21 Ocak 2021 Perşembe

Sünneti Anlamada Yöntem - Yusuf El Karadavi

         "Allaha itaat ediniz, Resule itaat ediniz ve sizde olan emir sahiplerine de..." (nisa,59)

Ayette zikredilen ulu'l emr'den kastedilen ise; "...halbuki onu Rasule ve aralarındaki yetkili kişilere götürselerdi, içlerinden işin iç yüzünü araştırıp çıkaranlar, onun ne olduğunu bilirlerdi..."(nisa,83) ayetinin işaretiyle hüküm çıkarmaya gücü yeten alimler ve ümmetin kendilerine Allah'ın hükümlerini tenfiz yetkisini verdikleri ve buna sıkıca sarılıp ondan asla ayrılmayan yöneticilerdir. (1)

*

        İslam'ın zuhurundan beri, Resulullah'ın sünnetiyle ihticac (delil getirme), Allah'ın kitabıyla ihticac gibi algılanmış ve kabul görmüş ve bu, müslümanların imam ve müçtehidlerinin tesbit etmiş oldukları kurallara uygun olarak yapılmıştır. (2)

*

        Sünneti Kur'an'ın mücmelini beyan, mübeyyenini tafsil, ayetlerini tavzih, beyanları tefsir, hükümlerini tatbik eder. (2)

*

        Gerçekten tenkid çalışmaları ve tahlil metodlarına baktığımızda; isnad tenkidi sahasında sarfedilen oldukça büyük gayretler ile, metin tenkidi sahasında harcanan sınırlı gayretler arasında büyük bir mesafe olduğunu görmekteyiz. Aynı şey, metin tenkidini öğrenip, çalışma ve tahlili için ilmi ölçüler ve metodlar koymada ve çeşitli hadislerin zaman, mekan, çevre ve vakıa ile alakalarını ortaya çıkarmada da söz konusudur. (4)

*

            Nitekim Yüce Kur'an, pratikte olması gereken yöntemin hayat aktarılması ve uygulanması hareketini bizzat kendisi yönetmekte, yöntemine uygunluk arzetmesi için bu hareketin bütün yönlerini gözetip kollamakta, ebedi olarak insanlığın kendisine başvurması için meramını en en kamil bir şekilde ifade etmektedir. (4)

*

        Zaten Allah ve Resulüne iman eden bir müslüman sünnetin hüccet oluşunu inkar edemez. (5)

*

        Ne fıkhın sünnetinden geçmeyen sünnet ne de sünnete dayanmayan bir fıkıh anlayışından hareketle İslam medeniyeti ve İslam kültürü oluşturulamaz. (7)

*

        İnsanla ve risalet arasında zaman uzayınca, diğer anlayış ve izah unsurlarının ve vasıtalarının yanısıra lugat dönemi başladı. Bu lugat dönemi o kadar gelişti ki, bazılarının nazarında diğer anlayış vasıtalarını da geçip, anlama ve açıklamada yegane bir araç haline geldi. Böylece lügata dayalı lafızcı düşünce doğdu ve gelişti. Hatta bazısı, zaman, mekan, tarih ve hayatın akışı çerçevesi dışında amel eden bir takım etkin akımlar yetişti. Onlardan bazısı ümmetin uyanışını engelleyen kavga ve kargaşa vs hususları, daha da çok arttırdı. Bütünüyle İslam'ı, tarihi şekilcilikte aramaya başladılar. Birçok düşünce ve tezlerini, vukuu imkansız olan şeyler üzerine bina ettiler. Bütün öğeleriyle bir sünnetin bütün zaman ve mekanlarda aynen tabikini denemek gibi bir yanılgıya düştüler. Oysa bu, değişen dünya hayatında imkansızdır. Şu halde çağdaş sünnet çalışmaları bu problemlere nasıl çözüm getirecek, İslam düşüncesini kendisine karşı olan tehlikeli unsurlardan nasıl uzaklaştıracak, İslam düşüncesini kendisine karşı olan tehlikeli unsurlardan nasıl uzaklaştıracak, İslamı, kültürel ve medeni içeriğinden neredeyse soyutlamaya çalışan mihrakların tasallutundan nasıl kurtaracaktır? Çünkü, onlar İslam'ı, bir toplum, bir ümmet ve bir medeniyet meydana getirmesi mümkün olmayan lugavi ve lafzi kalıplara ve bireysel davranış biçimlerine ve şekilciliğe indirgediler. (13)

*

        Eylemden aciz, etkilenmeye razı olan, kültürel üretkenlikten yoksun, tüketimle yetinen bir düşüncenin bir devlet, bir ümmet veya bir medeniyet meydana getirmesi söz konusu olamaz. (14)

*

        "Kim İslam'da iyi bir çığır (sünnet) açar da sonra onunla amel edilirse, ecirlerinden hiçbir şey eksiltmeksizin, onların ki kadar ona da yazılır. Kim de İslam'da kötü bir çığır (sünnet) açar, ondan sonra onunla amel edilirse, onu işleyenlerin günahlarından hiçbir şey eksilmeksizin, onların günahı kadar da ona yazılır." (Müslim, Zekat 69, ilim 15)(21)

*

        "Sizden öncekilerin sünnetlerine (gidişatlarına) karış karış, kulaç kulaç mutlaka uyacaksınız. Hatta onlar bir keler deliğine girseler, oraya mutlaka siz de gireceksiniz!" Sahabe: 'Onlar  Yahudiler ve Hıristiyanlar mı?' diye sorunca (Rasulullah) 'Ya kim olacak?' buyurdular. (buhari enbiya 50, i'tisam 14, Müslim İlim 6, İbni Mace, Fiten 17, Ahmed Müsned, c2, s450) (22)

