14 Şubat 2021 Pazar

Kürt Meselesinin Çözümüne Dair - Alparslan Arslan

*Bu yazı Alparslan Arslan'ın 14.02.2021 facebook  profilinden alınmıştır.

KÜRT KONUSU

23 Ağustos 1514 Çaldıran Savaşıyla Şah İsmail'in boyunduruğundan kurtulan Kürt halkı 1639 İran'la yapılan Kasr-ı Şirin andlaşmasına kadar tek parça halinde Osmanlı yönetiminde kalmış, bu tarihten sonra Doğu-Batı olarak ikiye bölünmüştür. Bu dönemde Osmanlı, Şeyh İdrisi Bitlisî önderliğindeki Kürt halkıyla masa başında 6 maddelik bir anlaşma yapmış, 1839 Tanzimat Fermanı'nın Kürt halkını merkezileştirme gayretleri neticesinde sarsıntı geçirse de Cumhuriyet'in kuruluşuna hatta Lozan'a kadar bu anlaşma sürdürülmüştür.

Kürt halkı, Lozan Anlaşmasında batılıların azınlık hakları teklifini reddedip, kendilerini kurucu millet olarak görerek 1921 anayasasında bunu gerçekleştirmelerine rağmen; 1924 anayasasıyla tek milletli bir kuruluş anayasasıyla devre dışı bırakıldıklarını fark ettiklerinde sorunlar baş göstermeye başlamıştır.

1921 Anayasası’ndaki durumları
Savaş sürerken hazırlanmış, kısa (23 madde ve bir ek) ve koşullar nedeniyle ‘meclis hükümeti’ sistemi (konvansiyonel sistem) kuran bir anayasa. İlk maddesi egemenlik tanımı değiştirilmiş olup şöyle açıklanıyordu: “İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.” Ayrıca Türk devleti yerine, etnik vurgu taşımayan ‘Türkiye devleti’ tercih edilmişti.

Bugün için özel önem taşıyan düzenlemeler ise 10. madde ve sonrasında: Ülke, coğrafi ve iktisadi gereklilikler nedeniyle vilayet (md. 11-14), kaza (md. 15) ve nahiyelere –bucak- (md. 16-21) ayrılmış, vilayet ve nahiye ‘şuraları’ oluşturulmuş ve bunlara muhtariyet/özerklik verilmiş, bu şekilde halkın yerel düzeyde ‘kendi kendini yönetme’ hakkı geniş şekilde tanınmıştı. Yerel düzeyde manevra kabiliyetine sahip ‘vilayet şuraları’, yasalara bağlı kalmak kaydıyla ‘sağlık, maarif, iktisat, tarım, medreseler ve sosyal yardımlaşma’ gibi konularda yetkili kılınmıştı. Halka en yakın birim olan nahiye şuraları da merkezden bağımsız karar alabilecekti. Halk tarafından seçilen şuranın ve onun tarafından seçilen idare heyetinin, derecesi özel yasalarca (kavanini mahsusa) saptanan iktisadi ve mali yetkileri vardı. Bu yapıyı, bugünün ‘bölgeli devlet’ sistemine benzetebiliriz.

Peki böylesine geniş yerel yönetimin gerekçesi neydi?
Konu üzerine yazıp çizenler hemen hep aynı şeyleri vurgular: 1921’in yerel yönetim anlayışı, güçlü halkçılık düşüncesinin, memur otokrasisiyle mücadelenin, savaş sırasındaki yerel kongre iktidarlarının, Sovyet sistemine (sovyet=şura) öykünmenin, yani Bolşeviklerle ‘ittifak’ siyasetlerinin ürünüdür (Taksim heykelinde Mustafa Kemal’in arkasındaki iki Bolşevik komutanı hatırlayın).
Saptamalar tabii ki makul. Ancak Kurtuluş Savaşı ve sonrasındaki birtakım gelişmelere, Mustafa Kemal’in açıklamalarına ve Mustafa Kemal’in ‘1924 Anayasa Taslağı’na vs. bakıldığında, yerel özgürlüklerin pek uygulanmasa da uzunca bir süre Kürt sorununa yönelik bir ‘manevra’ olarak öngörüldüğünü düşünmek fazlasıyla mümkün.

