24 Ağustos 2021 Salı

28 Şubat Kabusunun Üsküdar Örneği - Recai Nurcan

 “NAGEHAN ALÇI, BİBERONLA SU İÇEN ÇEVİK BİR VE ÇİŞİNİ TUTAMAYAN DİĞER '28 ŞUBAT ZALİMLERİ' İÇİN CUMHURBAŞKANINDAN ‘MERHAMET’ İSTİYOR ‘AF’ TALEP EDİYOR...MUŞ!" 

Bugün sabah kahvaltı yaparken Üsküdar İmam Hatip Lisesi’nde meslek derslerimize giren değerli Hocam Cengiz Gül’den bir mesaj geldi cep telefonuma. Kıymetli Hocam Nagehan Alçı'nın bir köşe yazısını okumuş ve canı sıkılmış. Bende internetten buldum okudum. Sevecen(!) bir yazı yazmış hanımefendi. Yazmış ama; madalyonun öte yüzünü pek düşünmemiş. (Neyse, önce hocamın attığı mesajı paylaşayım, daha sonra yoruma devam ederim...)

...

CENGİZ GÜL HOCAMIN ATTIĞI MESAJ; 

"28 Şubat zulmünü yaşayanlardan biri de bendim. O zamanlar Üsküdar İmam Hatip Lisesi’nde idareci olarak görev yapıyordum. Erol Bayraktar okul müdürüydü ve bende onun başmuavini idim.

...

İmam Hatip okulları, akıl almaz bir abluka altına alınmıştı. Okulun içinde sivil; dışında ise üniformalı polisler vardı. 

Bir sabah saat 8’de müdür odasındaydım. Dışarıdan sesler geliyordu. Bir kişi “Bu ne biçim okul” diye bağırıyordu. Biraz sonra müdür odasına, gereksiz bir hışımla üç kişi girdi. Biri komiserdi ve yanında iki sivil polis vardı. Müdür bey “Buyurun oturun” dedi. “Bir kahvemizi için, konu neyse görüşelim?” Komiser “Sizin Çayınız da kahveniz de içilmez” dedi. Akabinde bir kağıt çıkardı ve üstüne “Tutanak” yazarak, altını şu ifadelerle doldurdu; “Bu sabah Üsküdar imam Hatip Lisesi’ne kontrole geldik. Başörtülü öğrenciler ana kapıdan içeri giriyor, müdürle başmuavin ise, odalarında oturup, ilgilenmiyorlar” 

...

Bunu yazdıktan sonra raporun altına Komiser Fatih Tuncer Bayer yazıp, tarih ve imza attı. Ardından da kağıdı katlayıp cebine koyup aynı hışımla odadan çıktılar. Ben arkalarından koşa koşa yetiştim. Sivil bir araca binmişlerdi. Arabayı açıp “Beyefendi, ayıp olmuyor mu? Tuttuğunuz tutanağı gördüm. ‘Ana kapıdan baş örtülü öğrenciler giriyor, idareciler ilgilenmiyor’ yazdınız. Burada şu an bir tane öğrenci yok, ders zaten dokuzda başlıyor. Öğrenciler henüz gelmedi. Gelseler de, zaten bu kapıdan değil; öğrenci kapısından giriyorlar, neden iftira atıyorsunuz?” dedim. Bana “Sen Cengiz Gül değil misin?” dedi. “Evet” dedim. “Seni valiye şikayet edeceğim” dedi ve gitti. 

Adam dediğini de tuttu! Daha iki saat geçmeden, İstanbul Valisi Erol Çakır’ın talimatıyla Üsküdar Kaymakamı Abdulvahap Yıldırım, okul müdürümüz Erol Bayraktar Hocayı görevden aldı. 

...

Hoca alındıktan sonra yerine bir ilkokulda görev yapan Türkçe Hocası Mustafa Bekdemir tayin edildi. Mustafa Bekdemir, İmam hatip okullarıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan bir şahsiyetti. 