*

        İmran b. Husayn şöyle demiştir: "Kur'an indi, Allah Resulü de sünnet koydu." (26)

*

        Ömer b. Hattab da şöyle der: "Size birtakım insanlar Kur'an'ın müteşabih ayetleriyle mücadele etmeye gelecekler. Siz de onlara karşı sünnetleri ele alarak karşı koyun. Çünkü sünnetlere sahip olanlar Allah'ın kitabını en iyi bilenledir." (26)

*

        ... adlı eserde, sünnet kelimesi ve onunla ilgili diğer maddelerde zikredilen haberleri okuyan birisi, onun arapça ve İslam'a ait bir kelime olduğunu açıkça görür. Ve onun Tevrat'ı açıklayan İsraili rivayetler mecmuası için yahudilerin kullanmış oldukları İbranice mişna kelimesinden alınmadığnı ve müsteşriklerin iddia ettikleri gibi, müslümanların onu sünnet kelimesi şeklinde arapçalaştırmadıklarını da öğrenmiş olur. Ki bu tartışmaya değmez batıl bir iddiadır. (27)

*

        Başka bir konumda ise sünnet, bid'atın karşılığı olarak kullanılmaktadır. Irbad b. Sariye'nin rivayet ettiği şu hadis-i  şerif buna işaret etmektedir: "Yaşayanlarınız birçok ihtilaf görecekler. O zaman siz benim sünnetimle, benden sonraki raşid halifelerin sünnetine yapışınız. Ona dişlerinizle sımsıkı sarılınız. Aman sonradan ortaya çıkan durumlardan sakınınız. Çünkü her bid'at sapıklıktır." (28)

*

        İbni Mesud şöyle der: "Sünnet (sınırları) içerisinde orta yollu davranmak, bid'at içerisinde çaba sarfetmekten daha hayırlıdır." 28)

*        

        Sahabe: "Vehn nedir ey Allah'ın Resulü?" dediler. O da: "Dünya sevgisi ve ölümden hoşlanmama" buyurdular. (32)

*        

        Bazı Hadisler:

        Müslüman dilinden ve elinden diğer müslümanların güvende olduğu kişidir.

        Muhacir, Allah'ın yasaklarından göçedip uzaklaşandır.

        (Kişi) güreşle (kas gücüyle) güçlü olmaz. Gerçek güçlü, gazab esnasında nefsine hakim olandır.

        Cihad edenler için, Allah, cennette yüz derece hazırlamıştır. İki derece arası, gök ile yer arası kadardır.

        Kim inanarak ve ecrini yalnız Allah'tan umarak Ramazan orucu tutarsa önceden işlediği günahları bağışlanır. Kim inanarak ve ecrini Allah'tan umarak Ramazan gecelerini (teravih vb.) ile değerlendirirse önceden işlemiş olduğu günahları bağışlanır. 

        Zarar vermek de, zarar görmek de yoktur.

        Bir kadın halasıyla ve teyzesiyle (aynı kocanın nikahı altında) biraraya getirilemez. 

        Nesebden dolayı (evliliği) haram kılan (akrabalıklar), emişmeden dolayı da haram kılar. 

        Kafir müslümana müslüman da kafire mirasçı olamaz. 

        Her yerde ve her zaman Allah'tan sakın, kötülüğün ardından iyilik yap ki onu imha etsin, insanlara karşı güzel ahlaklı ol. 

        Beni namaz kılarken gördüğünüz gibi namaz kılınız.

        Hristiyanların Meryem oğlu İsa'yı (yüceltmede) aşırı gittikleri gibi, siz de benim hakkımda aşırılığa düşmeyin. Lakin 'Allah'ın kulu ve Rasulü' deyin.

        Oğlu İbrahim vefat ettiği gün, güneşin tutulması üzerine, bazı insanlar: "İbrahim'in ölümünden dolayı güneş tutuldu" dediler. Bunu duyan Peygambe as "Güneş ve ay Allah'ın ayetlerinden iki ayettirler. Hiç kimsenin ölümünden dolayı yas tutmazlar. (35-39)

        *

           Namaz hakkında Hz. Enes'in şu sözünü nakledebiliriz:

        "Nebi as, çok soğuk olduğunda, namazı erken (vakitte) kılar, çok sıcak olduğunda ise geciktirerek kılardı."

        *

        Şüphesiz Neb as'ın sünneti asla herhangi bir batılı içermez. Çünkü, sünnet ister kavli olsun, ister fiili olsun, Allah, Rasulünü bundan korumuştur. Zira onların hepsi, insanlar için bir örneklik ve ittiba konusudur. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Gerçekten, sizin için Allah Rasulü'nde güzel bir örnek vardır." (Ahzab:21)(56)

        *

        Şüphesiz sünnetin bir kısmı, Allah tarafından Rasulüne, gizli veya açık, uykuda veya uyanık iken vahy yoluyla gelmiştir. (Blog yazarı olarak bu ifadeye katılmıyorum. M.T) (57)

