'evet' deriz. Hatta insanların evlilik ile ilgili bilgileri kulaktan duyma türünden basit ve sathi olmamalıdır. Bu bilgisizlik veya sathi bilgiler yuvanın temeline farkında olunmadan açılmış bir boşluktur ve o boşluk sürekli yuvanın sarsılmasına sebeb olacaktır. Canım cicim ayları bitince bu boşluk etkisini daha da gösterir. Bu konuda ehil insanların kitaplarına bakılmalı ve ehil insanlara sorulmalıdır. Tecrübeler iyi okunmalıdır.
İki özel insanın ömür boyu hayatını bir arada yaşaması basit ve sıradan bir olay değildir. Evvela bu bilinmelidir. Öyle 'battı balık yan gider' mantığıyla evlilik olmaz. İlerde severler nasıl olsa birbirlerini diyerek olmaz, çocukları olsun düzelir mantığıyla da olmaz. Sonu boşanma ile bitmeyen her evlilik mutlaka sağlıklıdır da denilemez. Evliliği taşıyacak bir şuur seviyesi oluşmazsa büyük bir acı kazanına dönüşür o yuva ve insan döner durur o kazanda.
Uyuşmayan hayaller, idealler ve istekler olduğunda bu iki füzenin çarpışması gibi bir etki yapar bazen. Bu bilinmelidir ve insan kendini buna göre hazırlamalıdır. Bu durumda "feragat ve fedakarlık" kavramını iyice bellemeli ve pratiğe dökebilmelidir. Bunu öğrenmelidir evli çiftler. Tabi ki var olan ideallerinden taviz vermeden. Ama hayatın her aşamasında idealinizin ayrıntılarına kadar icra edilmesini beklemeniz biraz da gerçekçiliğe aykırı olabilir. İdeallerinizin kesin ve kat'i olanlarını korumak şartıyla bazı zevkler ve renkler konusunda uyuşmadığınız durumlarda eşinizin isteğini tercih edebilirsiniz yahut saygı gösterebilirsiniz. Zira o sizin eşiniz ama kopyanız değil, olmamalı zaten. Bu aşamalarda "sevgi ve muhabbet" kavramlarının adeta bir itfaiye rolü vardır. Bu durumu iyi kullanmamız gerekmektedir. Şayet ihtilaflar derinleşirse ve bu konuda insani erdemler araya girmezse (anlayış, fedakarlık, feragat etme, sabır vs.) o zaman ihtilaf ateşi büyür ve belki bir süre sonra "sevgi itfaiyesi" de buna müdahale edemez. Egoların, hamlığın meydana getirdiği ihtilaf ateşini söndüremez.
Sevgi ve saygı sürekli beslenmeli ve güçlendirilmeli. Hayatın her aşamasında gerekecektir yuvaya bu iki güç. Sevgi yürekte üretilen bir güçtür. Yüreği ham olan tipler bu gücü üretmekte zorlanırlar. Sonuç hüsran olur o zaman. En basit bir engel karşısında bile durulamaz. Yüreksiz insanlar evlilik yapamazlar sadece basit ve zorlukla dolu birliktelik icra ederler. Geminin alt katında kürek çeken köleler gibi... Hamlıktan kastım bu işte, sevememek, merhamet edememek, saygı duyamamak...
Böyledir şuursuz evlilikler...
Böyledir şuursuz evlilikler...
Temelini vahiyle atan evlilikler Allah'ın izni ile sarsılsa bile yıkılmaz. Vahiyle atmak demek öyle lafın gelişi değil, kastettiğimiz şuur halinin vahiyle oluşmasıdır insanda. Yoksa duvara Kur'an asarak olacak şey değil. Vahiyle ve Nebi'nin sünnet bilinci ile inşa olan şuurlar birbirini besler, yuvayı sağlamlaştırma konusunda destek olurlar. Şuur evliliğin mayasıdır. Evlilik tadını şuurda bulur. Şuur babalığın/anneliğin sorumluluğunu taşımaktır. Şuur, eşini kopyası olarak görmemektir. Şuur, eşinin ailesine saygı duymamaktır. Şuur, eşini köle gibi görmemektir. Şuur, eşinin de farklı huy ve mizaçlarının olabileceğini kabul etmektir.
Bu aşamadan sonra şunu da ifade etmek gerekir ki, sevgi itfaiyesinin söndüremediği karı-koca çatışmasını sonunda "boşanma" dediğimiz negatif itfaiye söndürür. Ama bu defa ihtilaf tek sönmez, ailenin tamamı söner. Çok mecbur kalmadıkça bu duruma gelmemek gerek belki ama kaçınılmaz olunca da vaki olması engellenemez. Bu da hayatın bir gerçeği, şeriatın bir kabulü...
Sevgili gençler... Evet şiir yazın nişanlınıza, sözlünüze... Çiçek alın... Ama bilin ki aile dediğimiz "devlet", şiir ve çiçekle ayakta durmaz sadece. Şiir ve çiçeğin yerini muhabbet, fedakarlık, saygı, anlayış, sabır, helal lokma, kıymet bilme, anne babaların değerini bilme, çocuğu hayırla yetiştirme gibi şuur hamleleri almazsa yuvanız sıkıntıya girer. Zira bu hayat zorlu bir hayat ve tek boyutlu değil. Bizden söylemesi...
Selam ve dua ile... /Mustafa TOSUN
ELBET - Şiir
Sancıların sonu da hayır olur elbet.
Sancılar nur topu gibi bir sabır doğurunca,
O sabır cennete götürür insanı elbet.
Muhabbet nefrete galebe çalar,
Şeytan umduğunu bulamadan döner elbet.
"Güzel sonuç muttakilerindir" der Kur'an.
Ve daima iyiler kazanır elbet.
Gören göz, basiretle görür
Duyan kulak, hayrı duyar bir gün elbet.
Yüreğini şeytandan koruyan mü'min,
Toplumu cennetin bir şubesi yapar elbet.
Kanayan yaramızdır insanın hamlığı.
Dahası, hamlıkla gelen bir bilgiçlik.
Ne zaman tevazu ahlak edinilirse,
İşte o gün insan dünyaya cennetlik tat bırakır,
İşte o gün insan cennete gider elbet.
21.11.2012
Mustafa TOSUN
21.11.2012
Mustafa TOSUN
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Öne Çıkan Yayın
RAB NE DEMEKTİR? MUSA PEYGAMBER CEVAPLIYOR:
__ Kimmiş bakayım sizin Rabbiniz ey Musa? __ Bizim Rabbimiz her şeyin YARATIŞINI (helqehu) takdir edip, sonra da yaratılış AMACINA (heda) y...