islam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
islam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Şubat 2021 Salı

Bugün, Namazın Önemli Bir Yönünü Farkettim.

Saf belirleme konusunda önemli bir kriter olduğunu anladım.
Namaz kılmamak, safını netleştirmemenin ta kendisidir.
Namaz kılan ise safını netleştirmiş demektir. Namaz, İslam ideolojisinin/düşüncesinin beş vakit kendisini gösteren eylemidir. Bunu başaramayan henüz safını netleştirmemiş demektir.
**
Elbetteki şuurlu/kasıtlı/niyetli namazı kastediyorum. Bunu başaramamış olanlar kategori dışında.. O gibi kardeşlerde ise tabiri caiz ise "kısa devre" var demektir. Akım var ama aydınlık yok..

23 Şubat 2016

21 Şubat 2021 Pazar

Neden Üretken Bir Toplum Olamıyoruz?!

    Birbirimizi yok yere çok kasmışız, dolayısıyla çok gerginiz, bir türlü relaks olamıyoruz. Sürekli tedirginiz. Bu nedenle düşünce ve icad konusunda üretken olamıyoruz.

* Devlet milleti kasmış, germiş.
* Farklı ırklar birbirini kasmış, germiş.
* Farklı cemaatler birbirini kasmış, germiş.
* Akrabalar birbirlerini kasmış, germiş.
* Kocalar eşlerine eziyet etmiş.
* Ve dahası...

20 Ocak 2021 Çarşamba

Siyasal İslam'ı, Peygamber Dönemi Üzerinden Değerlendirme Denemesi

        Siyasal İslam konusunda


şöyle bir düşünce oluştu zihnimde:

         Şayet peygamberimizin hayatında siyasallık konusunda ilgisizlik olsaydı, Medine'ye gittiği zaman ve orda kral olacak olan Abdullah b. Ubey'e:

1 Ocak 2021 Cuma

Münafıklara Bakara İslam'a Dudak Bükenler - Münafikun:1

"Ey Nebi! O münafıklar, yanına geldikleri zaman: 'Şahitlik ederiz ki sen şüphesiz Allah'ın Resulüsün' derler. Evet, Allah senin kendi peygamberi olduğunu mutlaka bilmektedir. Ancak Allah, o münafıkların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik etmektedir.

(Munafikun Suresi 1. Ayet)

 İslam'a olan bakış açısını münafıklara göre belirleyenler:
Allah zaten biliyor münafıkları, çürükleri siz kendinize bakmalısınız.

Sizin münafıkları beğenmemeniz sizi temize çıkarmaz. Siz kendiniz muvahhid mü'min misiniz, değil misiniz ona bakmalısınız.

Münafıklar da şehadet getirmiş ama Allah onların yalancı olduğunu ifade ediyor. O halde hepimiz kendi hesabımıza bakalım.

8 Aralık 2020 Salı

İslam’ın Estetik Okunuşu - Mustafa ÇAĞIRICI

 Siyasal hırsların, hâkim olma ve sömürme tutkularının ürettiği türlü şiddet
biçimleriyle yönetilen eski dünyada insan hayatının her tarafında kölelik, kan, gözyaşı, açlık ve sefalet kol geziyordu. Başta din olmak üzere ele geçirilen her şey de bu ilkel amaçlar için kullanılıyordu. Son yıllardaki gelişmelere bakılırsa şimdi gök kubbenin altında değişen tek şey, şiddetin biçimi ve araçlarıdır. Çağımızda, insanoğlunun bu vahşi tarafını yok edeceği düşüncesiyle –kutsalı külliyen reddetme çılgınlığı dâhil- birçok şey yapıldı ama o yapılanlar da sadece yeni acılar üretti ve üretiyor.  

Öyle görülüyor ki, yapılması gereken, kutsalın reddedilmesi değil, insanın ve varlığın imarına imkân veren öz felsefesiyle kutsalı yeni baştan okumak ve hayatı o felsefenin ışığında yeniden inşa etmektir. Başlıktaki “İslam’ın estetik okunuşu”ndan kastım bu okunuş ve inşadır.  

5 Aralık 2020 Cumartesi

Cahil Baldızın Yaptığı ve Yiğit Halanın Tavrı - Yaşanmış Hikaye

Anne baba erkek çocuğunu evlendirme arefesinde... 
Çeyiz sürecindeler... Elbette doğal olarak bazı
gerginlikler çıkabilir. Ancak bunu ilerletmek insani olamaz. 

Kız tarafı erkek tarafına evlerine geldikleri zaman ilgi göstermemişler. Hatta yemek dahi vermemişler. Asık suratlar, ilgisiz tavırlarla geçmiş zaman... Tabi erkek tarafının içine oturmuş bu durum.

Çeyiz serme zamanı gelmiş. Bu defa kız tarafı erkek tarafının evine gitmiş. Erkek tarafından baldız konumunda cahil, önceki olaya binaen biz de onlara yemek vermeyelim demiş ve anne babayı ikna etmiş. Bu arada çeyiz sermeye damadın halası da katılmış. 

Damadın halası olumsuz havayı farketmiş. "Yemek yapmayacak mısınız misafirlerinize, onlar uzaktan geldiler" demiş. Damadın anne babası yerine teyzesi (yani o cahil baldız) atılmış: "Onlar da bize vermedi biz de onlara vermeyeceğiz" demiş. 

Meseleyi anlayan hala, "nasıl olur, çok yanlış bir şey bu, onlar hata yaptı diye biz de mi yapacağız, asıl bundan sonra birbirinize iyi olmanız lazım" demiş ve hala damadın babasına (yani kardeşine) "hemen etleri dolaptan çıkarın gidin marketten eksikleri alın, güzel bir sofra kurun ve misafirlerinizi aç göndermeyin", demiş. Damadın anne babası sağduyulu davranarak itiraz etmemişler halaya. Misafirlerine yemek yedirmişler. Bu arada hala yemeğe kalamamış. "Abla gitme yemek var, nereye gidiyorsun" demiş, damadın babası.. Hala ise "benim yemeğim evde ben kendim için istemedim, misafirlerinizi doyurursanız ben de yemiş gibi olurum. Bir daha böyle hatalara düşmeyin. Asıl evlilikten sonra ailelerin birbirlerine iyi olması lazım" diyerek son nasihatini yaparak ayrılmış..

Evet.. Neden böyle oluyor? Neden evlenecek çiftlerin yakın akrabaları ilişkilere olumsuz şekilde müdahale ediyorlar. Hala gibi davranmak çok mu zor? Öfkeli olan yatıştırılması gerekirken öfke ateşini daha da harlamak neyin nesi?! Allah'tan korkmak gerek...

Sizler de yaşıyorsunuzdur. Yeni evliliklerdeki birçok problem ya damadın veya gelinin birinci dereceden yakın akrabalarının olumsuz yönlendirmesi ile oluşuyor. Kötülüğe karşı iyi tavır üretmek akıllarına gelmiyor. Hikayemizdeki "hala" gibilerinin sayısı çok az.. Gencecik çiftler birilerinin ihtirası yahut cahilliğine kurban oluyorlar. 

Siz olun sakın ama sakın çevrenizdeki evliliklere olumsuz fikir vererek yaklaşmayın. Zira Allah'ın azabı sizi pek fena yakalar. Vesselam

O yiğit yürekli halanın ellerinden öperim.

1 Aralık 2020 Salı

Fakir Olması Lehine Zengin Olması Aleyhine Olan İnsan Tipi

 Gerçek hayatta bizzat müşahede ediyoruz bu tür insan tipini...