        *

        Halid b. Üseyd'in, Abdullah b. Ömer'e şöyle dediğini rivayet ederler: "Biz Kur'an'da, normal ikamet halindeki (hazar) namazı ve korku namazını buluyoruz ama sefer namazını bulamıyoruz? İbni Ömer dedi ki: "Ey kardeşimin oğlu! Biz hiçbir şey bilmezken Allah bize Muhammed as'i gönderdi. Biz ancak O'ndan gördüğümüz şeylere uyuyoruz. Namazın yolculukta kısaltılması da O'nun koymuş olduğu bir sünnettir." (67)

        *

        İbrahim en-Nehai şöyle derdi: "Rey ancak rivayetle, rivayet ise ancak reyle ile düzgün olur" (74)

        *

        Sonra İbni Teymiyye şöyle demektedir: "İşte bu on sebep açıktır. Hadislerin birçoğunda, bir alimin belli bir hadisle amel etmeyi terk ederken, orada bizim kavrayamadığımız bir delili bulabilir. Şüphesiz ilmin dereceleri (çok fazla) ve geniştir ve biz alimlerin iç alemlerindeki her şeye muttali olamayız. (80)

        *

        Bazı sufilerden, sünnet ilminden veya bütün ilimlerden uzaklaştıran ve bunlara ihtiyaç olmadığına işaret eden birtakım sözler nakledilmektedir. Mesela bazıları şöyle demiştir: "Sufiyi ahberena ve haddesena (şeklinde hadis rivayeti ile) meşgul olduğunu görürsen derhal ondan uzaklaş!" (81)

        *

        Bir başkası şöyle diyor: "Siz ilminizi yaşayıp ölenden alıyorsunuz, Biz ise ilmimizi diri olan ve ölmeyen (Allah)dan alıyoruz!" Yani onlar -keşif yoluyla- direk olarak Allah'tan alıyorlar. Nitekim onlardan kimileri de şöyle der: "Kalbim bana Rabbimden haber verdi ki..."

        Alleme İbni Kayyım bu gibiler için şöyle demiştir: "Ya cahilliği mazur görülecek kadar cahil olması, yahutta şatahatını itiraf eden bir şatahatçı olmasıdır." (81)

        *

        Ebu Süleyman ed-Darani ra şöyle diyor: "Bazen, günlerce kalbime (şu sufi) topluluğun nüktelerine benzer bir nükte düşüyor da, onu ancak iki adil şahidin şahitliğiyle kabul ediyorum: Onlar da Kitap ve Sünnettir." (82)

        Yine o adam şöyle demiştir: "Bir adama, havada yükselmeye varıncaya dek çeşitli kerametler verildiğini görseniz bile, emir ve nehy, hadlerin (islami yasalar ve cezaların) korunması ve şeriatın yaşanması hususlarında nasıl davrandığını görmedikçe ona uymayınız!" (83)        

        *

        Ahmed b. Ebi'l Hıvari (ra) ise şöyle demektedir: "Sünnete, uymaksızın amel eden kimsenin ameli batıldır. Ancak burada tasavvuf erbabı, pek çok zayıf ve münker hadislerinonların nezdinde revaç bulması açısından eleştirilebilir. Hatta onların hadis ilmindeki sermayelerinin azlığından ve sahihi ile zayıfını fazla ayırt edemediklerinden dolayı çok defa uydurma ve asılsız hadisler bile kültürlerine girmiştir." (83)

        *

        Onların eleştirilecek diğer yönleri de, hadis imamları, hadisin senedini zayıf görseler veya "aslı yoktur" ya da "uydurma bir hadistir" deseler bile, sufilerin böyle bir hadisi keşf ve ilham yoluyla sahih görebilme iddialarıdır. Nitekim onlardan bazıları "(Yüce Allah buyurdu ki): "Gizli bir hazine idim. Tanınmak istedim ve beni tanımaları için mahlukatı yarattım." şeklindeki (sözde) "kudsi hadis" hakkında şöyle demiştir: "İsnad bakımından sahih değilse de o, keşif cihetinden bizim nezdimizde sahihtir." Oysa ki bu ise ümmetin alimlerinin icmaı ile reddedilmiş bir sözdür. Çünkü hadisin kabul veya reddi için (alimlerin) ortaya koydukları ölçüler, hadisin senedi veya metniyle ilgili konulara mahsus ölçülerdir. "Keşf" ise sır şahsi bir ölçüdür. (84)

        *

        Kur'an anayasa konumunda, sünnet ise onu açıklayıp yorumlayan kanun ve yönetmelikler pozisyonundadır. (85)

        *

        Hevasına göre konuşmayan ve de masum olan Nebi as'dan gelen bir hadisin sahih olduğu kanaatine varan her müslüman, hadisin konusu ister akide olsun, ister amel olsun onun içeriğine inanır, inanması da gerekir. (86)

        *

        Bundan dolayıdır ki, Ehl-i sünnetin çoğunluğu, Mu'tezile, Hariciler ve diğer fırkalar hakkında her ne kadar onların sahabe ve onlara güzellikle tabi olanların metodundan ayrıldıklarına ve bidatlere düştüklerine hükmetmişlerse de, ehli sünnet tarafından sahih hadislerle tesbit edilmiş akide ile ilgili bazı konuları inkar etmelerine rağmen (ehli sünnetin çoğunluğu) bur fırkaları tekfir etmemişlerdir. /86)

        *

        İslam alimi Şah Veliyullah Dehlevi ismiyle bilinen Hindistan'lı Ahmed ibn Abdurrahim Huccetullahi'l Baliğe adlı eşsiz ktiabında sünnetin bütün yönlerinin esrarını açıklamaya özen göstermiştir. (90)