...

Ders programlarına bir göz attı ve bana dönerek "Cengiz Hoca Siy Nedir?” dedi. Bende “Siyer” dedim. “Fık nedir?” dedi. “Fıkıh” dedim. “Peki, bu siyer ve fıkıh ne demek, nasıl dersler bunlar?” dedi. Ben dayanamadım “Hocam" dedim. "Erol Bayraktar gibi bir hocanın yerine tayin edildiniz, makamında oturuyorsunuz. Burası Üsküdar İmam hatip Lisesi… Üsküdar İmam hatip Lisesi Türkiye'nin en köklü okullarından ve üstüne üstlük en sayılı İmam Hatiplerinden birisidir. Siz daha siyer ve fıkhın ne olduğunu bilmiyorsunuz, bu nasıl bir atama?” dedim. Konuşmalarım hemen karşılık buldu ve gün geçmeden Vali Erol Çakır beni de açığa aldı. 

...

Ardından hakkımızda 14 Soruşturma birden açıldı. 4 ayrı dosyadan, sanık olduk/yargılandık. Açığa alındığımızdan ötürü, maaşlarımız kesildi. 

...

Okulda okuyan 3 çocuğum vardı. Parasız, pulsuz öylece kaldık. Çay paramız bile kalmadı cebimizde. Erol Hoca ile banklarda oturup, öğrencilerimizi izledik sabahları. Bir muallimin bir hocanın, ne mesleği olur, talebe okutmaktan başka? Nasıl bir işe girebilir, ne iş yapar? Bu parasızlık aylarca sürdü Nagehan Hanım biliyor musunuz? Yolda, öğrencilerimize velilerimize rast geliyorduk. “Nereye hocam?” dediklerinde “İş arıyoruz” diyemiyorduk, utanıyorduk ve “Yürüyüşe çıktık” diyorduk. Avukat tutamadık parasızlıktan, haklarımızı savunamadık. 

Nagehan Hanım, 19 Ağustos 2021 tarihli köşe yazınızda bu konuyla ilgili “Hemen hepsi 80 yaşını geçmiş, çok büyük sağlık sorunları bulunan 14 general ile ilgili verilen hapis kararını doğru bulmuyorum. 28 Şubat’ın darbeci generalleriyle en çok mücadele etmiş yazarlardan biri olarak bu isimlerin, hayatlarının son döneminde cezaevine gönderilmelerinin ve muhtemelen de orada ölecek olmalarının Türkiye’ye hiçbir fayda sağlayacağını düşünmüyorum. Bu paşalar eğer yakalama ve tutuklama kararının gereği yapılırsa çok muhtemel ki hapiste, hücrelerinde hastalıklarla boğuşup, büyük ıstıraplar çekerek vefat edecekler. Çok acı bir ölüm olacak onlar için. Peki böyle bir durum Türkiye’ye yararlı mı olur yoksa bu ülkedeki nefret ortamını mı körükler?” diye yazmışsınız ve akabinde “Elbette ikincisi…” diyerek fikir beyan etmişsiniz. Daha vahim olanı ise “28 Şubat askeri darbesinin mağdurlarının da Türkiye’deki nefret ve kutuplaşma ortamının daha da azdırılmasını isteyeceklerine inanmıyorum.” diyerek bizim adımıza güzel, sevecen(!) bir yorum yapmışsınız.

Nagehan Hanım şimdi size bir soru sorayım, biz ne yaptık? 15-20 yıllık, 30 yıllık hocaların suçu neydi? Gencecik kızlarımız -üstelik imam hatip okullarında- başları kapalı olduğu için neden mağdur edildi? Türkiye de onbinlerce insan, binlerce aile mağdur oldu. Siz, kime neyi bağışlıyorsunuz/bağışlatıyorsunuz?