Gelelim bize bunu düşündüren bir diğer önemli belgeye:
İzmit Basın Toplantısı’nda Kürt halkına tanınan yetkiler
Bu toplantının, 1987 yılında ortaya çıkana dek ‘eksik!’ yayımlandığı anlaşıldı. Ocak 1923 tarihinde (Lozan’a ara verilen tarih) İzmit’te gazeteci A. Emin Bey’in Kürt meselesine ilişkin sorusunu Mustafa Kemal şöyle yanıtlıyor: “Kürt meselesi; bizim yani Türklerin menfaatine olarak da katiyyen mevzubahis olamaz. Çünkü malumualiniz bizim hudud-u milliyemiz dahilinde mevcut Kürt anasır o surette tevattun (bir yeri vatan edinmek) etmiştir ki pek mahdut yerlerde hali kesafettir (yoğun). Fakat kesafetlerini kaybede ede ve Türk anasırının (unsur) içine gire gire öyle bir hudut hasıl olmuştur ki Kürtlük namına bir hudut çizmek istersek Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek lazımdır. Faraza, Erzurum’a kadar giden, Erzincan’a, Sivas’a kadar giden, Harput’a kadar giden bir hudut aramak lazımdır. Ve hatta Konya çöllerindeki Kürt aşaririni de (aşiretler) nazar-ı dikkatten hariç tutmamak lazım gelir. Binaenaleyh başlı başına bir Kürtlük tasavvur etmekten ise bizim Teşkilat-ı Esasiye Kanunu mucibince zaten bir nevi mahalli muhtariyetler teşekkül edecektir. O halde hangi livanın (vilayetten küçük, kazadan büyük, bugün olmayan bir birim/sancak) ahalisi Kürt ise onlar kendi kendilerini muhtar olarak idare edeceklerdir.”

Görüldüğü gibi Mustafa Kemal, 1923’ün Ocak ayında, 1921 Anayasası’nda yer alan özerkliğin Kürt sorununu halledeceği kanısındadır. Denilebilir ki, ‘O esnada Lozan görüşmeleri henüz sürüyordu ve Meclis’te güçlü bir muhalefet vardı.’
Ancak ‘üçüncü’ bir belge, Mustafa Kemal’in Lozan imzalanıp onaylandıktan sonra dahi konuya ilişkin görüşünü pek değiştirmediğini ortaya koyuyor: O belge, Mustafa Kemal’in hazırlanmasında bizzat yer aldığı Anayasa Taslağı.

Anayasa Taslağı’ndaki tanınan yetkiler
Taslak, Çankaya’daki bir arşiv çalışması sırasında bulundu ve 1998’de yayınlandı (Kentbank tarafından). Mustafa Kemal önce müsveddesini yazmış, Hasan Rıza Soyak tarafından temize çekilerek Adalet Bakanı ve Komisyon’a gönderilmiş. Komisyon’da bakanlar ve davet edilen uzmanlar (Ziya Gökalp, Yunus Nadi, Ahmet Ağaoğlu, Yusuf Akçura gibi) görev yapmış. 21 Ekim’de teslim edilmiş. Mustafa Kemal ve İsmet Paşa’nın üzerinde çalışıp bazı değişiklikler yaptıkları metin 28 Ekim 1923 gecesi tamamlanmış. İşte bu taslakta da Mustafa Kemal, 1921 Anayasası’nın ‘muhtar/özerk’ yerel yönetim yapısını olduğu gibi korumuştur.

Ezcümle, 28 Ekim 1923 tarihinde yani Lozan’dan sonra ve Cumhuriyet’in ilanından saatler önce, 1921’in ‘muhtar’ yerel yönetim modelini önermiştir (md. 105-114 arası). Oysa altı ay sonra kabul edilecek 1924 Anayasası’nda söz konusu model çöpe atıldı. O altı ayda koskoca bir özerk yapı önerisinin hangi süreç sonunda gözden çıkarıldığı açık değil. Fakat Lozan'da verilen sözler unutulmuş gözükmektedir.