        *

        Af Hadisi

       Allah kitabında neyi helal kılmışsa o helal, neyi de haram kılmışsa, o da haramdır. O'nun suküt edip herhangi bir şey söylemedikleri ise af (dairesi)dir. Öyleyse Allah'ın bu afiyetini (hoşgörü ve serbest bırakmasını) O'ndan kabul ediniz. Şüphesiz Allah hiçbir şeyi unutmaz. Sonra Nebi as şu ayeti okudu: "Ve Rabbin unutkan değildir" (91)

        *

        Kur'an'ın hepsi hiç şüphe edilmeyecek kesinlikte tevatür ile sabit olmuştur. Sünnet ise böyle değildir. Zira onun bir kısmı tevatür ile büyük çoğunluğu ahad haberlerle sabit olmuştur. (92)

        *

        3-Kur'an'ın kabul veya reddetmeyip, herhangi birşey söylemediği bir hususta (yeni) hüküm getiren hadisler. "Hayızlı kadın orucu kaza eder ama namazı kaza etmez." hadisi gibi. Yine kişinin hanımının üzerine onun halası veya teyzesini de nikahlamasının haram kılınması, nine ve baba tarafından akrabalarına düşecek miras, şufa ile ilgili hükümler, nesebden dolayı (evlenilmesi) haram olanların, emişmeden dolayı da haram olması, ehli merkeblerin, her türlü yırtıcı-pençeli hayvanlarla, yırtıcı-tırnaklı kuşların etlerinin haram kılınması, zinet olarak altın ve ipeğin sadece erkeklere haram kılınması, kabirleri mescid edinmenin yasaklanması, dövme yapana yaptırana, peruk takana taktırana, (güzelleşmek için) kaş, kıl vb aldırana lanet edilmesi ve bunlardan başka gerek ibadet ve gerekse muamelat konularında gelen hadislerdeki yeni hükümlerde olduğu gibi. Allame İbnul Kayyım'ın dediği gibi bu üçüncü kısım hiçbir şekilde Kur'an ile çelişmez. Çünkü bunlar ilk olarak Nebi as tarafından ortaya konulmuş birer teşridir (yasamadır) ve bu konularda ona itaat etmek farz, karşı gelmek de haramdır. (94)

        *

        Kur'an şu ayet-i kerime ile Rasulün Allah'ın indirdiklerinin açıklayıcısı olduğunu beyan ediyor: "Sana da bu zikri (Kur'an'ı) indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın..." (Nahl:44) (96)

        *    

        İbn Hazm, İbni Teymiyye ve başkalarının da dediği gibi, milletler ve dinler tarihi öğrenimi yapmış olan ilim ehli çok iyi bilirle ki, dini ilimlerin ve "nübüvvet ilmi"nin naklindeki sahih ve muttasıl isnadın şart koşulması, ümmetler arasında yalnızca İslam ümmetinin kendine has bir özelliğidir. (106)

        *

        Yine birçok defa, ravi zabt sahibi, hafız ve başarılı birisi iken yaşlandığı için hafızası zayıflar ve öğrendiği şeyleri karıştırmaya başlar ve bu yüzden de hadisçiler artık onu da zayıf bir ravi sayar ve hakkında: "Hayatının sonlarında bellediklerini karıştırmıştır" derler. Artık onlar, ondan rivayet eden ravileri çeşitli işaret ve deliller vasıtasıyla sınıflandırarak şöyle derler: "Bu, ondan, karıştırma döneminden sonra rivayet etmiştir, yahut da ondan ne zaman rivayet ettiği bilinmemektedir. İşte bu yüzden reddedilir. (109)

        *    

        Hadisi Rasulullah'tan işiten sahabeyi zikretmeksizi, yalnızca "Rasulullah şöyle buyurdu" demeleriyle hadis kabul edilmez. Çünkü hadisi başka bir tabiiden, o tabiinin ise başka bir tabiiden işitmiş olması ihtimali vardır. İşte aradaki vasıta bilinmediği zaman hadis kabul edilmez. Her ne kadar bazı fakihler bu tür hadisleri özel şartlarda kabul ediyolarsa da, hadisçiler bu tür hadislere mürsel hadis adını vermektedirler. (110)

        *

        Genel olarak adalet sahibi ve kabul görmüş bazı ravilerin halinden, zaman zaman bazı vasıtaları düşürüp fulan'dan gibi ihtmalli bir lafız işittiği anlaşıldığında hadisçiler buna tedlis adı vermektedirler ve onun hadislerinden ancak "filan bana hadis rivayet etti, filan haber verdi veya falandan işittim vb" dite rivayet ettiklerini kabul etmektedirler. Nitekim meşhur siret sahibi Muhammed ibni İshak hakkında dedikleri bu. (110)

        *

        Hadis şaz olmamalıdır. Onlara göre şaz'ın anlamı: "güvenilir bir ravinin, kendisinden daha güvenilir olan kimselerin rivayetine aykırı bir şekilde rivayet etmesidir. Mesela, güvenilir bir ravinin hadisi belli bir siga ile veya belli bir fazlalıklarla rivayet ettiği halde, daha sonra ondan daha güçlü ve daha güvenilir başka bir ravinin başka bir siga ile ve bu ziyade olmaksızın rivayet etmesi gibi.