Bu insan tipinin birinci versiyonu,

Parası çok olsaydı veya zengin olsaydı daha azgın daha umursamaz daha zalim olacaktı. Fakir kalması kendi hayrına aslında. Bazen öyle sözler ediyor ki fakir haliyle, "bunda para olsaydı neler yapardı acaba?" diyorsunuz..

27 Kasım 2020 Cuma

Annem Babam ve Kürtçe


28.11.2017

Annem babam bize geldi. Onlarla konuştuk, sohbet ettik. #Kürtçe konuşurken kendilerini, duygu ve düşüncelerini çok iyi ve net ifade ediyorlar. Ama başka bir dil ile konuşunca ise ilkokul seviyesine iniyorlar.

Bunu ülkemizdeki tüm anne babalar için düşünürsek ve 50 yıl sonrasını düşünürsek kürtçe dili ve ma'ruf olan kültürü antika olacak. #Fıtratın çeşitliliği yok edilecek. Sözü uzatmak istemiyorum. Ben anne babamla #kürtçe konuşmaya çalışıyorum. Daha doğrusu onlar konuşurken #kürtçe konuşun diyorum. Önemli anlatılarına ses kaydı yapıyorum. Babama da en kısa zaman kürtçe ilahi ve türkülerin olduğu bir cd hazırlayıp dinlemesini sağlayacağım. İnsanı kökünden kültüründen koparmak veya kendi toprağında garip duruma düşürmek zulümdür.Ayrıca modernizme ve kapitalizme karşı bir duruş sergileme bilincini de çıkarabiliriz anne babalarımızın hayata bakış açılarından.. Çünkü onlar o konuda temiz.. 

**

Kim ki bu anlattığıma ırkçılık olarak bakarsa o #FITRAT #HAİNİDİR..

*

[Daha önce yazdığım bir notu da ekleyeyim buraya] 

Bu coğrafyalarda kürt sorunu yok.. 

Bilakis kürt bölgesi, kürdistan var.. 

Kürt dili, kürtçe var.. 

Kürt kültürü var..

Kürtlerin ekserinin teslim olduğu İslam var..

Diğerlerinin de olduğu gibi türk, arap, fars..

Olmayan ve olmaması gereken şeyler ise ulusçuluk, ünitercilik, tektipçilik, ırkçılık, sekularizm, batıcılık, mezhepçilik ve benzeri şeytanlıklar...

Kısa ve öz..

1 Kasım 2020 Pazar

Avrupa'da Çokkültürlülük, Entegrasyon ve İslam - Kadir Canatan

 Değerler, normlara kıyasla daha soyut olup, bize "iyi" ve "kötü" hakkında fikir veren ideal
düşüncelerdir. Bu bakımdan değerleri, bir toplumun "olması gereken" idealleri ve hedefleri olarak görmek mümkündür. Normlar ise değerleri yaşama geçirmemize imkan tanıyan somut kurallardır. (20)

*

Kuralların anlamlılığını ve etkinliliğini yitirdiği durumlara sosyolojide "anomi" adı verilmektedir. Anomi, modern toplumda ortaya çıkan yeni bir sorundur. (20)

*

Değer ve normlar genellikle sosyalleşme sürecinde öğrenilir ve birey için alışkanlık niteliği alır. İçselleştirildiği oranda normların yerine getirilmesine yönelik dışarıdan yapılan zorlamalarda gereksiz hale gelir. Ama sürekli olarak dışarıdan yapılan zorlamalar da içselleştirmeyi engelleyebilir. Bu bakımdan sosyalleşme sürecinde dışarıdan yapılan müdahaleler aşamalı olarak azaltılmalıdır. Aksi takdirde gençlerin ileriki yaşlarda da sürekli olarak dışarıdan düzeltilmeleri gerekecek ve olgunlaşmaları hiçbir zaman tam olarak gerçekleşmeyecektir. (21)

*

28 Aralık 2019 Cumartesi

Ali KOÇAK Hocamız

Değerli hocamızı kaybettik. Yüce Rabbimiz Rahmet Eylesin.


Söylemi eyleme dönüştüren bir bilgeydi.
Lise yıllarında karlı kış gecelerinde o şirin evinde bize Namaz Surelerinin anlamını öğretiyordu.
Hayattan damıttığı tecrübeyi, naif ve sempatik bir üslupla bize aktarıyordu.
Özellikle ahlaki bir yaşamın dikkatli takipçisiydi.
Radikalliği dengeledi, frenledi.
Kur'ani bir perspektifin peşinde idi. Hurafelerden uzak tutuyordu bizi.
Gelişmeyi seviyordu. Teknik bir zekaya sahipti.
Müzikal yönü de vardı. Bize ilahi okurdu.
Şiir yazar ve aynı zamanda yine o naif sesiyle okurdu bize.
Her değerli kimse gibi onun da kıymeti bilinmedi.
Gönüllülük esasını ilke edindiği için hep hayal kırıklıklarıyla karşılaştı.
Ama o yine tebliğ görevini aksatmadı. 'Bana anlatmak düşer, gerisi onlara kalmış' diyordu.

13 Şubat 2016 Cumartesi

Şehit Metin YÜKSEL: Yiğit İnsan

        Kovulmuş Şeytanın Şerrinden Allah’a sığınıyorum
        Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla Başlıyorum

        Bizi yaratan ve yaşatan Yüce Rabbimize hamd olsun. Bizim için örnek olan Hz. Rasul’e salat ve selam olsun. Rasulün izinden giden mü’minlere de selam olsun.

        Şehadet bilinci üzerinde durmamız gerekiyor. İslam toplumunun üzerinde ölü toprağı süpürecek olan olan şehadet bilincidir. Yani Allah’a olan imanına şahit tutacağı bir ömür inşa etmek. Bu ufuk olmadığı zaman, Müslümanı salih amel işlemeye sevk edecek güç ne olabilir ki? Bu bilinç olmadan kimseyi bir milim hareket ettiremezsiniz. Bu açıdan şehadet bilinci önemlidir. 

        Şubat ayı şehitlerimizin fazlaca olduğu bir aydır. İslam uğrunda feda ettikleri hayatlarının zalimler tarafından katledilerek sonlandırılmaları çoğunlukla bu ayda vuku bulmuştur. Elbette ki bu ayın diğer aylardan bir farkı yok. Şehitlerimizin varlığı bu ayı bizim için anlamlı hale getiriyor.

        Şehit Metin Yüksel’in tanımak istersek;
        
        17 Temmuz 1958'de Bitlis'e bağlı Kolongo Yaylası'nda dünyaya geldi. Babası, bölgenin tanınmış alimlerinden olan Molla Sadrettin Yüksel’dir. Annesi de yine bölgenin tanınmış kişilerinden olan Şeyh Masum Efendi’nin kızıdır. 

Şehit Metin, doğal olarak İslami bir atmosferde büyümüş ve İslami bilincin tohumları bu şekilde ekilmiştir kalbine. Metin 9 yaşında iken, ailesi İstanbul’a göç ederek Fatih semtine yerleşir. Orta  2'ye kadar okuduktan sonra okulu terk ederek İslami faaliyetlere yoğunlaşmıştır. Yanlarına gittiği büyükleriyle daha çok zaman geçirme ve olgunlaşma fırsatı bulmuş oldu böylece. Ancak MTTB içinde olan Metin bu topluluktan pek tatmin olmaz. 