“28 Şubat mağduru benim, bizleriz! Sıkıntıyı ve acıyı bizler çektik. Karar verme yetkisi bize ait! Siz, bizim adımıza fikir beyan etme hakkını nereden buluyorsunuz? Böyle bir yetkiniz var mı? Ne demek istediğimi anlıyor musunuz?” diye yazmış hocam. 

Ooof, Of!

Hakikaten bazı şeyleri hafife almak, kendin mağdur olmadan -mağdurdan öte- fikir beyan etmek ve bu beyanın bu toplum içinde yer buluyor olması nasıl bir olgu bilemiyorum. Bence artık iletişimin bu kadar güçlü olduğu bir çağda, bu modası pazara çıkmış, değişik bir şey yazmak, farklı bir yorum beyan ederek, -yani belki de reyting almak uğruna- bu son derece ucuz “Bekâra karı boşamak” fikirleri karşılık bulmamalı. (Aslında bu tür yazılara ve şahsiyetlere “reyting aracı” olmamak için yorum yapmam, sayfamda yer vermem! Lâkin Cengiz Gül Hocamın mesajı üzerine bu paylaşımı sayfamda yapma gereği duydum.)

...

Hadi bizde iyi niyetimizi elden bırakmayalım ve Nagehan Hanım, iyi niyetle bir şeyler yazmak istemiş diyelim. Peki Nagehan Hanımın bu iyi niyeti; bu yaşlı zalimlerin çişini düşünüyor da, son sınıfa gelmiş, doktor olacak, mühendis olacak gencecik kızların, kaldırımlarda kalmış gözyaşlarını niye hiç hesaba katmıyor?

...

Yazı yazarken niye hiç empati kurmamış acaba? 

...

Kendisi tıp diplomasını almasına bir kaç ay kala okuldan atılsaydı ya da; 20 - 25 yıllık saygıdeğer bir öğretmen olan kocası, bir günde işsiz kalıp, beş parasız mahkeme mahkeme koştursaydı, sokakta yürüyemez hâle gelseydi, yine aynı yazıyı yazar mıydı? 

Hiç sanmam! 

Yüreği pamuk şeker olsa, "af af af" diye yazmaz, en azından susardı!

Bak "Nagehan Hanım, 28 Şubat’a karşı olmak ayrı bir şey, mağdur olmak ayrı bir şey. Sizin demokrasiye inancınız var da; cezaya inancınız neden yok?" 

"Hiç bir kanun, hiçbir cezayı, hiç bir insana, birey olarak 'acı çeksin' diye vermez! Cezalar toplumlara 'numune yaptırımlar' olarak verilir. Ve ancak anlayan için ibret vardır. 'İbret gayesi - örnek gayesi' olmayan ceza, zaten ceza değil; işkencedir, sadistliktir!

Bu sebeple, bırakın, ellemeyin. Her gündem konusu, sizin konunuz olmak zorunda değil. Ya da en azından, mağdurlar adına yorum yaparken, kantarın topuzunu kaçırmayın. Adamların yaptıkları yanına kâr kalmasın. Bak, hukuk işlemiş, sonuna gelinmiş. Senin istirhamına gerek yok! 

...

İlla "28 Şubat yazısı" yazısı kaleme almak istiyorsan, bence 28 Şubat mağdurlarının zaman aşımından ötürü kaybolan haklarına, maddi-manevi kayıplarına sahip çıkan bir yazı kaleme al.

Hem bak "öte tarafta" da işine yarar!


Recai Nurcan 

22 Ağustos 2021 Pazar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder






Öne Çıkan Yayın

RAB NE DEMEKTİR? MUSA PEYGAMBER CEVAPLIYOR:

__ Kimmiş bakayım sizin Rabbiniz ey Musa? __ Bizim Rabbimiz her şeyin YARATIŞINI (helqehu) takdir edip, sonra da yaratılış AMACINA (heda) y...