        Yine bir ravinin hadisi bir ifade ile, iki veya daha çok olan cemaatin ise başka bir ifade ile rivayet etmeleri de böyledir. Burada daha güvenilir olan hadisi kabul edilir ve buna mahfuz denilir. Ravisi güvenilir ve makbul olmasına rağmen muhalif olanın ki reddedilir ve buna da şaz adı verilir. (111)

        *

        Hadis dış görünüşüyle, üzerine toz kondurulamayacak kadar makbul gözükse de bu tenkitçi sarraflar ona bakar bakmaz, hadisin bünyesinde taşıdığı ve zayıflığını gerektirecek bu bozukluğu derhal ortaya çıkarırlar. İşte buradan, İlel İlmi denilen geniş bir ilim doğmuştur. (111)

        *

        İbni Abbas, Nebi as'dan rivayet etmektedir: "Aman dinde aşırılıktan sakınınız! Zira sizden öncekiler dinde aşırılıkları sebebiyle helak oldular" (müsned, nesai, ibni mace)

        Yine İbni Mesud rivaye etmiştir: Nebi as iç defa "Haddi aşanlar helak oldu" buyurmuştur. (müslim) (120)

        *

        Bu sebeble senedsiz hadisi kabul etmediler. Yine teker teker ravilerin bizzat kimler olduğunu, doğumundan ölümüne kadar yaşantısını, hangi halkadan olduğunu, şeyhlerinin, arkadaşlarının ve talebelerinin kimler olduğunu, emin oluşu ve takvasının, hıfz ve zabtının, meşhur ve güvenilir ravilere muvafakatı ile garib haberlerle infirad etmesinin boyutlarının ne olduğunu bilip açıklamadıkça da senedi kabul etmediler. 

        Bunun içindir ki: "İsnad dindendir. Eğer isnad olmasaydı, herkes her dilediğini söylerdi". "İsnadsız ilim taleb eden, gece odun toplayan gibidir." demişlerdir. (121)

        *

        Şartları ve kayıtlarıyla isnad talebindeki bu tetkik, İslam ümmetinin özelliklerindendir. İslam, bununla tarih ilminin metodlarını ve esaslarını koymada çağdaş ve medeni milletleri geçmiştir. (121)

        *

        Beyhaki, Osman ibni Ömer'in de şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir adam Malik'e gelip bir mesele sordu. Malik ona: "Resulullah şöyle şöyle buyurdu dedi. Bu defa adam: "Senin görüşün nedir?" deyince, Malik ona: "O (Resul'ün) emrine muhalefet edenler, kendilerine bir fitnenin gelmesinden, yahu acıklı bir azabın isabet etmesinden sakınsınlar."(nur:63) ayetiyle cevap verdi. (149)

        *

        Yine Beyhaki Yahya bin Durays'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Sufyan'ın yanındaydım, ona bir adam geldi ve dedi ki: "Ebu Hanife'yi yadırgamıyor musun?" Sufyan: "Ne olmuş ona?" dedi. Adam: "Onu şöyle derken işittim: "(Herhangi bir hükmü) önce Allah'ın kitabından alırım, eğer onda bulamazsam, Rasulullah'ın sünnetinden, Allah'ın kitabı ve Rasulü'nün sünnetinde bulamazsam onun ashabından görüş alırım. Onlardan ise dilediğiminkini alır, dilediğiminkini ise bırakırım. Yalnız onların sözünden başkasının sözüne bakmam. Amma, İbrahim eş'Şabi'nin, İbn Sirin, el Hasen, Ata ve ibnul müseyyeb'e gelince -daha başka alimleri de saydı- gelince onlar içtihad eden bir topluluktur ve onlar gibi ben de içtihad ederim."   (150)

        *

       Hatta Sufyan bin Uyeyne gibi bazı alimlerden rivayet edilmektedir ki:   "Eğer biz yönetim bizim elimizde olsaydı, gerçekten fıkıhla uğraşmayan her hadisçiyi ve hadisle uğraşmayan her fakihi hurma dalıyla döverdik." (151)

        *

        Ne gariptir ki, hükümlerde zayıf hadis ile amel edilmeyeceği üzerine ittifak edilmesine rağmen fıkıh kitaplarında birçok zayıf hadis bulunmaktadır. Çoğunlukla ise onu, sadece faziletler, terğib ve terhibde kabul etmiştir. (151)

        *

        Fakihlerden bazıları da, bazı hadisleri kitablarında delil göstermişler, ancak sonradan gelen alimler bu hadislerin zayıf olduğunu tesbit etmişlerdir. Önceki alimler, bilmeyerek yaptıkları bu istidlallerinde mazurdurlar. Fakat zayıf olduklarını sonradan öğrenen alimlerin hala böylesi hadisleri delil göstermelerinde ise kabul edilecek bir mazeret yoktur. ayet o, şeriat nasslarından başka bir delile, yahut genel kaideler ve külli maksatlardan birine dayanmıyorsa, o hadisten çıkarılan hükmün terkedilmesi gerekir. (152)

          *

       "Malda zekattan başka bir hak yoktur"

        Tirmizi'de, İbn  Mace'de ve Taberi'nin tefsirinde hadisin aslı: "Malda, zekattan başka hak da vardır" şeklindedir. Sonra İbni Mace'nin bazı nüshalarında eski bir hata yapıldı ve hadisin başına "leyse=yoktur" ifadesi ilave edildi ve hata bu şekilde yayılıp devam edegeldi. Nitekim buna Tarhu't Tesrib fi'ş Şerhi't Takrib'de Hafız Zeyneddin el-Iraki'nin oğlu hafız Ebu Zur'a da işaret etmiştir. Yine Allame Şakir ise Taberi tefsirine yapığı tahricinde bunu beyan etmiş ve sadra şifa verecek kadar delil göstermiştir. (154)