        O dönemde var olan ve ümmetçi bir bilince sahip olan Akıncılar Teşkilatı’nın Fatih şubesini açmaya karar verir ve 17 yaşında Akıncılar Fatih şubesini açar. İslami bilincinin getirdiği hareket alanı böylece oluşmuş olur. Daha bağımsız bir şekilde iç dünyasındaki imanının inşa ettiği salih ameller tek tek ortaya çıkar. Teşkilatın bir odasında Salı ve Perşembe günleri ücretsiz sağlık hizmetleri veren küçük bir klinik açar. Tanıdığı doktorları ısrarla buna ikna eder ve başarır. Özellikle fakir olan insanların burada tedavi olmasını sağlar. Ayrıca ücretsiz ilaç imkanı da sağlar. Bununla birlikte kaos ve kargaşanın hakim olduğu o dönemde (70’li yıllar) Şehit Metin, İslami hassasiyeti olan öğrencileri ülkücülerin ve solcuların saldırılarından koruyan bir kalkan olur. Onları tehdit edenleri püskürtür ve onlar için güvenlikli bir ortam oluşturur. Dönemin önemli faaliyetlerinden biri olan miting ve protesto gösterileri de Şehit Metin’in en önemli işleri arasındaydı. Mitinglerde en önde yürür ve katılım gösterenleri organize ederdi. Erbakan hocanın olduğu mitinglerde de Metin öndeydi. 

Bununla birlikte Müslümanların gündemini oluşturan bir çok meselede yapılan mitinglerde Metin aktifliğini ortaya koyuyordu, üzerine ölü toprağı serpilmiş olanları uyandırıyordu. Metin bu hareketliliği ile Anadolu’daki Akıncılar Teşkilatlarına da örnek oluyordu. Onları da canlandırıyordu. 

Şehit Metin, dünya müslümalarıyla da ilgileniyordu. İran’da meydana gelecek olan devrim fokurdama aşamasındayken İran’ı da takip ediyordu. Filipinler’deki mücadele ile ilgileniyordu ve bizzat kendi elleriyle çizdiği afişlerle Filipinli Müslümanlar için dayanışma geceleri tertip ediyordu. Afgan cihadı da Metin’in gündemindeydi.  

Bu kadar aktiflik içerisinde olan Müslüman bir genç elbetteki şer güçleri rahatsız etmiş olacaktı. Nitekim ilk başta solcular tarafından canına kast edildi. 1977 yılında henüz 19 yaşındayken solcular tarafından kurşunlandı. Ancak ameliyatlar sonucunda bir hafta içerisinde ayağa kalktı. 

        Bu olaydan sonra Metin artık Müslümanların kahramanıydı ve İslami çalışmalarını böylelikle daha da fazla arttırdı. “O inananlar ki başka insanlar tarafından, “Bakın, size karşı bir ordu toplanmış, onlardan kendinizi koruyun!” şeklinde uyarılmışlardı, ama bu, onların sadece imanını arttırdı ve “Allah bize kafidir; O, ne mükemmel bir koruyucudur!” diye cevap verdiler” (Ali İmran:173) ayetin işaret ettiği gibi kafirlerin güç toplaması ve saldırıya geçmesi müminlerin ancak ve ancak imanını arttırabilirdi. Metin için de aynen öyle oldu. Şehit Metin il il dolaşıp Müslümanlara tecrübelerini aktarıyor ve onlara cesaret veriyordu. Şehit edilmeden önce İzmir mitingi için İzmir’e gitmişti. Konya’daki bir tanıdığından maddi bir destek alıp Filipinlerdeki Müslüman kardeşlerinin yanına gitmeyi planlıyordu. Ancak son olarak İstanbul’u görmek için ve cumasını da orada kılmak için İzmir’den İstanbul’a doğru hareket etti. Fatih semtinde Müslümanların etkinliği ülkücüleri de rahatsız etmişti. Bu arada Metin’in şehadetinde bir gün önce Müslümanların sıklıkla uğradıkları bir çayocağını basıp ordaki Müslüman gençleri darp etmişti ülkcüler, darp ettikleri arasında Metin’in kardeşi Müfit de vardı. Böylece ülkücüler de Metin’i hedeflerine koymuşlardı. Akıncılar teşkilatı ümmetçi bir çizgideydi, Metin de kürttü. Muhtemelen ırkçı ülkücüleri Metin’in bu özelliği de rahatsız  etmişti. Metin duvarlara yazdığı yazıları sadece Türkçe yazmıyordu, aynı zamanda Kürtçe, farsça ve Arapça yazıyordu. Türkiye’de hala ittihat ve terakki’den beri devam ede gelen pantürkist bir çizgi vardı ve bu çizgide olanlar da Metin’in faaliyetlerinden rahatsız oluyorlardı. Oysa Metin, bazı ülkücüleri solcuların elinden kurtarmıştı hatta kendisine ateş edip katleden katili bile. Onlar Metin’i tanıyamamışlardı. Metin Yüksel toplumun ıslahı uğrunda çaba sarfediyordu. Yoksa onun düşüncesinde katletme gibi  bir şey yoktu. Solculara nasihat eden o’ydu. Ülkücülere “gelin konuşalım” diyen de o’ydu. Ancak vahiyden nasiplenmemiş canavarlar Metin’e kıymakta gözlerini bile kırpmadılar. Onu acımasızca şehit ettiler. Cuma namazı çıkışında her tarafın karla beyazlandığı bir ortamda katiller sürüsü caminin avlusunda dolaşıyorlardı. Namaz çıkışı karların üzerinde yürüyen Metin’e doğru yönelen caniler, Metin’e durmaları için seslendiler, Metin de üçüncü seslenişlerinde durup sağ elini paltosunun cebinden çıkarıp kaldırarak “Gelin konuşalım” diyerek döndü onlara doğru, döner dönmez ateş etmeye başladılar Metin’e ve oracıkta yere düştü Metin. Bembeyaz kar, kızıla döndü. Allah yolunda çaba gösteren bir yiğidi vurdular. Kabullenemediler onun cesaretini, hareketini ve aktifliğini. Metin’in arkadaşlarının hastaneye götürme çabaları da bir sonuç vermedi. Başından kurşun yiyen Metin şehit olmuştu.

        Böylece zalimlerin karşılarında duramadığı yiğitler kahpece vuruluyordu. Hasan El Bennalar, Malcolm X’ler de bu şekilde vurulmamış mıydı? Allah’tan korkmayanlar için canileşmekten başka bir yöntem olabilir mi? Azgın kafir, aktif olan müslümandan rahatsız olur. Ondan korkar. Onu yok etmek ister. Ancak Allah da tam aksine bu şekilde olan müslümanı sever. Kurşun gibi saf bağlayıp kendi yolunda savaşanları sever. İslam davası için Ensarullah olanı sever. Malını ve canını bu uğurda feda edeni sever. Ömrünün sonunda hesabın olduğuna inanan bir dakikasını bile anlamsız geçirmek istemez. Metin gibileri toplumların vahye göre inşa olması için gecelerini gündüzlerine kattılar ve kimileri yatağında şehit oldu kimileri de Zekeriyya gibi, Yahya gibi (as) katledilerek şehit oldu. Ancak bu uğurda kanı dökülenlerin sürekli özel yeri olmuştur ümmetin kalbinde. Çünkü can tatlıdır ve onların canı bu yolda alınmıştır. Bizlere de düşen onların bu durumuna saygı duyup onları hak ettiği şekilde anmak ve anlamaktır.