ÖNERİLERİMİZ:
EMPATİ MERKEZLİLİK
-Devletin ismi herkesin kendisini içine aldığını düşündüğü daha kuşatıcı bir isimle değiştirilebilir. Mesela Anadolu bunun için kapsayıcı bir isim. Ya da Erdemliler Devleti gibi.
-Anayasa'da hiç bir ırkı öncelemeden vatandaş merkezli bir tanımlama yapılmalı.
-Yazılacak Anayasa Dünyanın neresinde uygulanırsa uygulansın her toplumun "bu bana uyar" diyebileceği nitelikte evrensel olmalı.
-Her bölgede en kalabalık ırk hangisiyse eğitim o dilde yapılmalı, diğer diller alt dil olmalı.
-Yavuz Sultan Selim ile Şeyh İdrisi Bitlisi arasındaki masabaşı anlaşmanın ruhu her daim korunmalı, Kürt halkının savaşla değil, gönüllü olarak birleştikleri unutulmamalı.
-Kürt halkı "bağımsız devlet olsaydık Fırat ve Dicle'den elde edilecek enerji ile Doğu'da çıkartılan petrol geliri bizim olsaydı mevcut zenginliğimizin altında kalır mıydık?" sorusu rakamlarla anlatılmalı, üstündeyse de en azından o seviyeye çıkartılacak ekonomik tedbirler alınmalı.
-Türkler kurucu millet oldukları için diğer etnik ırklara karşı, kendisinin Türklüğünü göze sokucu tavırlardan kaçınmalı.
-Türklüğün bir üst kimlik olduğu iddiasından vazgeçilmeli. Kerameti kendimizden menkul değil, hizmet ettiklerimizden menkul olmalı.
-Öyle kuşatıcı bir anayasa yapmalıyız ki her nereyi fethedersek edelim her toplumu kuşatmalı, dominant millet, sömürgeci millet korkusu yerine hizmetkâr millet anlayışı sunulmalı. Şu anda Afrin gibi PKK ya da İşid'in belli bir süre yönettiği topraklarda sunduğumuz hizmetlerle önceki yönetimler arasındaki kalite farkımız ortaya konmalı.
-İngilizlerin yönettikleri toplumlarda yaptırdığı bağımsızlık referandumlarında yöre halkının her defasında İngilizlere bağlılığa evet denmesi şeklinde gönül rızasıyla yönettiği gibi, bize bağlı halklara her ne zaman referandum yapsak evet dedirtecek şekilde hizmet sunmalı, bu halklarda da her an ayrılabilme rahatlığı olmalıdır. Ya da bu özgüven hem yönetende hem de yönetilende olmalıdır.
-Öyle bir yönetim şekli sunulmalıdır ki Batı'ya kaçmaya çalışan insanlar tekrar bizim yurdumuza dönmeye can atmalıdır. Ya da Barzani'nin yönettiği devleti gözlemleyen Kürt halkına daha iyi bir yönetim altında bulundukları hissi verilmelidir. "Zalim Kürt yönetici, adil Türk yöneticiden hayırlıdır" imajı kırılmalıdır.
-Türk devleti ve milleti olarak bölünme stresi ve kasıntısı altına girerek değil, büyüme ve fetih merkezli, kimseye korku salmadan, "Türk halkı her nereyi yönetirse oranın halkı mutlu olur" inancı ve kanaati verilecek siyaset uygulanmalıdır.
-Kürt halkı iki kötüden en az kötüyü tercih etmek gibi bir tercih zorunluluğunda bırakılmamalıdır. Doğal olarak insanlar "kötü olacaksa kendi kötümüz olsun" anlayışına yönlendirilmemelidir.
-Devlet Bahçeli Kürt halkıyla barışık bir siyasi modele razı edilmelidir. İktidar partisinin "Kürt milliyetçileri mi, Türk milliyetçileri mi?" ikilemi kıskacından çıkması sağlanmalıdır. Her iki tarafın marjinalları ile değil, orta yolda olanlarıyla hareket edilmelidir.
-Bölgenin Hizbullah gibi guruplarının tövbeleri kabul edilmeli, muhatap alınmalıdır. Diğer STK'lar ile de sıkı bir diyalog takip edilmelidir.
-PKK konusunda ise Ahmet Türk gibi fevri hareket etmeyen karakterleri bulup bunlar üzerinden halkı kucaklayıcı adımların atılmasının önü açılmalıdır. Bu konuda belli riskler göze alınmalıdır.
-Diyarbakır anneleri türü platformlar üzerinden dağdan inişler af görüntüsü verilerek tasfiye süreci daha işlevsel olarak devam etmeli.
- Şuur altımıza sinen kelime ve kavramlarımızı tekrar gözden geçirmeliyiz, mesela neden Kürtlere “Kürt kökenli” deriz de kendimize “Türk asıllı” deriz? Kürt’ler bitki gibi de biz yüce bir topluluk olduğumuz için mi asiliz? Kürtleri zihnimizde ikinci sınıf vatandaş olarak görüyor muyuz yoksa eşit vatandaş gözüyle mi görüyoruz, kendimizi çek etmeye ihtiyacımız gözden geçirilmeli.

Yorumlar


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder






Öne Çıkan Yayın

RAB NE DEMEKTİR? MUSA PEYGAMBER CEVAPLIYOR:

__ Kimmiş bakayım sizin Rabbiniz ey Musa? __ Bizim Rabbimiz her şeyin YARATIŞINI (helqehu) takdir edip, sonra da yaratılış AMACINA (heda) y...