        *    

        Rafii'nin, Gazzali'nin -ki ikisi de Şafii imamlardandır- Veciz adlı kitabına yaptığı şerhindeki hadisleri tahric eden İbni Hacer'in Telhisu'l Habir'ine bakan kimse bunun doğruluğunu orada açıkça görür. İbni Hacer, şafii olmasına rağmen, kitabta delil olarak gösterilen hadislerin bir çoğuna zayıf demiştir. Çünkü hakk, uyulmaya daha layıktır. (157)

        *

       Çünkü İhya'da nice zayıf hadisler, nice asılsız ve uydurma olduğuna hükmedilmiş haberler vardır! (162)

        *

        Tefsir kitapları da böyledir. Özellikle de surelerin faziletleri, peygamber ve salih kimselerin kıssaları ve nüzul sebebleriyle ilgili haberlerden ancak bir kısmı sahihtir. Örnek; Sa'lebe kıssası cidden zayıftır (166)

        *

        Birçok İslam beldesinde bulunan mescidlerdeki hatip ve vaizlerin çoğunun afeti, onların geceleyin odun (ile birlikte yılanları da) toplayanlar gibi olmalarıdır. Onların düşüncesi, sahih veya hasen bir senedi olmasa da, halkı harekete sevkedebilecek haberleri almaktır. Öyle ki, neredeyse bulunduğum her cuma hutbesinde veya her vaaz dersinde zayıf hadislerden, hatta çok zayıflarından, bazen de uydurmalardan bir demet işitmişimdir. (167)

        *

        Böylece o vaiz, sahih ve hasen hadislerden oluşan sermayenin yokluğuyla, garip hikayelerden, rüyalardan ve israiliyattan oluşan kesat malı revaca çıkardı. İktisatçıların dediği gibi adi para iyi parayı defeder. (168)

        *

        İbn Hacer el-Heysemi'nin Fetvası:

        Meşhur Şafii fakih, Allame ibn Hacer el-Heysemi, naklettiği hadislerin ravisini açıklamayan, sahih haberleri batıl haberlerle karıştıran her hatibi, hitabetten men etmelerini zamanının yöneticilerinden, ısrarla istemesiyle gerçekten isabetli iş yapmıştır. 

        Nitekim, el-Feteva el Hadisiyye'sinde şöyle demekte: "Kendisine her cuma minbere çıkan ne hadisi aldığı kitabı, ne de ravilerini açıklamadan konuşmasında birçok hadis zikreden hadisin hakkında gereken nedir? diye sorulunca, şöyle cevap verdi:

        Hadiste ehil olmak şartıyla, hutbelerinde hadislerin ravilerini veya onları zikredenleri belirtmeksizin hadis okuması veya müellifi hadiste otorite olan bir kitaptan nakletmesi caizdir. Ancak, müellifi hadis ehli olmayan bir kitaptan, hadiste ehil olmayan bir hatibin, konuşmasında, sadece kitabta okumasına dayanarak hadis zikretmesi caiz değildir. Bu şekilde davrananlar şiddetli bir şekilde ta'zir cezasına çarptırılır. İşte birçok hatibin durumu böyledir. Çünkü onlar, rastladıkları kitaptaki hadisleri, onların asıl olup olmadığına bakmaksızın ezberleyip onlarla hutbe okuyorlar. Dolayısıyla her belde yöneticisine, hatiplerini bu şekilde davranmaktan sakındırması düşer. Eğer durumu düzeltmemekte ısrar ederlerse, o yöneticilerin yapması gereken şey, hatibi bu şekilde hitap etmekten alıkoyması görevden uzaklaştırmasıdır. Devamla: "Bu durumda hatibe düşen ise eğer hadisin sahih bir isnadı varsa, -kendisine itiraz olmaması için- rivayetinde hadisin isnadını açıklamasıdır. Aksi takdirde i'tiraz edilebilir. Hatta, yöneticinin, hatibin haksız yere böylesi yüce bir mertebeye karşı cüretkar davranmasına son vererek, onu hatiplik görevinden alması bile caiz olur. (el feteva el hadisiyye,s32-44) (170)

        *

        İmam Münziri et Tergib vet'Terhib adlı kitabının mukaddimesinde şöyle demektedir: "Alimler tergib ve terhib çeşitlerinde müsamahalı olmaya müsaade etmişlerdir. Hatta onlardan çoğu, sıhhat derecesini bildirmeden uydurma haberleri dahi zikretmişlerdir." (170)

        *

        Abdurrahman ibn Mehdi şunu söyledi:

        "Bize Nebi as'dan helal, haram ve hükümler hakkında bir haber rivayet edildiğinde senedlerde titiz davrandık, adamları tenkide tabi tuttuk. Ama amellerin faziletleri, sevab, ikab, mubahlar ve dualar gibi konularda rivayet edildiğinde ise isnadlarda gevşek davrandık. (171)

        *

        El Hatib de el-Kifaye'sinde senediyle Ahmed'in şöyle dediğini rivayet eder:

        "Bize Rasulullah'tan helal, haram, sünnetler ve hükümlerle ilgili bir hadis rivayet edildiğinde senedlerde titiz davrandık. Ama amellerin faziletleri, herhangi bir hüküm getirmeyen-kaldırmayan konularda Nebi'den bir şey rivayet olunduğunda ise isnadlarda gevşeklik gösterdik." (171)