        Genç nesillerimize şehitlerimizi tanıtmalıyız. Gençler hareketi sever, o halde mutedil olan şehitlerimizi de tanımalılar. Adanmışlığın ruhunu kavrasınlar. Şehitlerimizin hiçbiri insanları öldürme, yok etme peşinde değildi. Tam aksine onları vahiyle diriltmeydi onların dertleri. Ama insanlar bunu  anlamadı ve bu kahramanlarımızı acımasızca katlettiler. Allah'ın o zalimlerden bunun hesabını soracağına tüm yüreğimizle iman ediyoruz. Bizlere düşen ise şehitlerimizin fedakarlıklarını, adanmışlıklarını örnek alıp çağımıza taşımaktır.

        “Şehadet Bir Çağrıdır; Tüm Nesillere ve Çağlara”

        Mustafa TOSUN

25 Mayıs 2014 Pazar

"Şunu Derim Hakim Bey: Yıkılan Umutlara İnat Bir Umuttur Yaşamak!!!" Cümlesi Üzerine

Yusuf AYDAR: "Şunu Derim Hakim Bey Yıkılan Umutlara İnat Bir Umuttur Yaşamak" 

       Yaşamak Allah'ın bize verdiği haktır. Bu hakkı nasıl kullanacağımız bizim tercihimize bırakılmıştır. Ancak Allah'ımızın bize sunduğu kullanma seçeneği vardır. Bunu da bize Kur'an'da öğretmiştir ve öğretmen olarak peygamberi göndermiştir. Bu ikisine uyup uymamayı da bize bırakmıştır. Bunun karşısında ise şeytan vardır. Onun ise tek amacı insanın Allah'ın bize sunduğu seçenekleri seçmememiz için elinde geleni yapmaktır. Şeytan bunun için çok sinsi çalışır. Gençleri, kadınları, erkekleri aldatmanın türlü türlü yollarını arar ve uygular. Şeytan dediğim ise sadece cin olan şeytan değil.. Şeytanlaşmış insanlar da bu görevi yaparlar. İrademizi şeytanın yönlendirmesine izin vermemeliyiz. Nefse her hoş gelen şeyi tercih etmek, özgürce yaşadığımız anlamına gelmez. Özgürlük hakkımızı aklımızı da çalıştırarak kullanmalıyız sadece nefsimizi değil.     

27 Mart 2014 Perşembe

İslam'ın Hakimiyeti

1) İslam'ın hakimiyeti, gönüllü bir vahdet sonucu gerçekleşecektir..

2) İşin formülü vahdeti zedeleyecek, kardeşliği bozacak hissi yaklaşımlardan, tek taraflı tercihlerden, uzak durabilmektir.

3) Ölçü nefsimiz değil, Kitab olmalıdır. Bunun için Kitab'tan iyice haberdar olmalıyız.. Aktif nefsimizi, terbiye olmuş nefse çevirmeliyiz.. Kişisel İHTİRASlar dava-mava dinlemez, yerden yere vurdurur.. Esiri olmamalıyız İHTİRASlarımızın.. Bunun örnekleri mide bulandırıcı kadar fazla..

4) Yahudiler, kendilerine gelen ihtilafa düştüler, aralarındaki İHTİRASTAN dolayı... Ve Allah dedi: "Dinlerini parça parça ettiler."... Korkmalı değil miyiz bu sonuçtan...

4 Şubat 2013 Pazartesi

“Onların işleri aralarında müşavere iledir.” ayetinin tefsiri - Seyyid KUTUB


“Onların işleri aralarında müşavere iledir.”

       İfade-i celile mü’minlerin her işinin müşavere ile olduğunu belirterek hayat müşavere rengini veriyor. Daha öncede belirttiğimiz gibi bu ayet Mekke devrinde ve henüz İslam devleti kurulmazdan önce gelmiştir. Şu halde müşavere hususu müslümanların hayatında devlet yönetimindeki müşavereden çok daha şümulludur. Müşavere İslam cemaatinin alamet-i farikasıdır. Henüz devlet kurulmamış da olsa, İslam cemaati hususi manada müşavere emri ile mükelleftir. Vakıa İslam’da devlet, cemaatin şahsi hususiyetlerinin tabii bir sonucundan başka bir şey değildir.Cemaat ferdi ve içtimai hayata İslam nizamını yerleştirerek devlet etme gücünü kendi içinde ve bünyesinde taşır. Bunun için zaten İslam cemaatinde şura prensibi çok erken gelmiştir. Ve şura mefhumu sırf devlet ve hükümet mekanizmasındaki çerçevesinden çok daha geniş anlamlıdır. Meşveret damgası müslümanca yaşamanın ana damgasıdır. İnsanlığa kumanda etmek için seçilmiş olan seçkin topluluğun ana alametidir ki kumanda vasıflarının en gereklilerinden birisidir.

23 Ocak 2013 Çarşamba

İnsan Eşya İle Mutlu Olan Değildir.


    Mutluluğun insanlar tarafından yaşanan bir olgu olduğunu kavrayanlar eşyanın kölesi olmayacaklardır. Eşyaları olmazsa olmaz saymayacaklardır. Bunu yapanların yaşadığı mutluluk değil. Eşya ile insan. Hiç uyum göremiyorum hiç. İnsan ile insan demeye cesaret edemeyenler, kendilerini eşyanın seviyesine indirecek, esfele safilinden olacaklardır. Eşyaya gösterdiğin ilgi ve alakayı neden insana göstermiyorsun? Neden yüreğin insan kalitesinde bir sevgi üretemiyor da, eşya kalitesinde sevgi üretiyor. İnsandan bir dostun olsun mu istersin yoksa eşyadan bir dostun mu?! Bir problemin olduğu zaman bunu insanla mı çözüyorsun yoksa eşya ile mi? Eğer düşüncen de mekanikleşmişse herhalde "eşya" diyeceksin.

    Ruhunu hapsettiğinin farkında mısın? Adem ile Havva insanca mutluluğu paylaşmışlardı. Belki onların hiç eşyaları da yoktu. Eşya hayatını yaşantı yapar, ama insanla yaşadığın hayatın adı yaşamdır. Eşya ile yaşadığın hayat saman alevidir. İnsan ile yaşadığın hayat ise sönmeyenbir köz. Alevlerin albeniliğine kandığın zaman unutma ki bir zaman sonra üşüyeceksin. Köz lazım insana köz. Sürekli yanan bir köz. İşte bu insandır. İnsana yönel, insanı sev, temizleyeceksen eşyayı değil insanı temizle, arkasından konuşma, hatasını ortaya çıkarma, onu koru, onu düzelt. İnsan ile ilişkinde yorulacaksın belki ama işte mutluluk dediğin şeyi onun ardında bulacaksın. Eşyanın ardında mutluluk yok sadece işlevsellik var. İşini yapar eşya sadece sana dost olamaz. O halde bir eşya için insanın kalbini kırma. Eşyanın düzgün duruşundan çok insanın düzgün duruşu sana huzur vermeli. Çevrende onlarca bozuk insan varsa senin eşyaların düzgün olsa ki ne?!. Şu üç günlük dünyada eşyasız olur belki veya az eşya ile olur ama insansız hiç olmuyor anla bunu!. Mutluluk ruhun haz aldığı bir eylemdir, bedenin de nasibi var elbet, eşya bedeni rahata kavuşturur ama ruhun sorunlarını çözemez. Kalbini ve zihnini olgunlaştırmamışsan beni anlamakta zorlanacaksın. Ama zorlan ne olursun. Kır artık kabuğunu, çık ortaya. İnsanca yaşamak değilse gayemiz, peki nedir gaye şu sınırlı ömürde. Kitaplar, sohbetler, dertler işte bunlar senin dostun olursa manevi mutluluğu tadabilirsin. En önemlisi de Allah'ın vahyi ile bağ kurarsan. Allah kitabında "eşya/meta sahiplerinin mutlulukları seni aldatmasın" diyor. Onların ki geçici bir haz, mutluluk değil zira. Senin amacın kalıcı olmak değil mi? Eşya işlevselliği ile anlam bulur, yoksa haddi değil onun insana mutluluk sağlamak...

Ben eşya mutlu olanlardan değilim...
Ben vahiy ile mutlu olanlardanım...
Ben insan ile mutlu olanlardanım...
Ben ruhsuz ve donuk değilim...
Mutluluğu eşyaya hasretmem, eşya mutluluğun kölesi bile olamaz.
Eşya işlevi varsa anlamlıdır. 

21 Aralık 2012 Cuma

"Evlilik Şiirle Başlar, Şuurla Devam Eder."

İnsanoğlu tam da imtihan edilecek bir formatta yaratılmıştır. 
İnsan hamken, ruhsal anlamda adeta
hayvani düzlemdedir. Basiretle bakarsak şayet Yüce Allah'ın insanın önüne çıkardığı kolaylıklar, zorluklar, engeller, rahatlıklar kısaca hayatta karşısına çıkardığı her şey hamlıktan kurtarmak içindir. Hiçbiri kalıcı değildir. Ne zorluk ne de kolaylık. Hedef insanın beşer düzeyinde kalmamasıdır.

Zorluğa düşen insan, hemen yelkenleri indirmemeli; kolaylığa eren insan "küçük dağları ben yarattım" türünden kibre kapılmamalı. Şayet olursa bunlar, işte o zaman kaybetmiştir insan, hamlıktan kurtulana kadar. Peki bu gel-gitler ne zamana kadar sürer? Tabi ki ölünceye kadar. Hamlıktan kurtulan insanca yaşamanın manevi hazzına erer ve ahirette salihlerle haşrolur, ham kalan ise dünyada da ahirette de ızdıraplar içinde kalır. 

Bu düzlemde, bu bakış açısıyla baktığımızda evlilik de hayatın önemli kavşak noktalarından biridir. Bu kavşağa geldiğinizde hangi tarafa döneceğinizi bilmiyorsanız, belirsizlik halet-i ruhiyesi peşinizi bırakmayacaktır. Ama siz, kararlılığınızı koruyabilirseniz yanlış da olsa girdiğiniz kavşakta ilerlerken elbet doğru yola döneceğiniz bir yol bulabileceksiniz, bu da işin önemli bir yönü. Buradan hareketle evlilik için bir önbilgi, ön hazırlık gerekli midir diye sorarsak, kaçınılmaz olarak 'evet' deriz. Hatta insanların evlilik ile ilgili bilgileri kulaktan duyma türünden basit ve sathi olmamalıdır. Bu bilgisizlik veya sathi bilgiler yuvanın temeline farkında olunmadan açılmış bir boşluktur ve o boşluk sürekli  yuvanın sarsılmasına sebeb olacaktır. Canım cicim ayları bitince bu boşluk etkisini daha da gösterir. Bu konuda ehil insanların kitaplarına bakılmalı ve ehil insanlara sorulmalıdır. Tecrübeler iyi okunmalıdır. 

İki özel insanın ömür boyu hayatını bir arada yaşaması basit ve sıradan bir olay değildir. Evvela bu bilinmelidir. Öyle 'battı balık yan gider' mantığıyla evlilik olmaz. İlerde severler nasıl olsa birbirlerini diyerek olmaz, çocukları olsun düzelir mantığıyla da olmaz. Sonu boşanma ile bitmeyen her evlilik mutlaka sağlıklıdır da denilemez. Evliliği taşıyacak bir şuur seviyesi oluşmazsa büyük bir acı kazanına dönüşür o yuva ve insan döner durur o kazanda.

Uyuşmayan hayaller, idealler ve istekler olduğunda bu iki füzenin çarpışması gibi bir etki yapar bazen. Bu bilinmelidir ve insan kendini buna göre hazırlamalıdır. Bu durumda "feragat ve fedakarlık" kavramını iyice bellemeli ve pratiğe dökebilmelidir. Bunu öğrenmelidir evli çiftler. Tabi ki var olan ideallerinden taviz vermeden. Ama hayatın her aşamasında idealinizin ayrıntılarına kadar icra edilmesini beklemeniz biraz da gerçekçiliğe aykırı olabilir. İdeallerinizin kesin ve kat'i olanlarını korumak şartıyla bazı zevkler ve renkler konusunda uyuşmadığınız durumlarda eşinizin isteğini tercih edebilirsiniz yahut saygı gösterebilirsiniz. Zira o sizin eşiniz ama kopyanız değil, olmamalı zaten. Bu aşamalarda "sevgi ve muhabbet" kavramlarının adeta bir itfaiye rolü vardır. Bu durumu iyi kullanmamız gerekmektedir. Şayet ihtilaflar derinleşirse ve bu konuda insani erdemler araya girmezse (anlayış, fedakarlık, feragat etme, sabır vs.) o zaman ihtilaf ateşi büyür ve belki bir süre sonra "sevgi itfaiyesi" de buna müdahale edemez. Egoların, hamlığın meydana getirdiği ihtilaf ateşini söndüremez. 

Sevgi ve saygı sürekli beslenmeli ve güçlendirilmeli. Hayatın her aşamasında gerekecektir yuvaya bu iki güç. Sevgi yürekte üretilen bir güçtür. Yüreği ham olan tipler bu gücü üretmekte zorlanırlar. Sonuç hüsran olur o zaman. En basit bir engel karşısında bile durulamaz. Yüreksiz insanlar evlilik yapamazlar sadece basit ve zorlukla dolu birliktelik icra ederler. Geminin alt katında kürek çeken köleler gibi... Hamlıktan kastım bu işte, sevememek, merhamet edememek, saygı duyamamak... 
Böyledir şuursuz evlilikler...

Temelini vahiyle atan evlilikler Allah'ın izni ile sarsılsa bile yıkılmaz. Vahiyle atmak demek öyle lafın gelişi değil, kastettiğimiz şuur halinin vahiyle oluşmasıdır insanda. Yoksa duvara Kur'an asarak olacak şey değil. Vahiyle ve Nebi'nin sünnet bilinci ile inşa olan şuurlar birbirini besler, yuvayı sağlamlaştırma konusunda destek olurlar. Şuur evliliğin mayasıdır. Evlilik tadını şuurda bulur. Şuur babalığın/anneliğin sorumluluğunu taşımaktır. Şuur, eşini kopyası olarak görmemektir. Şuur, eşinin ailesine saygı duymamaktır. Şuur, eşini köle gibi görmemektir. Şuur, eşinin de farklı huy ve mizaçlarının olabileceğini kabul etmektir.  

Bu aşamadan sonra şunu da ifade etmek gerekir ki, sevgi itfaiyesinin söndüremediği karı-koca çatışmasını sonunda "boşanma" dediğimiz negatif itfaiye söndürür. Ama bu defa ihtilaf tek sönmez, ailenin tamamı söner. Çok mecbur kalmadıkça bu duruma gelmemek gerek belki ama kaçınılmaz olunca da vaki olması engellenemez. Bu da hayatın bir gerçeği, şeriatın bir kabulü... 