        *

        Dahası, bazı cahil sufiler, hayra rağbet ettirdiği, şerden sakındırdığı müddetçe, uydurma, düzme, yapmacık haberlerin rivayetinin bile caiz olduğu anlayışını benimsediler. Hatta bazıları bu gaye ile Kur'an surelerinin faziletlerine dair veya bazı hayırlı işler hakkında bizzat hadis uydurma yoluna gittiler. Kendilerine "Her kim benim üzerime kasden yalan söylerse, cehennemdeki yerine hazırlansın" şeklindeki mütevatir bir hadis hatırlatıldığında onlar, bütün küstahlıklarıyla, "biz onun aleyhine değil lehine yalan söyledik" demişlerdir. Ki özürleri kabahatlerinden büyük! Çünkü onların bu sözleri, O'nun dininin eksik olduğunu ve onların bu eksikliği giderdikleri anlamına gelir. Halbuki Allahu Teala: "Bu gün sizin için dininiz kemale erdirdim." (Maide:3) buyurmuştur. (172)

        *

        Ahmed B. Hanbel, meşhur Siret sahibi Muhammed ibn İshak hakkında: "Ondan gazveler (meğazi) ve benzeri şeyler yazılır" dedi. (173)

        *

        Selahattin POLAT'ın Zayıf Hadislerle Amel başlıklı yazısından kesitler

        İbni Humam: "Zayıf hadis, sıhhatine delalet eden karinelerle desteklenirse sahih olur" demiştir. 

        Mesela İmam Şafii, mürsel (munkatı) hadisin, başka bir zayıf mürselle veya sahabi kavliyle veya alimlerin bu mürsele muvafık fetvasıyla desteklenmesi halinde amel edilebileceği görüşündedir. 

        Şafii, "varis için vasiyet yoktur" hadisi hakkında: "Hadisçiler bu hadisi sabit görmezler. Fakat amme bu hadisi kabul edip amel ettikleri için fukaha, vasiyyet ayetinin bu hadisle mensuh olduğunu belirtmişlerdir." (Mustafa Tosun: Kanatimce bu ifadeler çok ciddi problemli ifadelerdir.) (177)

        *

        Zayıf hadisleri hafızalarımıza doldurmaya hiç gerek yoktur. Çünkü bu, kesinlikle sahih hadisin aleyhine olacaktır. Bunun içindir ki sahabenin bazısında şöyle varid olmuştur: "Bir topluluk, bir bid'at doğrultusunda çalışsın da sünnetten onun bir mislini kaybetmesin." Bu ise müşahade edilen bir durumdur. (181)

        *

        "Şaban ayının yarısına rastgelen gece olduğunda, geceyi ibadetle, gündüzü ise oruçla geçirin. Çünkü Allahu Teala, o gece güneşin batımında dünya semasına iner ve şöyle buyurur: "Var mı bağışlanmak isteyen, bağışlayayım." bu hadisi İbn Mace rivayet etmiştir, el Münziri onun zayıf olduğuna işaret etmiş, aynı şekilde Zevaidu İbn Macede el-Buseyri de onu zayıf saymıştır. (183)

        *

        Bana öyle geliyor ki (aşure günü ile ilgili) hadis, Şia'nın aşure gününü hüzün ve matem günü yapma şeklindeki mübalağalarını reddetmek üzere Ehl-i sünnetten bazı cahillerin uydurdukları hadislerdendir. Dolayısıyla onlar bu günü süslenip-temizlenme ve ailelerde bolca izzet-ikram günü yapmışlar. (184)

        *

        Müslümanların pek çoğu arasındaki yanlış anlayışların ve yaygın bid'atlerin çoğu gerileme asırlarında revaç bulup, akıllarına ve kalplerine yerleşen zayıf hadislerden kaynaklanmıştır. Ve bunlar Şatıbi'nin de el-İ'tisam'ında açıkladığı gibi, Kur'an'ı Kerim'in yanında anlayış ve hayatın temeli olması gereken sahih hadislerin de üzerine çıkmışlardır. (184)

        *

        İddia edilen aranik hadisesi şüphesiz merdud (reddolunmuş) bir hadistir. Çünkü Kur'an'a ters düşmektedir. Ve Kur'an'ın, o değersiz ilahları ayıplayıp-rezil ettiği bir siyak içerisinde (onlara övgünün) gelmesi tasavvur edilemez. (bknz necm:19-23)(202)

        *

        Yine kadınlar hakkındaki "Onlarla istişare edip, onlara muhalefet edin" hadisi de batıl ve yalandır. Çünkü o, anne babanın süt çocukları hakkındaki yüce Allah'ın şu ayetine ters düşmektedir: "Ana baba aralarında danışarak (çocuklarını) sütten kesmek isterlerse, ikisine de sorumluluk yoktur."(Bakara:233)

        *

        Mesela Allahu Teala'nın şu ayetine bakın: "Çardaklı ve çardaksız bağları inşa eden Allah'tır. Tadları çeşitli ekin ve hurmaları, zeyyin ve narı -birbirine benzer benzemez şekilde- yaratan O'dur. Ürün verdiği zaman ürünlerden yeyin, devşirildiği ve biçildiği gün de hakkını verin..." (En'am.141)

           Mekke'de inen bu ayet-i kerime, icmalen ve tafsilen yeryüzünde biten istisnasız her şeyde, her birinde belli bir hak olduğunu ve bunun verilmesini emretmiştir. Bu ayette mücmel olarak emrolunan hakk, daha sonra Kur'an ve sünnetin "zekat" başlığı altında tafsil ettiği haktır. (203)

*

        Herhangi bir hadisin Kur'an'ın muhkem ayetlerine muarız düştüğünü gören bir Müslümanın, ona iyi bir te'vil bulamadığında yapması gereken şey, tavakkuf etmesi (hüküm vermeksizin) beklemesidir. 