Sevgili gençler... Evet şiir yazın nişanlınıza, sözlünüze... Çiçek alın... Ama bilin ki aile dediğimiz "devlet", şiir ve çiçekle ayakta durmaz sadece. Şiir ve çiçeğin yerini muhabbet, fedakarlık, saygı, anlayış, sabır, helal lokma, kıymet bilme, anne babaların değerini bilme, çocuğu hayırla yetiştirme gibi şuur hamleleri almazsa yuvanız sıkıntıya girer. Zira bu hayat zorlu bir hayat ve tek boyutlu değil. Bizden söylemesi... 

Selam ve dua ile... /Mustafa TOSUN

20 Aralık 2012 Perşembe

Günlüğümde "Bir Gün"

11.11.2012

    
Bu akşam Hakka Suresi'nin 25-52. ayetlerine çalışmaya başladım. Salı günü yapacağımız sohbette anla(t)mak için. Bana denk gelen ayetler amel defterini sol tarafından alacak olan bedbahtlarla ilgili olan ayetlerdi. Çok ürpertici bir üslupla anlatıyordu Kur'an. 

     Kur'an'ı Kerim'in konu ettiği meseleler bizlerin sürekli iç içe olduğu meselelerdir. Yani Kur'an'ı Kerim toplumsal meseleleri sistematik bir şekilde işliyor, yüzeysel bir temas yapmıyor. Bunların en önemlilerinden bazıları mal/para/servet...

     Okuduğum sure cehennemliklerin yoksulları doyurmayı teşvik bile etmediklerini söylüyor. İnsandaki bu merhametsizliğin sebebi maddeye/mala olan bağımlılıktır. Başka bir ayette şöyle diyorlar: " Allah'ın, eğer dilemiş olsaydı yedireceği kimseyi biz mi yedirecek mişiz?" (Yasin:47) Buradan anlıyoruz ki şahsiyetsiz kişilerin parası, malı çoğaldığında küstahlaşmaları da kaçınılmaz oluyor. Ruhunun hamurunu mana mayasıyla yoğurmayanlar en ufak bir sorumluluk gerektiren müdahaleden rahatsızlık duyarlar. Hayatın sonlu olduğunu unutmak veya ölümle her şeyin biteceğini sanmak bu çağda yaşayanların tipik bir özelliğidir. İnsanı cehenneme götürecek düzeyde olan ameller de bu özellikten neşet etmektedir. İnsanı tatsız yapan şey, ölümü unutması değil midir?

     Yaşadığımız şu hayatta tekamüle ulaşmak hep sıkıntılarla gerçekleşmektedir. Bundan dolayı hayat yolculuğunda heybenizde sürekli sabır azığı olmalıdır.

Sabır nedir peki?

Sabır şahısların, olayların, nesnelerin karşısında güçsüz kalıp tükenmemektir.

Sabır tüm olumsuzluklara rağmen hakikat kelebeğini yürekten uçurmamaktır.

Sabırlı olan kişi olayların ve şahısların karşısında yüce olmayı başarmış kişidir. Nice insanlar sabrı kuşanmadıkları için geleceğe dair tüm planlarını geçmiş kilerine atmışlardır. Vahiy bizlere Yüce Allah'ın sabredenlerle beraber olduğunu söylüyor. O halde bu hal, şerefli bir haldir.
İnsanı tatlı yapan şey Allah'lı bir yüreğe sahip olmasıdır. Rabbani öğretileri hayatına yansıtmayan insanların oluşturduğu bir toplumda yaşıyorum ve yüreğimin tadı sürekli kirletilmeye maruz kalıyor. 
Vahyin yüreğimdeki hakimiyetine darbe vuruyor bu toplum.

Evet, Hakka Suresi demiştim. Allah'a güvenmeyen ve yoksulla ilgilenmeyenler, zincirlerle bağlanıp ateşe yaslanacaklardır. Bunu bilmek ve buna inanmak ve ürpermek insana adeta sabrı öğretiyor. Küçük belalara ve sıkıntılara katlanmayanlar, bundan güç toplamayanlar zorlu bir sürecin eşiğine yaklaşıyorlar demektir. Dünyada yaşayan cehennem adayları, aslında bir bakıma insanı olgunlaştıran, geliştiren dünyevi sıkıntılardan kaçtıkları için azab yurdu dediğimiz sonsuz sıkıntıyı barındıran cehenneme giriyorlar. Peşin gelen sıkıntı aslında sana ileride verilecek bir ücretin habercisidir. Tabi ki bu sıkıntıyı Musa'ca karşılamışssan...

Mustafa TOSUN
     

28 Kasım 2012 Çarşamba

Tevhidi Gerçekliğin Işığında - Atasoy Müftüoğlu

- Batı Bloku sadece Doğu Bloku ile olan ilişkilerinin gerginleştiği dönemlerde kullanmak üzere İslam unsurunu yedekte bir araç olarak değerlendirmektedir. (31)

- Gerek Batı'lı ve gerekse Doğu'lu müstekbirler şemsiyeleri altına alınmış bulundukları Müslüman toplulukları, Allah'ın dini İslam'ın bütün dinamikleriyle ortaya çıkması ihtimaline karşı sürekli olarak uyarıyorlar. (31)

- İstiyorlar ki bu İslam, krallara, emirlere, başkanlara ve bunların her tür uygulamalarına karşı sesini yükseltmesin. Yine bu çevreler istiyorlar ki krallı, kraliçeli, emirli, şeyhli, şahlı İslamlar olsun, ancak İmamlı bir toplum örneği vücut bulmasın. (31)

- Emperyalistler için dünyada İslam'ın geri dönmesinden başka korku yoktur. (31)

- Kafirlerin sürüp giden saldırılarından ciddi bir şekilde etkilenen kimi çevreler İslam'ı bir sözcük olarak bile kullanmaya cesaret edememekte, sağcılığın, muhafazakarlığın, gelenekçiliğin, görenekçiliğin, milliyetçiliğin ve mukaddesatçılığın şemsiyesi altına sığınma ihtiyacı duymaktadırlar. (32)

- Mekke'li hanifler içinde iman şahsi ve özel bir durumun ifadesiydi. Bu bakımdan Haniflerle müşrikler arasında ciddi bir sorun çıkmıyordu. (34)

- Bugün de, kimi Müslüman topluluklar, kendi zihinlerinden düzmece mazeretler nedeniyle imanlarını saklı tutmakta, tevhidi bir tavır sergileyememekte, imanın kendilerine yüklenmiş bulunduğu sorumlulukları açıklamak üzere daha müsait mevsimler beklemektedirler. (34)
- Her mü'minin asli görevi hayatın içinde her olguyu tevhidi perspektifle değerlendirmektir. (34)
-Realitelerin baskısına karşı duramayanlar, tevhidi mücadelenin günümüzdeki yansımasını ya hayalcilikle ya da romantizmle suçlamaktadırlar. (35)

- Allah'a kulluğu çok soyut bir ilgi halinde, kullara kulluğu ise çok somut bir ilgi halinde yaşayarak tevhidin rahmet ve bereketine ulaşılamaz. (35)

Allah'ın velisi ve dostu olmak, Allah'ın hukukunu korumakla kabildir. Allah'ın velisi ve dostu olmak, Allah'ın ve O'nun yasalarının düşmanlarına düşman olmakla kabildir. (36)

- Belirsiz tavırlar kaçınılmaz bir azabı haber verirken, belirgin tevhidi tavırlar bir kurtuluşu haber vermektedir. (37)
- İslam'ın geçmişteki başarılarını konuşmak gelenek haline gelmiştir. (38)
Yığınlar nazarında İslam yalnızca ahiret hayatıyla ilgili kıymetler manzumesi olarak hatırlanmaktadır. (38)
Bir yandan siyasal düzenlerin fiili baskısı, diğer yandan modernizmin psikolojik baskısı sonucu Müslüman topluluklar, bu baskıları tümüyle ortadan kaldırmayı amaçlayan tavırlar ortaya koymak yerin, bu baskı unsurlarıyla uzlaşarak baskıları hiç değilse asgari sınırlar içerisinde tutabilecek tavırlar geliştirmişlerdir. (39)
Hayatın içindeki rolünü tevhidi duyarlılığa göre belirleyen Müslümanlar için, ne doğuculuğun, ne batıcılığın, ne sağcılığın, ne solculuğun bir değeri yoktur. (39)
Bir insan hem müslüman, hem laik, hem liberal, hem demokrat, hem kapitalist, hem marksist olamaz. İnsan bunlardan ancak biri olur ya da olmaz. (41)
Müminler namazla bütün putları ve putçu eğilimleri ayakları altına alır. (44)
Zekat, insanı eşyaya ve mala kulluktan, bireycilikten ve cimrilikten kurtaran, toplumla ilişkimizi kardeşlik hukuku içinde tanzim etmemizi sağlayan, müslümanların birbirlerini bütün yönleriyle paylaşmasını temin eden kutlu bir vecibedir. (44)
Beşeri yasalar kötülükleri ortadan kaldırmak yerine, onları sosyal realiteler olarak kabul ediyor. (44)
Sinenizde maraz yoksa her türlü kimlik sorunuyla başa çıkabilirsiniz. (45)
Allah'la ilişkileri dürüst ve düzenli olan, Allah'la ilişkileri sürekli ve içtenlikli olan Allah'ın himayesine mazhar olmuş demektir. (45)
Müslümanlar şu ya da bu kabileye, sınıfa ve renge, şu veya bu mezhebe ve ulusa bağlı bulunmakla değil, sadece İslam'a bağlı bulunmakla şöhret kazanır. (45)
- Kitabı Kerim zulme, isyan ve tuğyana başkaldırmayı emrederken, saltanat kültürü müslüman yaftasını taşıdıkça zalim, asi ve baği de olsa sultanlara itaat edilmesi gerektiğini uyulması zorunlu bir disiplin haline getirmiştir. (52)
- Tavrımız geçmişten gelen bütün köprüleri atmak olmadığı gibi, geçmişten gelen bütün köprüleri asabiyetle korumak da olmamalıdır. (53)
Geçmişten bize intikal etmiş bir eserin mutlaklaştırılması, bir alimin ya da fakihin mutlaklaştırılması, bir şeyhin ya da müçtehidin mutlaklaştırılması, atalar mirasına bağlı ve ancak onunla kayıtlı bir dini hayatın ortaya çıkmasına neden olmaktadır. (53)
Hiç bir muvahhidin modern hayat hayat tarzının getirdiklerinden olumsuz bir yönde etkilenmesi düşünülemez. (56)
Günümüzde insan, modern teknolojinin ürettiği aygıtlar eliyle bilgilendiriliyor. Bu aygıtlar paketlenmiş bilgiler üretiyorlar. Paketlenmiş bilgiler de paketlenmiş çağdaş insanlar üretiyorlar. (57)
Her hangi bir sorunu çıktığında Kitabın hükmü budur, Resul'ün buyruğu budur tarzında bir tavır seçmek yerine, filan veya falan alimin ve de fakihin tavrı budur gibi bir yol seçiliyor. (58)
Dinini aslına ilişkin, tevhidin aslına ilişkin bir hassasiyeti canlı tutmak yerine, biçimsel kimi tezahürler yaşatılmak istenmektedir. (58)
Hicret, müşrik bir toplumda müslümanların karşılıklı ödünler almak ve vermek suretiyle içiçe yaşayamayacaklarının en açık kanıtıdır. (59)
- Allah'ın müdahalesine izin ve imkan verilmeyen bir ortamda yaşamaya yol bulanlar için hicret bir uyarı ve bir modeldir. (60)
Hicret, müşriklerin egemenliklerine razı olmamanın, onların egemenliklerini paylaşmamanın ilk göstergesidir. (61)
Bilindiği gibi Peygamberimiz Efendimizle hicret etmeyip Mekke'de kalan, imanlarını açıkça izhar etmedikleri için müşriklerle bir arada görünen müslümanlar Kuran'ı Kerim tarafından takbih edilmişler ve nefislerine yazık eden müslümanlar olarak anılmışlardır. (62)
Cahili hayat tarzı içinde ve bu hayat tarzına bağlı olarak yürütülen bütün arayışlar beyhudedir. (63)
Çağdaş ilişkiler, İslam'da Müslüman arasına aşılması güç barikatlar koymuş bulunmaktadır. (76)
- Muvahhidlerin Rabbani ve Rahmani tüm melekelerini bir ahlak haline getirerek karşı karşıya bulunduklarını kişilik zaaflarını gidermeleri tevhidi bir ibadettir. (76)
İslam kendisini seçen herkesten, her durumda bu seçimini en önde ve en başta tutmasını istemektedir. (76)
Ulusal ve laik ideolojilere dayalı düzenlerin gündeminde iki tür İslam bulunmaktadır. Bunlardan birincisi dost bir İslam, ikincisi ise düşman bir İslam'dır. Dost İslam ilgili düzenlerin her alandaki uygulamasını büyük bir teslimiyetle kabul eden, düşman İslam ise bu uygulamalara karşı çıkması ihtimali düşünülerek sürekli olarak baskı altında tutulan ve resmi dilde 'irtica' olarak yaftalanan bir İslam'dır. (77)
İslam dünyasından askeri varlıklarını geri çeken sömürgeciler, kültürel varlıklarıyla bu ruhu canlı ve etkin kılmaya devam etmektedirler. (77)
Sağcılık, solculuk, muhafazakarlık ve devrimcilik her hangi bir batı toplumunda o toplumun kendi sisteminin mantığı içerisinde bir değer ifade edebilir. (79)
Biz burada, tevhidi gerçekliğin bilincine varmış her  müslümanı sağcılığın ve muhafazakarlığın her türlüsünden tenzih ederiz. (79)
Tevhidi bilincin ve tavrın bütün boyutlarıyla yaşatılamadığı toplumlarda sapma daha geniş ve daha derin boyutlara ulaşmaktadır. (80)
- İslami kişiliğini yitirmemiş ya da kazanamamış bir toplumda Müslümanlar, siyasal, kültürel ve sosyal baskılar sonucu, bu baskıların yoğunlaştığı noktaların dışında, baskı unsurlarının gözüne batmayacak zeminler üzerinde çalışmalar yapmayı alışkanlık haline getirmişlerdir. (81)
- İslam şu  veya bu sistemin yaralarını sarmak, şu ya da bu sistemi ıslah etmek için kullanılamaz. İslam şurada veya burada ortaya çıkmış kimi boşlukları doldurmaya memur edilemez. Dünyevi her hangi bir modelde İslam bir katkı maddesi olarak kullanılmaya elverişli değildir. İslam'a ait her ilke ve değer ancak kendi sistemi içinde bir aktivite belirtir. (81)
Sentez fikri de ne kadar iyi niyetlerle getirilmiş olursa olsun, sonuçları itibariyle bir güvensizliğin ve umutsuzluğun nişanesidir. (82)
İslamı, tevhidi bir görüş manzumesi içerisinde kabul edenler için tavırlarını Doğu'ya ya da Batı'ya göre belirlemek değil, Allah'a göre belirlemek vardır. (82)
İman ve İslam'ı tevhidi bir sevda haline getirenlerin önünde hiç bir kuşkunun ve kuruntunun bir yeri bulunamaz. (82)
Gerek geleneksel olanın ve gerekse modern olanın tevhidi bağlamda sorgulanmamış olması, giderek bunlarla uzlaşma sorununu gündeme getirmektedir. (83)
Rahmani gerçeklik kendi sistematiği içinde bir varlık belirtmekte, şeytani gerçeklik de kendi sistematiği içinde bir varlık belirtmektedir. İki gerçekliğin birbirleriyle yardımlaşması söz konusu olamaz. (83)
Allah'a itaatın vücut bulmadığı her ortamda anarşi vücut bulur. (84)
İslam yazdıklarımızla ve söylediklerimizle olmaktan çok yaptıklarımızla vücut bulacaktır. (85)
- Kalbinde ve vicdanında helal kazanma kaygısını büyütenleri kuşkusuz Allah koruyacak, gözetecektir. (86)
- Cahili düşüncelerin şemsiyesi altında yaşamak, insanı bütünüyle dini hazlardan, coşkulardan uzaklaştırır. İlk dönemin Müslümanları, bilgiyle olduğu kadar aşkla, aşkla olduğu kadar coşkuyla da donanmış bulunuyorlardı. (87)
Kişiliğini Allah'ın eliyle bulmamış bir topluluğun izzetinden söz edilemez. (88)
İslam'ın yalnızca bir mezhebin imkanlarıyla açıklanması, ya da yalnızca bir mezhebin ilkeleriyle kuşatılmak istenmesi de Müslümanlar arasındaki farklılaşmayı derinleştiren etkenler arasında bulunmaktadır. Öncelikle bilinmesi gereken husus şudur ki, her hangi bir mezhebin ilkeleri din bütünü olarak algılanamaz. (91)
Tekelci zihniyet, dünyasını her şey bizimle kaim, her şey bizimle mümkün anlayışı üzerine bina etmektedir. (91)
Psikolojik iklim şartları sürekli olarak müslümanların aleyhine işletilmektedir. (93)
Müslümanlar başkaları tarafından belirlenen program ve yöntemlere bu bunları uygulamaya memur ve mahkum edilemezler. (93)
Müslüman topluluklar için din, yani İslam, bütün unsurlarıyla yaşanılabilir bir gerçeklik olmaktan çıkmış, yalnızca ideolojik bağlamda yaşatılabilen bir kültür ilgisi haline dönüşmüştür. (94)
Issızlarda İslami özlemleri dile getirenler, kamuoyu önünde sağcı politikaların uygar mümesilleri olarak hayatlarını devam ettirebilmektedirler. (94)
Zihni düzlemlerde Rahman'ın yasaları geçerliliğini korurken, pratik hayatın içinde Şeytan'ın yasaları yürürlüğe girmektedir. (95)
Müslümanlar geçmişi kavmi duyarlıkla değil, tevhidi bir duyarlılıkla irdelemelidirler. (95)
Bilinmelidir ki soyut tartışmalar Müslümanları birbirinden uzaklaştırmakta, bereketi ortadan kaldırmaktadır. (97)
Tevhidin ruhunu kavramak demek, kainatta her şeyin varlığının ancak Allah'ın iradesi eliyle mümkün olacağını kavramak demektir. (101)
- Tevhidi gerçekliği ruhunda bütünüyle yaşatamayan insanın bütün ibadetleri boşa çıkabilir. (101)
Tevhidi düşünceyi sadece soyut bir gerçeklik halinde tutan toplumlarla, onu bir harekete dönüştürmüş toplumlar arasında büyük farklar vardır. (103)
Modern kültür değerleriyle yoğrulmuş bir çevrede de İslami değerler ve davranış biçimleri bütünüyle yadırganmakta ve hayret nazarlarıyla karşılanmaktadır. (104)
Vahye dayalı bir sistemle, insan zihninin ürünü bir sistem arasında bir yakınlık kurulamaz. Bu iki sistemden de birbirleriyle uyuşmaları beklenemez. (104)
Bir düşünce ancak fonksiyonlarının tezahürleriyle hayatını sürdürebilir. Fonksiyonlarını yerine getirme imkanı bulamayan bir düşünce zamanla taşlaşma durumunda kalacaktır. (105)
Allah bir topluma neye layık bulunuyorsa onu veriyor ama sürekli olarak da her toplumu uyararak asıl layık olduğu şeyi hatırlatıyor. (106)
Taklit olgusu neredeyse bütün Müslüman halkların ayırd edici özelliği haline gelmiş bulunmaktadır. (106)
Din'i yalnızca toplumsal kültürün bir parçası olarak alan toplumlarda da müzmin bir durgunluk ve umursamazlık gözlemlenmektedir. (107)
Yığınların ruhi ve zihni melekeleri, uluslararası siyasetin en etkin aracı, haberleşme aygıtlarıyla iptal edilmektedir. (107)
Fikri temellerden yoksun her davranış yok olmaya mahkumdur. Fikri dayanaktan yoksun heyecanlar anlık hassasiyetlerin yansıması olacak kalacaktır. (109)
Pek çok ilke gibi İslam kardeşliği ilkesi de sözde yaşatılan ilkeler arasında girmiştir. Öteden beri Müslüman halklar üzerinde uygulanan ulusalcı politikalar nedeniyle İslam kardeşliği ilkesi bütünüyle tahrip edilmiş bulunmaktadır. (109)