        Mesela ben, Ebu Davud ve başkalarının rivayet ettiği "Kız çocuğunu diri diri gömen kadın ve gömülen kız cehennemdedir" şeklindeki hadiste tavakkuf ettim. Hadisi okuduğumda göğsüm daraldı ve "belki hadis zayıftır. Bu sahanın ehlinin bildiği gibi Ebu Davud'un, Sünen'inde her rivayet ettiği, sahih değildir" dedim. Ama açıkça onun sahih olduğuna hükmedenleri buldum. 

        Ona benzer bir hadis şöyledir: "Kızı diri diri gömen kadın ve gömülen kız cehennemdedir. Şu istisnayla ki, gömen İslam'a yetişsin de müslüman olsun." Yani gömen kadının kurtulma fırsatı var ama gömülenin hiç fırsatı yok!

        Burada, daha önce de sahabenin Nebi'den: "İki müslüman, kılıçlarıyla karşılaştıklarında, öldüren de öldürülen de cehennemdedir" haberini duyduklarında sordukları gibi ben de sordum. Nitekim onlar: "Haydi bu katil, peki öldürülenin hali nedir?" Buyurdular ki: "Çünkü o da arkadaşını öldürmeye hırslıydı" Böylece onların cehennemi haketme yönünün, "arkadaşını öldürmeye niyetiyle çıkması" şeklinde tefsir etti.

        Burada ben de diyorum ki: "Hadi, kızı gömen de cehennemde, peki gömülenin durumu nedir? Halbuki onun da cehennem de olduğuna hükmetmek Allahu Teala'nın: "Kız çocuğunun hangi suçtan dolayı öldürüldüğü kendisine sorulduğu zaman." (Tekvir:8-9) şeklinde ayetine ters düşmektedir. 

        Hadisin hangi yönde anladıklarını ve şerhedenlerin ne dediklerini görmek için şerhlere başvurdum, fakat sadra şifa veren hiçbir şey bulamadım. (206)

*

        Müfessirlerden bazıları, Kur'an'ı Kerim'de nesh iddiasında aşırı gitmiş, hatta onlardan bazıları, sadece "kılıç ayeti" diye isimlendirdikleri bu ayetin tek başına Allah'ın kitabından yüz ayetten fazlasını neshettiğini iddia etmişler, bununla birlikte "kılıç ayeti"nin hangisi olduğunda görüş birliğine varamamışlardır?! (235)

*

         Bazı alimlerden duyduğum acayib şeylerden biri de şudur: O alimlerden birisi, müslüman Asya ülkelerinden bazılarını ziyaret etmiş ve onların tuvaletlerinde, kenarlarına yığılmış küçük taşları görmüş ve onlara bunun sırrını sorduğunda demişler ki: "Biz sünneti ihya etmek için onlarla taharetleniyoruz!" 

        Şu halde onların sünnete uyarak mescidlere çakıl taşı yaymaları, sünnete uyarak köpeklerin bile girip-çıkabileceği şekilde mescidleri ağlam kapıları olmaksızın öylece açık bırakmaları, tavanlarına hurma dallarıyla gölgelik yapmaları ve yine sünnete uyarak onları, yağ lambalarıyla aydınlatmaları gerekir! Halbuki onların mescidleri süslü-dekorlu, halılarla-seccadelerle döşenmiş ve elektrik avizeleriyle aydınlatılmıştır! (260)

*

        İmam İbn Teymiyye, ümmetin alimleri içerisinde sevdiklerimden -belki de en sevimlisi- ve benim aklıma en yakınıdır. Fakat, onun kendisinden önceki imamlara muhalefet ettiği gibi, ben de burada ona muhalefet ediyorum. Nitekim düşünmemizi, taklid etmemizi, şahıslara değil, delile uymamızı, hakkı insanlarla değil insanları hakk ile tanımamızı bize o öğretmiştir. Bu yüzden ben İbn Teymiyye'yi seviyorum ama Teymiyyeci değilim! (293)

        *

        Nebi as'in bey'at esnasında kadınlarla musafaha etmeyişi de musafahanın haram oluşuna delalet etmez. Ancak onun bunu, haram olduğundan dolayı terkettiği sabit olursa o başka. Oysa o, haram olan şeyleri terketmesinin yanında, bazı mekruhları, evla olan hususlara aykırı gelen bazı şeyleri ve hatta bazı mübahları bile terk ediyordu. (mektuba cevap)

Kitaptan Alınan Notlar Burada Bitti. Yorum ve Görüşlerini Beklerim Değerli Kardeşim.    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder






Öne Çıkan Yayın

RAB NE DEMEKTİR? MUSA PEYGAMBER CEVAPLIYOR:

__ Kimmiş bakayım sizin Rabbiniz ey Musa? __ Bizim Rabbimiz her şeyin YARATIŞINI (helqehu) takdir edip, sonra da yaratılış AMACINA (heda) y...