7 Mart 2012 Çarşamba

DİN Ne Demektir?

        Din: Arapça köken itibariyle "deyn" kökünden türetilmiştir. Deyn: borç demektir. Kürtçe'de 'den" deriz.. O halde ıstılahi olarak ise şu anlamı taşır: Din=Borçluluk bilinci. Diğer anlamlarıyla: takib edilen yol, hesap bilinci, itaat v.b anlamları mevcuttur... (Kurana göre Dört Terim/Mevdudi)

        O halde İslam Dini: İlkeleri Allah tarafından belirlenmiş ve elçisi Hz. Muhammed aleyhisselam tarafından bize bildirilmiş ilahi SİSTEMDİR..

        İlahi sistemi kabul etmeyenler kendi akıllarınca yol, yöntem belirlerler ve bizlerde bu duruma deriz ki: "İşte bu kendi akıllarınca belirledikleri yol her ne ise onun DİNİDİR."
Din kavramı insanlık tarihi ile yaşıt iken ve bir realite iken yeni yetme ideolojilerin rüzgarına kapılıp dini tamamen yok sayacak hale gelmek! Şeytanın inkar politikasının hedefini bulduğunu gösterir.. Ama elbetteki İslam'ı iman hamlesini de sürekli yapan imanlı kullarda olagelmiştir.. Bu Allah'ın bir yasasıdır.. Yani küfür de iman da sıfıra inmeyecek!
Hayatın özetini isteyene şunu diyelim: "Hayat, senin hangi tarafta olup olmadığındır."





Öne Çıkan Yayın

RAB NE DEMEKTİR? MUSA PEYGAMBER CEVAPLIYOR:

__ Kimmiş bakayım sizin Rabbiniz ey Musa? __ Bizim Rabbimiz her şeyin YARATIŞINI (helqehu) takdir edip, sonra da yaratılış AMACINA (heda) y...